“Hayat yolculuğunun amacı, mezara alımlı, iyi muhafaza edilmiş bir bedenin içinde değil, tekrar tekrar patinaj yapıp tozu dumana kattıktan sonra tamamen tükenmiş, sonuna kadar harcanmış bir halde bağıra bağıra 'Vay canına, ne yolculuktu be!' diyerek varmak olmalıdır” Hunter THOMPSON
80 Günde Devri alem’i okurken biz de alemi devretmiştik Phileas Fogg ile birlikte.
Havayolunu kullanmasının yasak olması nedeniyle onunla birlikte kâh fil sırtında, kâh trenle, kâh gemiyle yolculuk etmiştik.
Ve Fogg’un bir iddia üzerine çıktığı bu yolculuğu o 80 günde, bizler de belki 8 günde, belki de 8 saatte tamamlamıştık.
Kitabın okunma rekoru kırdığına bakacak olursak, yerleşik düzene geçmezden önceki göçebelik günlerinin izleri midir bilinmez, maceraperest ruh insanın içinde bir yerlerde mevcut.
Neyse ki ömürlerini dümdüz yaşayarak tamamlayanların yanında hayat yolculuklarını -kendilerine göre sıradan- sıra dışı yaşayan insanlar var dünyada.
Onlara deliliklerini dünyaya kabul ettiren dahiler demek yanlış olmaz.
Bu deliliği kâşiflik anlamında değerlendirecek olursak; (Kristof Kolomb, Marco Polo ya da Macellan’a kadar uzanmayacağım) 1963 yılında yaptırdığı 10,5 metrelik Kısmet isimli yelkenlisiyle 1965 yılında çıktığı dünya seyahatini 3 yılda tamamlayarak, dünyayı dolaşan ilk Türk denizcisi olan Sadun Boro mesela.
Ya da Uzaklar II isimli 14 metrelik yelkenli teknesi ile 1992’de yola çıkıp, 4 yılda devrialem yaparak 22 bin millik yolculuğunda Antarktika’ya giden ilk Türk olan Osman Atasoy mesela.
2004 Mayıs'ında Mardek isimli teknesiyle dünya turuna başlamış, Macellan Boğazı üzerinden yaptığı üç yıl süren dünya turunu İstanbul’da tamamlamış olan Hakan Öge mesela.
Ve benim henüz yeni tanımaktan hicap duyduğum, Atlas Okyanusu’nu kürekle geçen ilk Türk unvanlı, Altı Zirve Projesi'nin yaratıcısı Erden Eruç mesela.
“Dünyada kararlar alınırken biz masada olmaz isek bunun bir bedeli vardır”
2007 yazında Kaliforniya’dan güneybatıya doğru devriâlem yolculuğuna başlayan Eruç, 2012’nin Temmuz ayında, 5 yıl 11 günlük bir süreden sonra tekrar başladığı noktaya geri dönüp yolculuğunu noktalayarak tarihte kendi gücüyle devriâlemi başaran ilk kişi imiş.
Geçtiğimiz aylarda Bursa’daydı kendisi. DOSABSİAD Konferans Salonu’nda Aktaş Holding’in ana sponsorluğunda gerçekleştirdiği, “Kas Gücü ile Devri Âlem” projesini anlattı bizlere uzun uzun.
Daha doğrusu KASLA GİT'i…
Konuşma öncesinde yolculuk esnasında çektiği fotoğraflardan oluşan sergiyi gezdik biraz kıskançlık, biraz da merakla. Kâh okyanusların dağ gibi dalgaları arasında, kâh bir dağın tepesinde, kâh etrafı bambaşka bir kıtanın çocuklarıyla çevrilmiş, kâh teknesinin küreklerine asılmış, kâh bisikletli, kâh yaya ve hep bir başına bir adam vardı fotoğraflarda.
Karelerden anlaşılıyordu ki Eruç’un anlatacakları dinlemeye değerdi.
Salona geçip yerlerimize oturduğumuzda konuşmasına başlayan Eruç anlattıkça anladık ki bu adam sadece dünyayı değil, hayatı da kavramış ve kavradıklarını da aktarmak için yollar açmış.
Konuşmasının ilk cümleleri özüne ne kadar sahip çıktığını anlatıyordu. “Dünyada kararlar alınırken biz masada olmaz isek bunun bir bedeli vardır. Dünyada herkes önden giderken biz arkada kalırsak bunun bir bedeli vardır.” diyordu ve ekliyordu: “Dünyadaki onca karakter içinde Türkçe karakter yoktur. Türkçe karakter kullanmadan site adı bulurken bile çok zorlandım.”
Eskiden “hayalim vardı” derken, şimdi “büyük hayalimi başardım” başlığı atabiliyorum…
“Kendimize büyük hedefler koymalıyız önce. Zaman kısa, hayat kısa. Ya seri bir şekilde küçük adımlar ya da kayda değer büyük adımlar atmalıyız. Büyük hedef olmadan hayaller gerçekleşmez.” diyor Eruç.
1961 yılında Lefkoşe’de doğan Erden Eruç, yatılı okuduğu Bornova Anadolu Lisesi’nde hazırlık sınıfında iken, öğretmenlerinin önerisiyle siyah beyaz bir TV’de astronotların Ay'da yürüyüşünü canlı izlemiş. Düşünmüş ki, “Astronot olamam çünkü Amerikalı değil Türküm!” Ve kendisinin de inandığı gibi o astronot olmamış.
“Çünkü olamayacağınıza inanırsanız olmuyorsunuz” diyor Eruç. “Devri alemi yapacağım diyerek yola çıktım yaptım. Öndeyim ve önde olan konumu korunmak zorundayım.” diyor.
“18 yaşında bize 'sınavlarda ilk yüze girersiniz' dediler, girdik. Çünkü bize inandılar ve biz de boş çıkartmadık” diyor. Boğaziçi Makine Mühendisliği’nden yüksek mühendis olarak mezun oluşunun ardından 97’de yüksek lisan için gittiği Washington’da dünya haritası üzerinde parmağını Türkiye’ye sürmüş ve adına “eve yolculuk” dediği bir hayal kurmuş. Hayalini ve heyecanını çevresiyle paylaşınca lüzumsuz sorularla karşılaşıp, hayalperest muamelesi görmüş. Ve anlamış ki; herkesle her hayali paylaşmamak lâzım. Bilenler ve bilgililerle buluşmak lâzım.
Kurduğu hayali üzerine araştırmalar yapmış, “Nasıl yapabilirim” sorularına cevaplar aramış. 96 yılında Stockholm’den Nepal’e bisikletle pedal basmış, arkasındaki treylerle dağcılık malzemesi taşımış ve Everest’e çıkmış olan İsveçli kâşif Göran Kropp’un kitabını okumuş.
Göran Kropp 2001 yazında Seattle’a geldiğinde kendisiyle tanışmış ve ona hayalini anlatmış. Eruç’u dinleyen Göran Kropp “Ne zaman başlıyorsun?” demiş ve eklemiş “Sponsorun var mı?”…
“Doğru insana gidince zor sorular soruluyor. Bir duralıyor ve cevap vermek zorunda hissediyorsunuz. Ve cevabınız yok!” diyor Eruç. “O zaman insan artık yapmalıyım! diyor.” diyor…
Eruç, Kropp ile 2002 Şubat’ta Colorado’da karşılaşınca “Başlamadın mı?” diye sormuş Kropp. Eruç bahaneler sunarak 11 Eylül olaylarını öne sürmüş.
Eylül 2002’de birlikte kaya tırmanışı yaparken Kropp düşmüş ve hayatını kaybetmiş. Bu da Eruç için bir dönüm noktası olmuş ve “hayat kısa” mesajı kafasına dank etmiş. “Artık ertelemek ve bahaneler yok” demiş. Arkadaşının cenazesinden dönerken uçakta bir kağıt parçası üzerine dünya haritasını çizip, yolunun üzerindeki Antarktika hariç diğer altı ayrı kıtanın en yüksek zirvelerini işaretlemiş ve Altı Zirve Projesi’ni doğurmuş.
2003 yılında hayata geçen Altı Zirve projesine göre, -Güney Kutbu hariç- kıtalar arasındaki okyanusları kürekle aşmış, uğradığı her kıtanın en yüksek zirvesine tırmanmış, kara yolculuklarını da bisikletle ve gerekirse yürüyerek yapmış.
Hayat hikayesine göz attığımızda ilk tırmanışını 70’lerin başında, henüz 11 yaşındayken babası ile birlikte Erciyes Dağı’nın doğu zirvesine gerçekleştirdiğini ve 2010 yılında Altı Zirve projesi kapsamında Tanzanya’daki Afrika’nın en yüksek zirvesi Kilimanjaro’ya yine babasıyla birlikte tırmandığını görüyoruz.
“Öğrendiğim en büyük ders yolculuğun kendisinin önemli olduğuydu”
“Hayalimdeki her yere uçakla da gidebilirdim, arabayla da ama o zaman bu ilgiyi görmezdim. Özel ilgi gördüm ve dünyanın her yerinde şeref misafiri oldum. Yolculuğun hakkını verdim ve tecrübelerimi paylaştım” diyor Eruç.
Onun gerçekleştirdiği bu hayalin “Devrialem” olarak tescillenebilmesi için belli kurallar varmış. Öyle tekneye atladım, gittim geldim değilmiş devri alem.
Guinness World Records’a göre dünyanın etrafını dolanmanın şartları: “Yolculuğun aynı noktada başlayıp aynı noktada bitmesi, ekvatoru ve bütün meridyenleri kesmesi, her yeni etaba bir öncekinin bittiği yerden başlaması, en az oğlak dönencesinin uzunluğu kadar, yani 36,788 km mesafe katetmesi, doğu ya da batı yönünde olmak üzere sadece tek yönde ilerlemesi, yön değiştirip tekrar ettiği mesafeleri toplamdan çıkartması” iken; devri alem olabilmesi için rotanın bunlara ek olarak bir çift antipod noktadan geçmesi de gerekliymiş.
Bu arada antipod ne diye soracak olursanız, yeryüzünde bir noktanın dünyanın zıt tarafındaki eş noktası imiş. İstanbul’dan girip merkezden geçerek dünyanın diğer tarafından çıkan büyük bir iğne düşünün. İğnenin çıktığı yer İstanbul’un antipodu oluyor. Ya da kuzey kutbunun, güney kutbunun doğal antipodu olduğu gibi.
Eğer meşru bir devrialem rotası mümkünse, kurallara uymayan rotalar devrialem olarak kabul edilemezmiş.
Erdeme yolculuk
İlk tırmanışını 2003’de Alaska McKinley zirvesine yapmış Eruç. 1-29 Mayıs arasında yaptığı tırmanışta eşiyle orada evlenmiş.
Oranın yerlileriyle ilişkileri hayatında önemli yer tutmuş. Yerliler bu yolculuğu “erdeme yolculuk” olarak görmüşler. Kızılderili kabilesinin ilkokulundaki çocuklar ona sorular sormuşlar.
Korkmuyor musun sorusunu, niye korkayım ki diyerek cevapladığında çocuklar kendi korkularını söylemişler.
-Ayılardan korkmuyor musun?
-Kış, hepsi uyuyorlar…
-Kamyonlardan korkmuyor musun?
-Şerit değiştiriyorlar…
-Yalnızlıktan korkmuyor musun?
-Siz varsınız… diyerek korkularını yatıştırdım.
“Korkular bilinmeyenlerden doğar. korkularınızı alt etmek için bilgiyi arayıp kendinizi eğitin ya da etrafından dolanın” diyor.
“Tarihte ilk olmak tarihe adını yazmaktır”
2004 yılında kullanılmış bir tekne ile Kanarya Adaları’ndan Karayipler’e 96 gün kürek çekerek bir okyanusu kürekle geçmiş ilk Türk olmuş. Bu öz güvenle birlikte Bursalı Aktaş Grupla tanıştığında onları da hayaline ve hayaline sponsor olmaya ikna etmiş.
O günden beri de birlikteler…
“2007 Mayıs-Haziran ayında devri alem için çıkış yapabilir miyim dedim, Aktaş Grup çıkışı izlemeye geldi ama rüzgâr denk gelmedi ve çıkamadım. Bekledim, 6 Haziran’da tekrar denedim, yine çıkamadım. 10 Temmuz’da rüzgâr denk geldi ve beni 100 mil açığa attı. Güneye doğru kaçabildim ve devri alem başladı” diyor.
“Teknedeki malzemelerim, özellikle de uydu telefonum ve bilgisayarım benim için çok önemli idi. Bütün paylaşımlarım ve iletişimim onların üzerindendi.” diyor.
Eruç bu büyük hayalin peşinde koşarken eşine 3 söz vermiş. “Ölmeyeceğim, iflas etmeyeceğiz ve seni kaybetmeyeceğim”
Öncelikle ilk şartı yerine getirebilmek için kendini 6 metrelik bir ip ile tekneye bağlamış. “Çünkü tekne beni silkeler de denize düşersem, deniz tekneyi taşır götürür, yüzerek yetişemem.” diyor.
Geçen 5 yıl içinde teknede karşılaştığı sorunları sıralıyor. En basitinden; 3 kürek kırdığını. Kalan 2 küreği de kırarsa küreksiz kalacağını ve bunun için de mühendislik becerileriyle kendisine yedek kürek yaptığını anlatıyor.
Zirvelere tırmanmak için zaman zaman karaya çıktığını, Mozambik’teki iç savaşı ve her yer mayın döşeli olduğunu anlatıyor.
Yolculuğu boyunca eşsiz manzaralar gördüğünü söylüyor.
“İz bırakmayın, eser bırakın”
Balıkla beslenmediğini ama zaman zaman denize olta attığını, oltaya da balıktan çok çöp takıldığını belirtmeden geçemiyor. Anlıyoruz ki pet şişeler ölümsüzlüğü yakalamış.
Bu yolculuğu ile Kâşifler Kulübü’ne üye olduğunu gururla belirtiyor. Bu kulübe ayda yürüyen ilk insan, kutuplara giden ilk insan, okyanusu geçen ilk insan gibi insanlar üye….
“Arkadan gelenler yaptıklarını benimle karşılaştırmak zorundalar. Ben durursam onlar beni geçeceklerdir.” diyor Eruç…
2003 yılında yolculuklardan edindiği ders ve tecrübeleri -özellikle ilkokul öğrencileri ile- paylaşma düşüncesiyle kâr amacı gütmeyen, eğitim ve hayır amaçlı bir kurum olan Around-n-Over Vakfı’nı kurmuş. Eğitime bağışlar yapılmış ve 100 bin doların üzerindeki bu kampanya hayır amaçlı değerlendirilmiş.
Erden Eruç; yolculuk toplamında 876 gününü deniz üzerinde (bunun 312 günü Pasifik’te) yaşamış ve teknesinin altından 29 bin deniz mili geçmiş. Bütün etaplar ayrıntılarıyla kaydedilmiş. 66 bin kilometre yol yapmış. Elan hayatta olan en tecrübeli okyanus kürekçisi.
Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi tarafından Fair Play Ödülü, dünyaca itibar sahibi Explorers Club tarafından Vancouver Ödülü, Zirve Dağcılık Kulübü tarafından Dağcılığın Zirve Ödülü sahibi ve tarihte üç ayrı okyanusu küreklemiş ilk, tarihte Atlas Okyanusu’nu doğu-batı yönünde yalnız başına geçen 33’üncü kişi.
****
O bunları anlatırken ve projeksiyon perdesine yaşadıklarından kesitler düşerken biz hepsini bir filmin sahneleri gibi izliyoruz.
Hâttâ belki kendisi bile.
Kürek çekerkenki dev dalgalar, karaya ayak basmadan teknede geçen günler, fırtınalar, ters akıntılar, ters rüzgarlar, yaşanan aksaklıklar… Her ne varsa hepsi onun belleğinde.
Eruç’u izleyenlerden bazıları için için “Ben yapabilir miydim?” diye düşünmüştür muhakkak.
Bazıları da “İşim mi yok!” demiştir.
Gitmek istemekle bitmiyor her şey malum.
Gidebilmek ve dönebilmekte marifet.
“Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç.
Ama olsun… istemek de güzel.”
Kim bilir,
Belki bir gün…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder