Gezi Parkı olaylarının ardından 6 Temmuz'da gözaltına alınan ve çıkarıldığı mahkemece tutuklanan ve daha sonra da tahliye olan bayrak satıcısı Ali Sarıçiçek haberini hatırlarsınız.
Hani ağlasın mı gülsün mü şaşırır ya bazen insan, işte bu da öyle bir durumdu.
Gezi Parkı eylemlerinde bayrak satmaya çalışan Ali Sarıçiçek'in maruz kaldığı davranışlar ve ardından gelen hukukî gelişmelere bakınca sanırdın ki sanki Ali kendi milletinin bayrağını değil, düşman bir ülkenin bayrağını satıyor...
Evinin geçimini bayrak satarak sağlayan Ali'nin karısı Merhamet'in açıklamaları ise değme konuşmacılara taş çıkartır güzellikteydi. Sözcükleri o kadar yerinde, konuşması o kadar doğal, bir o kadar da rahat ve akıcıydı...
"Tamam benim kocam örgüt kurdu. 7 kişiyiz, biz örgütüz. (Çocuklarını sayarak) 1-2-3-4-5 tane çocuğum var. Biz örgütüz" demesinden anlaşılacağı üzre ironide de gayet başarılıydı.
Kalabalığın olduğu her yerde bayrak satan kocasından, geçende de Kazlıçeşme'de bayrak sattığından, Başbakan'ın sözünü dinleyerek yaptıkları çocuklardan, mağduriyetse mağduriyetten, mazlumluksa mazlumluktan söz ediyordu.
Tane tane, sekmeden, çemkirmeden, çirkinleşmeden...
O günden bugüne yine bir bayrak krizinin içinde bulduk kendimizi.
Dün yerlerde sürüklenen bayrakçıydı, bugünse bayrağın ta kendisi.
Lice'de yol kesme eylemlerine müdahale sırasında çıkan olaylarda ölenlerden Ramazan Baran'ın cenazesi sırasında bir grup, 2'nci Hava Kuvvet Komutanlığı'nın nöbetçi kulübesini taşlarken, yüzü kapalı bir kişi de bayrak direğine tırmanarak asılı olan Türk bayrağını indirdi.
Yüzü gözü sarılı bu genç adam Türk milletinin en hassas yerini biliyordu ve bayrağa yöneliyordu.
Bilmiyor muydu ki Kıbrıs'taki gibi bir kurşuna da gelebilirdi.
Maksat hasıl olduktan sonra ne fark ederdi. Gelse de gelmese de artık o bir fenomendi...
Peki ya o kimdi?
Herhangi bir gösterici miydi?
Bayrağı indirişi öylesine miydi?
Yoksa, yoksa o da mı paraleldi?
****
"Bakın bayrağınızı da indirdik ve hala gıkınız çıkmıyor. Çıkarsanıza, vursanıza, saldırsanıza..." mı demekti bütün bu tahrikler?
Ya da; "Zorunlu yollananlardan başka hiçbirinizin yaşamak istemediği bu topraklar bayrağına kadar artık bizim" mi demekti?
Peki ya biz, bayrakçı kocasını savunan Merhamet kadar sağlam durabilecek miyiz bütün bu tahriklerin ortasında?
Aklımızla, fikrimizle, siyasî tepkilerimizle ve gereken tüm önlemlerimizle yapabilecek miyiz bunu?
Fırsat vermeden, tuzağa düşmeden ve sahip olduklarımızdan vazgeçmeden eski günlerdeki gibi 'bir' olabilecek miyiz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder