İyi günde, kötü günde, ölüm sizi ayırıncaya kadar...
Evet, Evet, Evet, Evet..!
Ben de sizi şahitler huzurunda...
****
Hımm, “Ölüm sizi ayırıncaya kadar” demek....
Hey sen!
Sen hayat hakkında ne biliyorsun ki bu kadar uzun zamanlar için bu kadar büyük sözler verebiliyorsun?
Gözünü açtığından beri sana gözü gibi bakan insanların arasından ayrılıp, gün gelip senin gözünü çıkartabilecek bir insanın yanına koşa koşa gidebiliyorsun.
Ve fakat; iyi ki de bilmiyorsun...
Bilsen ki; o insan senin hem en yakının, hem en uzağın olacak.
Bilsen ki; hem geçmişini teslim edip, hem geleceğini bağladığın, hem umutların, hem hayal kırıklıkların, hem sahibin, hem de sahipsizliğin olacak.
O zaman bu kararı hiçbir zaman veremezdin belki de...
****
Her şey ilk günlerdeki gibi olmuyor elbette.
Doğanın kanunu bu.
Yeni taşındığın ev, yeni aldığın ayakkabı, yeni edindiğin her ne varsa hepsi senin olduğu andan itibaren yeniliğinin verdiği heyecanı yitirmeye başlıyor.
Tabi eğer sen sahip olduklarına değer vererek özen gösterirsen seninle olan yolculukları uzun sürüyor.
Yok, hoyrat davranıp savurganlık edersen, bir zaman sonra sen onu çöpe atmadan o kendi yerinde yeller estiriyor...
İsmi olsa da cismi olmuyor.
Cismi olsa da senin işine yaramıyor.
Yani kısacası YOK oluyor...
Kim bilir, belki de sahip olurken yaşanan zorluklardır sahip olunanı daha kıymetli kılan.
Tabii çocukluğundan beri her istediği oyuncağı yerlerde tepine tepine ağlayarak aldırıp, 1 saat sonra da fırlatıp atanlardan değilsen...
İşte insan ilişkileri de aynen böyle.
Başlarken birbirinden hoşlanması, derin sevgisi ve büyük aşkıyla çıkıyor herkes yola.
Bazısı kaşını gözünü seviyor karşısındakinin, bazısı huyunu suyunu, bazısı da kendi hayallerinde yarattığı o mükemmel aşığı...
İlgi duyduğu kişinin hakikatlerini göremeyenler içinse gerçeklerle yüzleşmek pek de uzun sürmüyor.
Bir türlü tarif edilemeyen aşkın apar topar bitmesi de bu gerçeklerle yüzleşmek olsa gerek...
Tarla Kuşuydu Juliet oyununu hatırlarsınız belki. Bu oyunda Shakespeare'in yüzyıllardır insanları gözyaşına boğan karakterleri Romeo ve Juliet, farklı bir kurgulamayla günlük yaşantı ve çığrından çıkmış bir evlilik içinde ele alınıyor. İntiharın eşiğinden döndükten sonra evlenip bir de çocuk sahibi olan "kıdemli aşıklar" kimsenin öngöremediği bir hayatı sürdürüyorlar.
Bu yaşananlar sayesinde Rome ve Juliet'in gerçek yaratıcısı Shakespeare bile mezarında ters dönüyor ve olaylara müdahale etmek üzere eve geliyor.
Yani kısacası hayatın gerçekleri Romeo'yu da Juliet'i de dümdüz edip geçiyor...
Bu kötü örneği gözardı edersek; kendi gerçeklerini saklamayan, karşısındakiyle ilgili boş hayallere kapılmayan, hem ruhsal hem de tensel anlaşabilen aşıkların aşklarını an be an çoğaltmaları işten bile değil...
****
Matematik dersinde pek çok kişinin başına dert olan havuz problemlerini bilirsiniz.
Ben'ce; problemlerdeki havuz gibi sevgi havuzuna akıttıkları suyun miktarıyla boşalan suyun miktarını dengeleyebilen insanlar, hayat içindeki günlük tasalardan, sıkıntılardan ve eskimişliklerden de pek etkilenmiyorlar.
Akan su boşalandan fazlaysa taşkınlığa ve bıkkınlığa, boşalan su akandan fazlaysa da soğukluğa ve kuraklığa sebep olabiliyor.
Böylece havuzdaki bu aşk zaman içinde 'yudum yudum' çoğalabiliyor da, 'yudum yudum' azalabiliyor da.
Yudum yudum çoğalan, ilmek ilmek dokunan birliktelikler de ha deyince yıkılmıyor...
Herkes farkında mı bilmem ama havuzdaki suyu hızlı boşaltmanın en kestirme yolu yapılan saygısızlıklardan geçiyor.
İçinde saygı barındırmayan bir sevginin inandırıcılığını sorgulamaya başlayan insan, kendisine yapılan her saygısız davranışla bir mum gibi erimeye başlıyor.
Bir şıp, bir şıp daha, bir şıp daha.
Ve sonra şıpır şıpır derken bir bakmışsınız içinizdeki aşkınız da, sevginiz de her şeyiniz eriyip bitmiş....
Ondan sonrası da; ya aynı çatı altında birisi diğerinin yolunda, ya aynı çatı altında herkes kendi yolunda ya da ayrı çatılar altında bambaşka yollarda...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder