Uludağ Üniversitesi Öğrenci Konseyi'nin organizasyonu ile Mete Cengiz Kültür Merkezi'ne, merdivenlerde dahi iğne atsan yer kalmayacak derecede kalabalık olan salona -kapı önünde biriken kalabalığa rağmen- sızıp da, sahne önünde kendime bir boşluk bulup çöktüğümde beynin bir molekül çorbası olduğunu söylüyordu sinir bilim alanında akademik çalışmalar yapan NBeyin'den Sinan Canan.
Bu tanımı duyunca beynimde çorba kavramı döndü birden.
Bol limonlu-terbiyeli bir beyin çorbası fena da olmaz hani dedim.
Çorbanın kendi beynimden yapıldığını düşününce yıllarca biriktirdiğim anılarım, bilgilerim ne varsa hepsinin kaynayan suda haşlanacaklarını düşünüp kendi fikrimi kendim beğenmedim.
Bu sevimsiz fikri başımdan defedip sahnede konuşan Sinan Canan'a yöneldim.
Canan o anda vücudumuzdaki sinir hücrelerinin işlerinin zorluğundan bahsediyordu. Beyinde sinir hücrelerinin kendileri arasında oluşturduğu ağı ifade eden 'konnektom'u ve herkesin kendine özgü bir 'konnektom'u bulunduğunu söylüyordu..
Bugünlerde 'konnektomumuz'a daha çok iş düştüğünü ve işinin iyice zorlaştığını düşünüyorum.
Sinirciklerimin haline de ayrıca üzülüyorum...
Sonra dalıyoruz esas kahraman beynimizin içine.
Beynin kendisi, kesitleri, osu busu hepsi geçiyor önümüzden.
Bildiğimiz beyin etinin kafatası tarafından korunuşunu, hiç gün yüzü görmemesine rağmen herşeyden haberdar oluşunu, üstelik her şeyi onun idare edişini dinliyoruz.
Bütün organlarımız onun emrine amade.
Parmaklarımız gözümüz olabiliyor mesela. Dokunarak beynin arkasındaki görme merkezini aktif hale getirebiliyoruz. Görme engellilere özel Braille Alfabesi de bu mantıkla yaratılmış.
Beyindeki aynı gelişme gözlerini birkaç gün kullanmayanlarda da gözleniyor.
Elektrikler kesilip de karanlıkta kaldığımız zaman diğer duyu organlarımızın nasıl tam kapasite çalıştığını düşünün.
Sinan Bey öyle güzel anlatıyor ki, akademik bir sunumda mıyız, yoksa bir stand-up gösterisinde miyiz karışıyor.
Eğlenirken öğreniyoruz.
Anne ilgisizliğinin bir çocuğun beyninde yarattığı etkiyi fotoğraf olarak görüyoruz, anne sevgisinin ve ilgisinin en büyük gıda olduğunu bir kez daha anlıyoruz.
Beyin plastiktir diyor Canan. Nasıl yani derken, plastik deyiminin evrilebilir anlamına geldiğini konuştukça anlıyoruz.,
Londra taksi şoförlerinin beyinlerinin incelendiğini ve onca karmaşık yolları nasıl ezberleyip de haritayı nasıl beyinlerine yerleştirdikleri gözlenmiş. Denizatı görünümündeki hippocanpus bölgesinin diğer insanlara göre %30-40 daha büyüdüğü görülmüş.
İşte buyrun size en organik navigasyon aleti.
Bir de İstanbul taksi şoförleri üzerinde aynı inceleme yapılsa diyor insan.
Bulamadıkları adresler, özellikle uzattıkları yollar, yollarda yaptıkları slalomlar...
Beyindeki hücre ölümlerinden bahsedilir hep. Oysa beyin çalıştıkça gelişir ve hücre üretir diyor Sinan Canan.
Ve beynimize bir günde 57 damacana kan pompalanıyor diyor.
Beynin bilgisayarla karşılaştırılmaması gerektiğini söylüyor. Bilgisayardan bir parçayı çıkartırsanız bilgisayar çalışmaz ama an gelir beynin yarısını alırsınız kalan yarı, giden yarının işlevini üslenir ve işlerin yolunda gitmesini sağlar diyor.
Bu konuda verdiği örnekler kayda değer...
Çenesinden girerek kafatasından çıkan bir sırık sebebiyle beyninin ön bölgesini kaybeden ve olayın ardından ilerleyen günlerde karakteri değişen Phineas Gage verdiği en çarpıcı örnek...
Konu hafızamıza geldiğinde 2.5 petabaytlardan bahsediliyor.
2.5 petabaytı düşünemediniz değil mi?
2.5 petabaytı unutun, Sinan Canan hafızamızın sınırsız olduğunu söylüyor.
Ama ufak bir sorun var, hafızanın kayıt yeri belli değil. Onca bilgi nereye depolanıyor bilinmiyor henüz.
Sinan Canan'ın sahneyi Serkan Karaismailoğlu'na bırakmasıyla beyin ve kalp arasındaki ilişkiler gündeme geliyor.
Malum kadın-erkek halleri.
İzleyiciler de daha ziyade genç üniversiteliler. Haliyle konu onları daha ilgilendirir bir hal alıyor.
Bütün deneylerde erkek beyni kullanıldığı, kobayların hep erkek cinsinden seçildiği, beynin kendi cinsiyeti olduğu, testesteronun önemi, dişiyi cezbedebilmesi için doğanın erkeği donattığı, talep edenin erkek, kabul edenin ise dişi olduğu, ilişkiyi başlatanın da bitirenin kadın olduğu ama her zaman aynı kadın olmadığı, kabul edilmeyen erkek sirke sineğinin bile kendini alkole verdiği...
Kadınların kendilerini güldüren erkekleri, erkeklerinse kendisine gülen kadınları tercih ettiği...
Kadının ve erkeğin yaradılıştan kaynaklanan özellikleri ve birbirlerini anlamama hikâyeleri kahkahalarla dinleniyor. Çünkü anlatılanlarda herkes kendinden bir şeyler buluyor.
Kadınların çok konuştuğuna karşılık, maçların ardından sabahlara kadar maç yorumlayan erkeklerin muhabbetlerine(!) değiniliyor.
Serkan da sahne hakimiyeti bakımından Sinan'dan aşağı değil. Kendisini dinleyenler bir an bile gözlerini ayırmıyorlar sahneden.
Serkan'ın ardından Sinan Canan tekrar geliyor sahneye ve aşkın beyinde yarattığı etki ve devamındaki olumlu gelişmeler ile, o etkinin bağımlısı olup da üç ayda bir aşık olanları, her sene evlenip bir sonraki sene boşananları anlatıyor.
Beyinde kontrolü sağlayan korteksin işi hepsi işte.
Korteks eğitimliyse her şey normal seyrinde, yok değilse işler karışık...
Beyinde insanı kandıran bölgeyse amigdala ve erkeklerde daha büyük.
Alış-veriş canavarı kadınlar ve alış-verişin kadınlar üzerinde yarattığı İYİ OLMA hissiyatı da giriyor beyin faaliyetlerinin içine...
Beynin içine girdikçe derinliklerinde kayboluyoruz. Ve o derinliklerde Kuantum fiziğine rastlıyoruz.
Öyle ki Okan Bayülgen'in Komiser Şekspir filmindeki unutulmaz repliğinin son cümlesi "What is Matrix ulan bu!" cümlesi geçiyor aklımdan.
Sinan Canan da tam bunu diyor o an.
Matrix'den bahsediyor ve "Belki de hiçbirimiz gerçek değiliz. Belki her şey bir rüya..." diyor.
Kafaları iyice karıştırıyor...
İç bilinç, dış bilinçten önce öğreniyor her şeyi diyor. Okullardaki eğitim sistemiyle beynimizin içini unutup, beynimizin cahili olduğumuzu söylüyor.
Çocukları çok fazla analiz etmeyin diyor.
1-1,5 kg aralığında değişen bir ağırlığa sahip olan beynin çözümlemelerini ve çözümlenemeyenlerini dinledikçe, kendimizi keşfetmek ve varlığımızı anlamak adına birkaç kapı aralanıyor zihnimizde.
Ve fakat Ian Stewart'ın;
"Beynimiz, bizim anlayabileceğimiz kadar basit olsaydı, bizler yine onu anlayamayacak kadar basit olacaktık" sözündeki gibi, beynimizi hiçbir zaman anlayamayacağımızı da bilecek kadar karmaşık olduğumuzun farkında olduğumuzu da biliyoruz...
Sempozyumun sonunda Serkan Karaismailoğlu ve Sinan Canan'a teşekkürlerimizi sunarak vedalaşıyoruz...
NBeyin'i ziyaret etmek için tıklayın:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder