12 Mart 2017 Pazar

Asil Nadir'den ötürü hep

Evet evet, hep ondan ötürü. 
Eğer ki bugün "Kurumsal Yönetim" diye bir kavram varsa hepsi Asil Nadir'in yüzünden. 
Neden mi? 
Anlatalım.
Lakin anlatmaya sohbetin en başından başlayalım... 

Bursa Halkla İlişkiler Derneği'nin belirli aralıklarla düzenlediği Mesleki Söyleşilerinin konuğu bu kez İzmir'den, Alaçatı'dan gelmişti. 
Alaçatı'nın dinginliğinin ardından Bursa'nın karmaşasının ortasına düşen konuğumuz, Stratejik İletişim Yönetimi alanında akademik ve profesyonel birikimi ve yüksek referansları bulunan ve Kurumsal İtibar Yönetimi kavramının ülkemizde tanınıp yer etmesine öncülük eden 
Salim Kadıbeşegil idi. 
Nilüfer Dernekler Yerleşkesi'nde yapılan söyleşide "Oscar Kepazeliği ve İtibar Yönetimi"ni anlatacaktı Salim Bey. Söyleşiden birkaç gün önce yazdığı 
Oscar Skandalı ve Tarihin Affetmeyeceği Denetim Kepazelikleri başlıklı yazısını okumuş ve "Denetçiyi kim denetleyecek, itibar yönetimi danışmanlığı verenlerin itibarını kim ölçecek?" soruları ile yorumlamıştım yazıyı.
Bu kez o yazının daha genişletilmiş halini dinledik kendisinden. 
"Bu bir şaka değil!"
Denetim ve İtibar şirketleri ne iş yapardı? İçinde bulunduğumuz çelişkiler nelerdi?
Nasıl olmuştu da Oscar ödül töreni sırasında bu yanlışlık yaşanmıştı?
Oscar gecesini izlediyseniz bilirsiniz. Warren Beatty ve Faye Dunaway'a 'En iyi film ödülü' zarfı yerine, yanlışlıkla 'En iyi kadın oyuncu ödülü'nün yedek zarfı verilmiş. Warren Beatty tüm kameralar üzerindeyken zarfı açtı, sonra da Faye Dunaway'e uzattı. Dunaway de zarftaki ismi okudu. La La Land! Tüm ekip coşkuyla sahneye geldi ve klasik teşekkür konuşmaları başladı. Yapımcılardan Marc Platt konuşurken sahnede farklı bir kaynaşma yaşanmaya başladı. Zarflar kontrol ediliyor, herkes birbirine tedirgin gözlerle bakıyor, arkada bir garipliktir gidiyordu. Çok kısa bir zaman içinde gerçek anlaşıldı. Zarflar karışmış! 
En İyi Film ödülünü aldığı açıklanan La La Land'ın yapımcılarından Jordan Horowitz, Warren Beatty'nin eline verilen ve içinde ödülün gerçek sahibinin adının yazılı olduğu kartı zarfın içinden sertçe çekip alarak "Moonlight" filmini anons ediyor. Kendilerini şaşkınlıkla izleyen Moonlight ekibine dönerek "Bu bir şaka değil" diyor ve film ekibini sahneye davet ediyor. 
Yaşanan bu yanlışlık ile 89 yıldır devam eden bu çok prestijli ödül törenine "itibar" gölgesi düşüyor. Ve bu yanlışlık da denetim şirketinin elemanları tarafından yapılıyor. 
Ödül töreninin ardından 83 yıldır Oscar törenlerindeki oylama sürecini yöneten şirket olan Pricewaterhouse Coopers (PwC) itibar kaybeden taraf oluyor. Şirket, yanlış zarf olayının sorumlusunun 32 yıllık çalışanları Brian Cullinan olduğunu belirterek, Cullinan'ı ve partneri Martha Ruiz'i hata sonrası hızlı tepki göstermemekle suçluyor.
"Denetim şirketleri meselesi ile itibar yan yana geldiği zaman huylanmaya başlıyorum. Denetleme şirketlerinin içinde itibar konusunu bir yere oturtamıyorum" diyor Salim Kadıbeşegil. 

Domino etkisi
Denetim şirketleri skandalları yeni değil aslında diyor Salim Bey. "2001'deki Enron Skandalı'nı hatırlayalım mesela" diyor. 
Kadıbeşegil'in "35 milyar dolarlık bir şirket ertesi gün 80 sentlik bir şirkete nasıl dönüştü?" sözünü merak edip bu sorumu Google'a soruyorum. 2001 yılının sonunda şirketin finansal durumunun 'kurumsallaştırılmış, sistematik ve yaratıcı bir şekilde planlanmış muhasebe hilesi ile' sürdürüldüğü açığa çıkmış. Bu skandal Enron Skandalı olarak anılmış. Enron bu skandal ile kurumsal dolandırıcılığın ve bozulmanın en iyi bilinen örneği olmuş. Bu skandal ayrıca 85 bin kişinin çalıştığı Arthur Andersen bağımsız muhasebe ve denetim firmasının dağılmasına da neden olmuş.

İtibarsız İtibar Yönetim Şirketi
Salim Bey'den bir anı dinliyoruz: "Henüz daha Enron skandalının ateşi soğumamışken, 2004 yılında Madrid'te İtibar Enstitüsü'nün bir konferansında Pricewaterhouse'ın Avrupa'daki çok önemli bir üst düzey yetkilisi ne kadar etkili bir itibar danışmanı şirket olduklarını söyledi izleyicilere. Ben de bunun üzerine bu konuda nasıl oluyor da denetim şirketleri itibar yönetim danışmanlığı yapabiliyorlar diye bir soru sordum kendilerine. Arkamda oturan bir el bana dokunarak, 'Onu birazdan ben anlatacağım' dedi. O elin sahibi Enron Skandalı'nda batan Arthur Anderson şirketinin CEO'su Joseph/Joe Berardino imiş."
Denetçileri kim denetleyecek?
S.K.: "O dönemde pek çok şirket battı. Bu şirketler kamuoyuna karşı itibar kazanmak için kollarına birer denetim şirketi almışlardı. Bu hareketle insanlara 'hesaplarımız bağımsız şirketler tarafından denetleniyor' mesajı veriyorlardı. Her yıl denetim şirketinin imzasının olduğu raporlar yayınlayarak 'şeffafız' diyorlardı. 'Bunu biz değil, bizi bağımsız olarak denetleyen şirketler söylüyor' diyorlardı. İtibar için kapısı çalınan denetim şirketleri batan şirketlere itibar kaybettirirken kendi itibarlarını da kaybediyorlardı."

Skandalların babası Watergate
Bir skandal da benden gelsin. Toplantının olduğu günden bir gün önce ABD'nin 37. Başkanı Richard Nixon'un gazeteci David Frost ile yaptığı tarihi röportajın filmi olan 'Frost/Nixon'ı izlemiştim. Watergate skandalı sonrası istifa ederek köşesine çekilen Nixon'ı köşesinden çıkartarak ekranlara taşıyan Frost, yaptığı bu programın sonunda hem kendisi gerçek bir gazeteci olmuş, hem de Nixon'a sonsuza kadar kaçamayacağını, kendisiyle ve halkla yüzleşmesinin kendisine kaybettiği itibarı geri getirmese de en azından huzur getireceğini fark ettirmişti. Başkanlığı boyunca "Başkan yaptığı zaman yasa dışı olmaz" anlayışını benimsemiş olan Nixon, röportajlar sırasında her türlü manevrayı denemiş, sonunda ise pes etmişti. Siyaset, gazetecilik, medya, zorunluluklar, yalanlar, yalanlarla yaşamanın ağırlığı, itiraf, kabulleniş, huzur, bir işe kalkışırken karşısındakini hafife alanın ödediği ağır bedel ve rakibini ciddiye alanın kazandığı haklı zafer ile itibarın iki kişi arasında gidiş gelişini izledim filmi boyu. Filmin ardından internetten röportajın orijinal kaydını izledim. Film o zaman daha da anlam kazandı...

AAA verilen şirket altı ay sonra batarsa
S.K.: "2008'de karşımıza Wall Street çıktı. Wall Street'in çatlayan duvarları Türkiye Cumhuriyeti'nin gayrı safi milli hasılasından daha büyük gelirleri olan bir takım yatırım bankacılarının üzerine yıkıldı. Bu bankaları kredilendiren Moody's ve Standard&Poor's gibi kuruluşlar bu bankalara AAA (3A) vermişlerdi oysa. Altı ay sonra ise bunlar dünya ekonomisini de alt üst edecek bir yıkımla battı. Burada konunun bizi ilgilendiren tarafı derecelendirme kuruluşlarının verdiği notun ne kadar itibarlı olduğu."
Temel bir çelişkinin içindeyiz
S.K.: "Dünya ekonomisi nasıl dönüyor diye sorarsanız, bir tarafta küresel ekonomi var, bir tarafta bu ekonomiyi besleyen yatırımcılar var. Ve bu yatırımcıların bu ekonomiyi besleyebilmeleri için arada böyle derecelendirme işleri yapan kuruluşlara ihtiyaç var."

Not vermeyin, değer verin
S.K.: "Soru: Madem bu şirketlerin verdikleri notların bir değeri yok niye hala not vermeye devam ediyorlar? 
Cevap: Daha iyisi olmadığı için.
Bu derecelerin şirketlerin itibarını yukarıya çektiğini düşünmek gibi bir yanılgı içerisindeyiz."

Peki o zaman kime güveneceğiz?
S.K.: "Bu sorunun cevabını ben dahil dünyada bilen bir Allah'ın kulu yok. Varsayın ki 'şuna güvenmemiz lazım' dediğiniz bir şey çıkarttınız. 'Neden güvenelim?' diye sorarım. Güvenebilmem için elimde bir şey tutuyor olmam lazım. Kişi olarak bana güvenebilirsiniz ama ben kurumlardan bahsediyorum. Güvenebilmek için bir gerekçeye ihtiyaç var. Ve bu kurumların hepsi sabıkalı."

Nereden çıktı bu Kurumsal Yönetim?
S.K.: "İş dünyasında açık olmak, adil olmak, etik olmak ve şeffaf olmakla ilgili genel bir düstur var. İnsanların bağımsız denetim şirketlerine olan ihtiyaçlarının kaynağı da buraya dayanıyor. 
Kurumsal Yönetim dediğimiz, iş dünyasının omurgası olması gereken manzumenin dayanağı nereye gidiyor derseniz, yazının başında kısaca söz ettiğim gibi, Kurumsal Yönetim'in tarihçesi Asil Nadir'e dayanır."

Asil Nadir'i hatırlayalım
Asil Nadir ürettiği tekstil ürünlerini İngiltere'de bulunan ve zarar etmiş olan Polly Peck International (PPI) isimli şirket aracılığıyla Orta Doğu'ya pazarlıyordu. 1980'lerde hisselerini satın aldığı bu şirket birdenbire yükselişe geçti. O yıl Asil Nadir İngiltere'de en zengin 100 iş adamı arasına girdi. 1982 yılında Polly Peck'in brüt kârı 9 milyon sterlin olarak açıklanmıştı.
Fakat Asil Nadir o yıl paravan şirketler kurarak Polly Peck International (PPI) isimli şirketin hisselerini yapay şekilde yükselttiğine dair suçlamalar ile mali krize girdi. PPI isimli şirket 1990 yılında 550 milyon sterlin borçla iflas etti. 16 Aralık 1990 tarihinde Asil Nadir İstanbul'dan uçakla İngiltere'ye gitti. PPI bundan hemen öncesinde kayyuma devredilmişti. Asil Nadir, hakkında çıkarılan yakalama kararı ile 17 Aralık 1990 tarihinde tutuklandı. Bu tarihte hakkında 18 zimmet suçu bulunuyordu. 1991 yılı Kasım ayında ise suçlamaların sayısı 76'ya ulaşmıştı. Hakkındaki bu suçlamaların sayısı ise 1992 yılı Haziran ayında 30'a düşürüldü.
Nadir, İngiltere'de cezaevinde zimmet suçundan dolayı aldığı 10 yıllık hapis cezasına çarptırıldı. 21 Nisan 2016 tarihinde İngiltere'deki cezaevinden tahliye edilerek Türkiye'ye iade edildi. Nadir Silivri Cezaevinde bir gece kaldıktan sonra tahliye edildi ve 23 Nisan 2016 sabahı İstanbul'dan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne döndü.


Marifet ders çıkartmakta
S.K.: "Eğer ki Asil Nadir manipülatif işlemler yapmıyor olsaydı Kurumsal Yönetim dediğimiz kavram iş dünyasının litarütürüne girmeyecekti. İngilizler bundan büyük ders çıkarttı. İş dünyasının duayeni William Cadbury'den kendilerine bir anayasa yazmalarını istediler. Kurumsal Yönetim'in başlangıcı 1992 yılında Cadbury Raporu ile başladı."


Denetçiye ne gerek var?
S.K.: "Prof. Melvin King'in üretimi olan King 1, King 2, King 3 raporları ile iş dünyası kendine bir çerçeve çizdi. Bu raporlara uyulsa bağımsız denetçiye bile gerek yok aslında. 
İş dünyası ise hep satır aralarını okumak, hep arkadan dolanıp hep en kısa yoldan en çok kâra ulaşmaya çalışıyor." ("Kurnazlar olmasaydı dolandırıcılar aç kalırdı" demiş miydik?) 
"Denetim şirketlerinin şirketlere itibar kazandırmak ile ilgili fonksiyonları kendiliğinden, yani yine kendi elleri ile yok olmuş durumda." 

AAA veren A+ verirse
S.K.: "Denetçiler şirketleri C, B, A ve A+ olarak derecelendiriyorlar. Bu da rekabette bir iddiaya girdiği için şirketler A+ almak için yarışa giriyorlar. GRI standartlarında A+ almak isteyen şirket raporunu bağımsız denetimden geçirmek durumunda. Ama bu raporu denetleme görevini alan denetim şirketlerinin sürdürülebilirlik raporları var mıydı?"

Ben bu sisteme itiraz ediyorum
S.K.: "Bağımsız denetleme şirketleri kendileri sürdürülebilirlik raporu üretmiyorlar. O zaman kendilerinin bile üretmediği bir raporu nasıl inceleyecek de derece verecekler? Varsayalım zorladık ve ürettiler, o zaman denetim şirketlerinin A+ almasının koşulu ne? Birinin de onları denetlemesi lazım. Bunu da rakipleri yapacak elbet. Tabi ki kimse yapmıyor! Kısaca; kendi içinde çelişkilerle dolu bir sisteme iş dünyasını kilitlemek gibi bir gündem doğdu kendiliğinden."

İtibar yönetimi meselesi 
S.K.: "İnsanlar itibar yönetiminin bir parçası olarak bağımsız denetim yaptırmak ve bunu da bağımsız denetleme yapan şirketlerin kapısını çalarak yerine getirmek gibi bir yol izlediklerinden dolayı ben bunun altını açmak ve orada gördüklerimi her yerde paylaşmak durumundayım. Buna kendileri de itiraz etmiyorlar üstelik."

Temel mesele
S.K.: "Biz bir şekilde Kurumsal Yönetim Felsefesini oluşturan ekip olarak adil olmak, etik olmak, hesap verebilmek ve şeffaf olmak zorundayız. 'Orada oluyor, burada değil, o yüzden bana ne' dünyası yok artık. Dünyada olan her şeyin hepimize ucu değiyor. Yeni değerlere ihtiyacımız var. Adil, etik, sorumlu ve şeffaf olmanın ötesinde, "Hesap verebilir" olmanın da bu yeni değer olduğuna inanıyorum. Bu kavram sivil toplumun ve iş dünyasının omurgası haline gelecektir. Kendi tabanından ve kendi paydaşlarından geçer not alan kurum ve kuruluşların itibarlı sayılacağını düşünmekteyim." 

Güven 
S.K.: 

- Sana güvenmek istiyorum. 
- Neden?
- Bana güvenmeni istiyorum. 
- Neden?
"Güven için ortada küresel ölçekte kabul edilmiş değerler olması gerekir. Bu değerlere içsel dünyamda benim saygı gösteriyor olmam lazım. Kendi içinde değerler ve saygı ilişkisini çözememişsen, itibar ve güven beklentisi içine giremezsin."

Kültür ile değerler ve tohum ile tarla arasındaki uyum
S.K.: "Şirketinden engellilere yönelik gayet verimli çalışmalar yapan bir yöneticinin aracını park etmek için engellilere ayrılmış bölümü kullanmasını ancak "tarla ve tohum örtüşmemesi" olarak açıklayabiliriz. Tarlanın ve tohumun örtüşmediği yerden itibar çıkmaz.  O yüzden de işi doğru yapan liderlerle değil, doğru işi yapan liderlerle çalışmak ya da işi doğru yapan değil, doğru işler yapan bir lider olmak lazım. Tarlanın tohumla buluşmasını sağlayan lider doğru bir iş yapar. Lakin liderler değişir. Değişimde yerinize gelen kişinin duyarlılığı ya da duyarsızlığı konudaki devamlılığın ömrünü biçecektir."

Salim Kadıbeşegil'den kısa kısa: 
"Siyasette ve sporda itibar yönetimi olmaz."
"Rakibinizi itibarsızlaştırmak adına kasıtlı atacağınız adımlar gün gelip size geri dönebilir."
"İtibar performansı en düşük şirketler: Gayrı menkul, inşaat, bankacılık, sigortacılık ve medya."
"Siz kendi içinizde en iyi olsanız dahi sektörünüzün itibarsızlığı sizi bacağınızdan aşağıya çekiyor."
"Dünyayı bu kadar tüketmişken, Kurumsal Sosyal Sorumluluk projeleriyle kanayan bu yaralara sadece pansuman yapılabileceğini unutmamak lazım. Kurumsal Sosyal Sorumluluk projeleri ile birlikte, daha derinlere inecek politikalar geliştirilmeli."

İki cümle de etkinliğe katılan Gazeteci - Yazar Nedim Atilla'dan gelsin: 
"Parayı kazanırkenki tavrın sosyal sorumluluktur, ancak harcarken gösterdiğin tavırla insan olursun. "
"Oscar ödüllerinin karışması işi bahislerle ilgili olabilir mi?" (Kim bilir?)
Her zengin itibarlı mıdır?
Dinlediğim bir söyleşisinde şöyle demişti Sadettin Saran:"Benim en büyük gurur kaynağım, Türkiye'de iş adamı olarak ilk 100’de, ilk 200’de ya da ilk 300’de değilim, ama hayır işlerinde ilk 20’deyim. Ben bundan mutlu oluyorum. Bu bana güç veriyor."
Tüm söyleşinin sonunda kontrol edilebilmeye açık olmanın ve sorumluluk ile itibarı kendi içine sindirmiş olmanın, sorunların oluşmamasındaki birinci kaynak olduğunu anlıyoruz. 

Suç ve yalan doğurgandır çünkü
Bir kere yalan söyledikten sonra onu kapatmak için bir yalan daha, bir yalan daha, bir yalan daha söyler insan.
Bir suç işledikten sonra o suçu örtmek için bir suç daha, bir suç daha, bir suç daha işler insan.
Yalanın ve suçun ortaya çıkmamış olması, olmadığını göstermez. 
Her şeyin gün yüzüne çıkacağı endişesi ve korkusu ile yaşamak zordur.
Her şeyin gün yüzüne çıkacağı endişesi ve korkusu ile yaşamamak ise korkunçtur.
Bu verimli söyleşi için Salim Kadıbeşegil'e teşekkür ederken, günün anısı olarak tüm katılımcılarla bir fotoğraf karesinde buluşuyoruz.

Kurnazlık üzerine yazılarım:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder