4 Mart 2017 Cumartesi

İstanbul Kırmızısı - İstanbul Hayalkırıklığı

Film hakkında en son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim de rahatlayayım;
"Kendimi aldatılmış hissettim"
Bir Ferzan Özpetek filmine ayırdığım zamanıma, Bir Ferzan Özpetek filminden beklentime, Bir Ferzan Özpetek filmi izleme hevesime ve Bir Ferzan Özpetek filmine ödediğim akçeye yazık...
Bir sinema sevdalısı olarak, fragmanlarını izlediğimde iyi bir filmle karşılaşacağımı düşündüğüm "İstanbul Kırmızısı" gösterime girer girmez gittim.
Önyargı şu: oyuncu kadrosu iyi, şehir iyi, yönetmen iyi. Film kötü olacak değil ya...

Evet, filmde görseller iyi lakin sahneler kopuk. Film akıcı değil, donuk... 
Evet, filmin oyuncuları iyi lakin 80'lerin filmlerindeki gibi bakışmalar ve duraklamaları ne yapalım?
Diyaloglar desen, hem anlamsız, hem sert. İlişkiler desen ona keza. Biraz o taraftan, biraz bu taraftan...
Kısacası öyle ettim, böyle ettim bir türlü filmin içine giremedim. 
Şimdi bu adam nerden geldi, şu adam nereye gitti, o kız otobüsün arkasından nereye kayboldu, peki ya öteki adam neden öldü derken, hoppala, film bitti. 
Allah Allah, acaba ben mi olayı anlamadım dedim...
Salondaki izleyicilere baktım, herkes öyle bir sus pus...

Eve gelince Ekşi'ye şöyle bir göz attım, büyük çoğunluk benim gibi "Doktor bu ne?" tadında yorumlar yazmış...
Anlaşılan, film toptan anlaşılmamış...
Belki de film anlaşılmamak üzerine yapılmış...

Kahvaltılık baharatı bilirsiniz. Biraz kekik, biraz karabiber, biraz kırmızı biber, poy ve daha bir çok baharat karıştırılır.
Film de öyleydi işte: Kürtçe de konuşturduk, türbanlı kızlar da koyduk, biraz da cumartesi annelerinden koyalım şuraya, ezandı, Boğazdı, simitti, çaydı, kafeler, Adalar, vapur vs. Biraz da Galata ek üzerine. Oh mis... 
- E ama hikâye? O nerede?
- Görsellerin ve seslerin arasına sakladık. Bulan kazanır...
- O zaman tamam. Ben kaybettim, siz "kazandınız"...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder