Bursa Azerbaycan Kültür Derneği Başkanı Handan Askeran Ton (Yazının bundan sonrasında kendisine Handan Abla diyeceğim, çünkü hep öyle hitap etmemi ister) telefonda "Davetimi aldın mı Canancığım?" deyince davetin başka bir Canan'a gittiğini anladım hemen. Çünkü iletilerim arasında kendisinden gelen bir davet yoktu. Telefonda ettiğimiz kısa sohbetin ardından bir kitap imza ve film izleme gününden bahsetti ve etkinliğe katılmamı rica etti.
Bursa Azerbaycan Kültür Derneği tarafından Ördekli Kültür Merkezi'nde düzenlenen, Azerbaycanlı yazar ve televizyoncu Nigar İsmayilqızı'nın ikinci kitabı olan "Bakü'den İstanbulacan ve Dönüş" kitabının imza günüydü bu.
Bursa Azerbaycan Kültür Derneği tarafından Ördekli Kültür Merkezi'nde düzenlenen, Azerbaycanlı yazar ve televizyoncu Nigar İsmayilqızı'nın ikinci kitabı olan "Bakü'den İstanbulacan ve Dönüş" kitabının imza günüydü bu.
O gün bir de, yine Nigar İsmayilqızı'nın yazıp rejisini yaptığı, Karabağ savaşlarında şehit düşen Ebdülmecit Ağundova'yı konu alan "Ölsem... Yaşat" isimli filmi izlenecekti.
Sadece iki nesil öncesi savaş yaşamış bir neslin ahfadı olarak savaş anıları hiç yabancı değildi haliyle. Hele de yıllardır gözümüzün önünde verdiğimiz şehitlerle adeta bir gelincik tarlasına dönen Güneydoğu'nun kanayan yaraları ve elan devam eden Fırat Kalkanı Harekâtı...
Azerbaycan da yıllardan beri hep kanıyordu böyle. Duymamak için dünyanın kulaklarını kapattığı acılarını duyurmak için Azeriler ayrı bir savaş veriyorlardı. Dünyaya seslenmenin en etken yolu da sanattı...
Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Handan Abla da konuşmasında sanatın gücüne değinerek Nigar İsmayilqızı'nın bu çabasını gönülden desteklediğini dile getirdi.
Daha salona girer girmez almıştım kitabımı ve tanışmıştık Nigar Hanımla.
Kitaba şöyle bir göz attığımda kitabın içeriğinin yaşanmış olayların aktarıldığı röportajlar olduğunu gördüm.
Nigar Hanım film öncesi izleyicileri kısaca film ile ilgili bilgilendirdi ve sıra film izlenmesine geldi.
Karabağ savaşlarında şehit düşen Ebdülmecit Ağundova'nın hayatından kesitler vardı filmde.
Annesi, babası, halası, arkadaşları, öğretmenleri, hepsi tek tek anlattılar onu ve savaşta gösterdiği kahramanlığı.
Mezar taşını gösterdi bir ara kamera. Kendisi gibi pırıl pırıl taşında "1993-2016" yazıyordu.
1993...
Yutkundum...
Durdum...
Takıldım...
Kaldım...
Üşüdüm...
Dondum...
Dondum...
Yandım...
Titredim...
O bir saniye içinde kendi evladımın da doğduğu 1993'ten bugüne yaşadığımız günler geçti gözümün önünden.
2016'dan 1993 çıkınca kaç kalırdı?
Şehitler ölmez miydi?
Şehitler ölmez miydi?
****
Ebdülmecit'in, bembeyaz saçlarını arkaya toplamış, çekimler esnasında ağlamayacağına söz vermiş annesi anlatıyordu koca bebeğini sevgiyle. Arkadaki çerçevelerde Ebdülmecit'in çocukluktan delikanlılığa uzanırken çekilmiş fotoğrafları sanki kameraya bakıyorlardı.
Masanın üzerinde şehit düştükten sonra cebinden çıkanlar göze çarpıyordu. Cüzdanı, cüzdanına sıkıştırılmış madeni parası, kağıt parası, saati, telefonu, madalyası ve üç mermi...
Onu vuran mermiler miydi bunlar? Bu üç demir parçası mı kopartıp almıştı onu bu dünyadan?
Annesi oğlunu anlatırken ben hep onun yüzüne bakıyordum. Belki de onun yüzünde kendimi arıyordum.
Savaş her şekilde kadını vuruyordu işte. Bunu çok iyi biliyordum...
****
Hatırlarsınız; Bursa Azerbaycan Kültür Derneği'nin Aralık 2015'de düzenlediği "Savaşların yaşayan şehitleri kadınlar ve çocuklar" konulu etkinliğin ardından yazdığım yazıya "Bitmeyen savaş yapmışlar" başlığını uygun bulmuştum.
Tarih kitaplarının neredeyse sadece savaşlarla ve anlaşmalarla dolu olduğunu hatırlayacak olursak pek de haksız sayılmam bu başlığı koymakta değil mi?
Binlerce yıldır kaç devlet kuruldu, kaç devlet yıkıldı, kaç medeniyet silindi, yerine kaç yeni medeniyet geldi. Bunlar da birbirlerine gül vererek olmadı elbet...
Tarih kitaplarında rakamlardan ibaret olan bu savaşlarda neler yaşandığını hayal etmek çok da zor olmasa gerek.
****
Savaşsız yaşamayı bir türlü beceremeyen dünyada, sinemanın ve edebiyatın gücünü elinde tutan taraf genellikle bu gücü kendi haklılığını dünyaya kanıtlamak için kullanıyor.
Dünyaya kendini kim daha iyi anlatırsa kazanan taraf o oluyor.
Nihayetinde o günleri yaşamamış olanlar (yaşamış olanlar bile) kim ne anlatırsa onu doğru biliyor.
Anlatılanların doğruluğu zaman içinde yitip gidiyor.
Sen doğrusunu yapmazsan başkası bildiğini yapıyor ve gün geliyor yanlışlar doğru, doğrular yanlış oluyor.
Belgelere dayanarak ve doğruluktan ayrılmayarak hazırlanan samimi projeler ise tarihe ışık tutması bakımından zaman içerisinde gittikçe kıymetleniyor.
Umarım ve dilerim ki Nigar İsmayilqızı'nın bu yürekli çalışması ardından gelenlere bir yol açar ve daha çok ses getirecek projelere vesile olur.
Emeklerine sağlık Nigar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder