20 Haziran 2013 Perşembe

Tükettiğinin farkında mısın?

Bir önceki yazımda tükendiğinin farkında olmaktan bahsetmiş ve daha fazla tükenmeye izin vermemek gerektiğini söylemiştim ya;
Bu yazımda da tükenmek eyleminin diğer tarafına bakalım istedim.
İnsan kendi kendisine tükenmiyor malum.
Bir de tüketicisi var...
Hani Cem Karaca derdi ya "Beni siz delirttiniz!" diye.
Hani henüz 36 yaşında iken kendisini Boğaz Köprüsü'nden bırakan Sabancı Üniversitesi öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Dicle Kocaoğlu'nun köprü üzerinde terk ettiği aracında bulunan notta yazılıydı ya Çok acı var dayanamıyorum! diye...
Hayat içinde yaşananlar herkeste ayrı yer buluyor.
Farkındalığı olanlar haksızlıklara tahammülde ve hiçbir şey olmamış gibi yaşamakta zorlanıyor.
Genelden özele inip küçük küçük hayatlara 'zoom' yaparsak;
Pek çok kişi tüketici olarak yaşıyor aslında şu dünyada.
AVM tüketicileri değil dediğim, insan ve hayat tüketenlerden bahsediyorum ben.
İşte onlar gide gele küçük ısırıklar atarak bir kurt misali kemiriyorlar karşılarındakileri.
Yapma deyişlere aldırış etmeden, etme deyişlere kulak vermeden…
İçlerinde taşıdıkları güvensizlik ve huzursuzlukla ellerine geçirdikleri ne varsa lime lime ederek.
En çok da kendilerinde olmayan meziyetlere sahip olanlara haset ederek.
Aslında hayran oldukları ama kendi iç dünyalarında hayranlık ile kıskançlığın yenişemediği, çokça zaman kıskançlıklarını gizlemek için hayranlık cümleleri kurdukları, lâkin arada kıskançlıklarının galip gelmesiyle anlık zehirlemelerde bulundukları kişiyi yudum yudum tüketerek.
Hele de o tek tük zehirli sözlerin buzdağının su üzerindeki yüzü olduğunu biliyorsa zehirlenen ve bu kelimelerin çıkışına sebep olan esas büyük kütleyi görüyorsa aşağılarda, isyan ettiği zaman söylenecek olan sen beni yanlış anladın cümlesi kifayetsizdir artık tüketilen için.
Zehirleyenin için için hırslanarak ettiği kelamlar gıcık olduğu kişiyi aşağılara çekerek kendisiyle eşitleme ve dolayısıyla  huzura erme mücadeleleridir ve çok zaman neyi niçin yaptığının kendisi bile farkında değildir.
Birlikteliğine sebep olan meziyetleri teker teker ortadan kaldırınca geriye kalan tükenmiş varlığı ne kadar sevecektir oysa?
Bir HİÇ mi istiyordur karşısında yoksa?
Benim olsun HİÇ olsun mu diyordur?
Yoksa gıpta edilenin yanında olmuş olmak kendi yetersizliğini mi yüzüne vuruyordur an be an?
Ondan mıdır bu tahammülsüzlüğü?
Zehirlediği her andan aldığı haz mıdır 'mutluluk'tan anladığı?
Zehirleye zehirleye tükettiğinin tükenişini görmek midir?
Bu anlatımları bir belgeselden aklıma kalan somut bir görüntüyle özdeşleştirirsek;
Afrika'nın dev örümceği tarantulanın pusu kurduğu yuvasına giren yılanı zehirlemesi, zehrin etkisiyle yılanın iç organlarının püreye dönmesi ve bu püreyi örümceğin tüp çikolata emer gibi emmesi, yılanın içi boşaldığı için pörsümüş ve buruşuk bir kâğıda benzeyen derisini -çöpünü kapıya çıkartan bir insan misali- yuvanın dışına bırakarak yeni avlar için yuvaya dönmesi…
****
Konumuza dönersek;
Huzura ermenin yolu başka hayatlarla beslenmek, onları tüketmek ve sonunda da çöpe döndürmek midir?
Yoksa çoğaltmak ve çoğalttıklarınla birlikte çoğalmak mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder