Babanız ölür ölmez ertesi günkü kahvaltı sofranızda anneniz birdenbire, "Ben evlencem!" derse, siz de "Anne n'apıyorsun? Dün bir bugün iki!" derdiniz herhalde değil mi?
"El alem ne der!" derdiniz, "Yaşından başından utanmıyor musun?" derdiniz, "Cici baba istemiyoruz!" derdiniz, "Bu eve erkek sinek bile giremez!" derdiniz. Derdiniz de derdiniz.
Hem başınıza iş, hem malınıza ortak istemezdiniz.
Mukadderat filminde, babaları ölür ölmez ertesi gün "Ben evlencem!" diyen annelerine çocukları da böyle dedi.
Evlilikten başka bir dünya tanımayan Sultan ise, "Ben kiminle konuşçam, ben kime sofra hazırlıcam, ben kimin nefesini dinlicem, ben yatakta nasıl yalnız yatçam, ben bu evde nasıl yalnız yaşaycam?" diye savundu kendini. Bir yandan da "Babanız olsa böyle mi diyecektiniz?" diye yüzledi çocuklarını.
"O başka!" diye cevapladı oğlu.
Acaba nesi başkaydı?
"Ben evlencem!"
Kastamonu'nun Cide ilçesinde çekilen Mukadderat filmi, işte bu iki kelimelik vurucu cümle ile başladı. Arkasından da kıyamet koptu. Küçük bir kasabada yaşayan ailenin babasının vefatının ardından cenaze için İstanbul'da yaşayan kızının Cide'ye gelişi, Cide'de kahvehane işleten ağabeyin (babalarının vasiyetindeki gibi) erkek olma üstünlüğünü kullanarak mirası kız kardeşi ile "fifti fifti" paylaşmak istememesi, yine babanın vasiyetindeki gibi bankadaki paranın yarısını oğluna, yarısını da "evlenmemek kaydıyla" karısına bırakışı, "Ona kocası baksın" dercesine kızını hesaba fazla katmaması, kızın da annesi gibi bu haksızlığa isyan etmesi, kızın dümdük bir şekilde kahveye girerek annesine de kendisine de sahip çıkması, annenin dümdük şekilde kendisiyle evlenecek adam araması, bu arayışların sonunda hayatının gerçek anlamını bulması ve sonunda herkesin bu yolculuğa şapka çıkartması...
Kocası ölen Sultan'ın daha o gün, ölünün arkasından okunan duaya bile tahammül edememesi ve kocası sağken o ölünce ben ne yapacağım diye düşünmüş olması, yalnızlıktan ölümüne korkmasının ilk işaretleriydi aslında. Yoksa kendine koca aramasının ardındaki derdi fiki fiki yapmak değildi. Üstelik olabilirdi de.
Acaba kime neydi...
Evin kızı iki lafın başı "Mukadderat" diyerek geçmişine adeta laf sokuyordu. Çocukluğundan bu yana bu sözü çok duymuş olmalıydı. O da mukadderat bu da mukadderat şu da mukadderat! Ayol neymiş bu mukadderat?
İnsan her şeyi de mukadderat olarak kabul edip kaderine bu kadar da boyun eğmezdi ki!
Anne de kız da eğmedi...
Ve dünya batmadı, hâlâ dönüyor...
Bitmesini istemeden izlediğimiz film Cide'nin sokaklarında, Sultan'ın evinde, kahvehanede, deniz kenarında, pazar alanında, nefis manzaralı bir koyda kamera varmış da, biz de kameraya takılanları izliyormuşuz lezzetinde bir filmdi.
Öylesine akıcı, öylesine bizden, öylesine doğal, öylesine rahat, öylesine kestirme, öylesine ayna tutucuydu. Bir yandan da mesaj verme kaygısı ile kocaman kocaman lafları gözümüze sokmayan, bağımsız film olmasından dolayı filmin orasından burasından sponsor firma yazıları fırlamayan, oyuncusundan yapımcısına, yönetmeninden senaristine kadar sakin ama bir o kadar da duygusal, komik, hüzünlü ve heyecanlı bir film.
Tıpkı hayat gibi...
Sonunu söylemem, çünkü bilmiyorum
Filmin sonunda ne oldu, pazarcı ile Sultan elmayı yediler ama evlenerek "ayvayı" yediler mi, tarlalar kat karşılığı müteahhite verildi ve evin kızı da hakkı olan yüzde elliyi aldı mı, bunları bilmiyoruz.
Hem zaten illa ki 'son'a odaklanmak gerekmez. Yaşananlar genelde 'son'dan daha etkileyicidir. ("Romeo ve Jülyet evlenseydi neler olurdu?"nun canlandırıldığı "Tarla Kuşuydu Jülyet" oyununu hatırlarsınız.)
Hikâyenin kahramanlarının hayatına girerek şahit olduğumuz (bir-iki hafta ya da ay gibi kısa bir zamanı kapsayan) yaklaşık bir buçuk saatlik yolculuk öyle keyifliydi ki, gerisi onlara kalmış.
Biz sadece onların hayatının bir kesitine şöyle bir baktık çıktık.
Mesele neyi anlattığından ziyade nasıl anlattığındır
Arundhati Roy "Küçük Şeylerin Tanrısı" kitabında minicik şeyleri öyle bir anlatır ki, ben bunun böyle olduğunun nasıl farkında değilim dersiniz. Kitabın kendisi o minicik şeylerin toplamı kocaman bir anlatıdır.
Mukadderat filmi de öyleydi.
Her zaman işlenen Kadın-Erkek, Anne-Çocuk, Kız Kardeş-Erkek Kardeş, Gelin-Görümce, Kayınço-Damat, Gelin-Kaynana, Damat-Kaynana, Karı-Koca, Kuzen-Yeğen ve Kanka-El Alem ilişkilerinin anlatıldığı, en sıradan, en basit hallerimiz ile kocaman bir filmdi izlediğimiz.
Hani bazı kitapları okuyunca, "Keşke bu kitabı herkes okusa",
hani özel bir coğrafyaya gidince, "Keşke burayı herkes görse", hani ruhunuza iyi gelen bir müzik dinlediğinizde, "Keşke herkes bu müziği dinlese" deriz ya, Mukadderat'ı izlerken "Keşke bu filmi herkes izlese" dedim hep.
Başrolünde bir kadın olsa da, film bir kadın hikâyesi anlatsa da, aslında anlatılan "insan" hikâyesiydi.
Ayrıca Cide'nin doğal güzellikleri, özellikle de Alamancı'nın hayatın anlamını balıkta bulduğu koy ve kasabanın yaslandığı dağ görüntüsü sinemanın beni en büyüleyen görsel manzarasıydı.
İnsan Kurbanlar
Kasabadaki toplumsal baskıyı dibine kadar hisseden evin oğlu; yapacak işi olmadığından kahvenin bahçesinde oturarak geleni geçeni gözleyen dedikoducu "Elalem amca", etrafta kadın görmek istemeyen pazarcı esnafı, nisa taifesinin bir işte çalışıp para kazanmasının erkekliğine halel getirdiğini düşünen erkek taifesi de bu düzen içinde en az kadınlar kadar kurbandı.
Lakin bazen düzenleri alt üst etmek lâzımdı...
Çok da yargılamamak, insanlara hayatı dar etmemek lâzımdı.
Sevdiklerine sahip çıkmak, vampirlere yem etmemek lâzımdı.
Malum, insan hiç ummadığı bir anda kendini, hayatı boyunca karşı çıktığı, eleştirdiği, kınadığı bir durumun öznesi olarak bulabilir.
Hayat bu dedim ya, sürprizlerle dolu.
Mukadderat'ın Anatomisi
Mukadderat, senaryosunu Erdi Işık'ın yazdığı, Nadim Güç tarafından yönetilen (ilk filmi), yapımcısı Rodi Medya-Rodi Kayım olan ve başrollerinde Nur Sürer, Aslıhan Gürbüz ve Osman Sonant'ın oynadığı 2024 yapımı (belki biraz kara) komedi, aynı zamanda da dram filmi. 2024 Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu, ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülü olmak üzere üç Altın Portakal kazanmış.
Kısa not: Nur Sürer, Altın Portakal En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü 1982, 1989 ve 2024 yılında üç kez kazanarak, Hülya Koçyiğit ve Türkan Şoray'dan sonra bu ödülü en çok kazanan kişi olmuş.
Nur Sürer / Nadim Güç / Rodi Kayım
Fatih Altaylı'nın YouTube kanalında Mukadderat filmi üzerine Nur Sürer ve Nadim Güç ile yapılan sohbeti daha önce izlemiştim. Bu kez, Nilüfer Belediyesi katkılarıyla Konak Kültürevi'nde gösterilen Mukadderat filminin ilk gösteriminin ardından, filmin yapımcısı Rodi Kayım, Nur Sürer ve Nadim Güç üçlüsünün sohbetini izledim.
Nur Sürer Bursalı olmanın ve Bursa'ya defalarca gelmesinin aşinalığı ile her zaman olduğu gibi son derece doğal ve kibardı. Aralarında olmayan senarist Erdi Işık'ın hikâyesinin film haline gelişini, Nur Sürer'in "Benim yaşımda oyunculara niye film yapmıyorsunuz?" diyerek açtığı yolu, bu filmde Sultan rolü için başka hiçbir ismin düşünülmediğini, oyunculuğun zaman içinde değişmediğini, değişenin sadece teknolojik ekipman ve arkada çalışan geniş kadrolar olduğunu anlattılar.
Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir ile |
12 Ocak 2025 / C.E.Y.
Konak Kültürevi'nde gösterimde olan film, 13-14-15-16 Ocak tarihlerine izlenebilecek. (Seanslar ve biletler için tıklayınız.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder