20 Ocak 2012 Cuma

Kar herkese aynı mı yağar?

Şu aralarda gündem her ne kadar fazla yoğunsa da bütün muhabbetler gelip hava durumunda düğümleniyor.
Karın bastırmasıyla birlikte tatil edilen okullar, arap saçına dönen trafik, soğuktan donma noktasına gelen insanıyla-hayvanıyla sokakta yaşayan bütün canlılar.
Tabii bu arada kayak sevdalıları için kar kalınlığının artışı en sevindirici haber oluyor.
Karla haşır neşir olduktan sonra kendini sıcak bir yere atabilecek olmanın güvencesi karın eğlencesini sonuna kadar yaşatır insana elbette.
İnsan sıcak evinde rahat koltuğundaysa kar yağışını izlemesi de güzeldir.
Ayağını sıcak tutan potinleri ayağındaysa bembeyaz köpük gibi karlar üzerinde yürümesi de güzeldir.
Ve fakat içi dışı yeterince sıcak değilse, üstelik bir de ısınmanın faturasını ödemekte zorlanıyorsa, bir an önce havaların kendiliğinden ısınmasını bekler durur...
****
Bence bu soğuk havalarda sıcak bir mekânda yaşıyor olabilmek insanlar için de, hayvanlar için de en büyük lüks.
Kış günü gelen misafire edilebilecek en makbul ikram “sıcak” olan her ne varsa o demezler miydi? Öncelikle sıcak bir ortam, sonra da taze demlenmiş sıcak bir bardak çay...
Soba üzerinde hışırtılar çıkartarak kaynayan çaydanlığın sesi hepimizin hafızasında hâlâ daha taptazedir. Sabah kahvaltısında kızarması için sobanın üzerine dizilen ekmeklerin kokuları, akşam yemeğinden sonra yenilen mandalinaların sobanın üzerine bırakılan kabuklarının kokuları ve tabii ki olmazsa olmaz kestaneler...
Son olarak da bu görüntüyü tamamlayan sobanın kenarına kıvrılıp uyuyan evin tembel kedisi.
Her ne kadar artık kaloriferden vazgeçmek mümkün olmasa da sobanın yeri bir başka deriz her zaman. Bunu derken sobalı evlerin meşakkatlerini de şöyle bir hatırlayalım derim...
Sonbaharda evlerin önüne yığılan odunlar, kömürler. Odun kesme makinelerinin kulak tırmalayan sesleri, kesildikten sonra baltayla parçalanan odunların evlerin içine taşınması, düzgün bir şekilde odunluğa dizilmesi. Kömür sobalarının haşmeti, özellikle de kovalı sobaların insanı Kül Kedisin'e döndüren kül boşaltma eziyeti...
Sobadaki ateşin zaman zaman pat pat pat pat sesleriyle canlanması, bazen bacanın çekmemesinden dolayı bir türlü tutuşamaması, için için yanması, bazen de rüzgârın ters esmesinden dolayı bütün dumanın odaya dolması.
Herkesi sobanın olduğu tek odada buluşturan o evlerden herkesin kendi odasında yaşadığı, mutfağa ya da tuvalete koşa koşa gitmenin ne demek olduğunun hiç bilinmediği kaloriferli evlere gelineli çok zaman oldu.
Soba nedir bilmeyen sıcak delisi kediler de kalorifer üstlerine tünedi.
****
Sıcak evlerde yaşayan evcil hayvanlar sokaklarda yaşayan hemcinsleri gibi soğuktan donmama ve açlıktan ölmeme derdinde değiller. Her ne kadar onlar kadar özgür değilseler ve sosyal hayatları da sokaktakiler kadar hareketli değilse de, en azından karınları tok ve üşümüyorlar.
Şehrin sokaklarında yaşayan sahipsiz hayvanlar bu soğuklarda ne yapıyorlar, nerelerde besleniyorlar diye düşünüyoruz hepimiz. Belki pek çoğu soğuktan ya da açlık ve susuzluktan telef olup gidiyorlar.
Barınaklara alınanların hali ise dışarıda yaşayanlardan çok daha beter. Buz gibi betonlar üzerinde ve üstelik zincirlenmiş halde bekletiliyorlar. Belki pek çoğu da oralarda ölüp gidiyor.
Bireysel olarak bir şeyler yapsak ve en azından evlerimizdeki yemek artıklarını çöpe atmasak da sokağımızda yaşayan hayvanlara versek diyorum. Böylece hem çöpümüzün daha az çıkmasını sağlarız hem de bir çok canın açlıktan ölmemesini.
Bir ekmek kırıntısının dahi çöpe gitmesine izin vermesek mesela. Ekmeği keserken dökülen o kırıntıları cam kenarlarına koysak. Buna alışan kuşlar dört gözle bekleyeceklerdir o kırıntıları.
Yaz sıcağında yaptığımız gibi belli yerlere su dolu kaplar koymayı da ihmal etmemeli tabii ki.
****
Çadırda yaşayan depremzedesiyle, şantiyelerdeki barakalarda yaşayan işçileriyle, evinde ya da sokakta yaşayan bütün insanlarıyla, bütün hayvanlarıyla kış mevsiminin tam ortasındayız.

Bu yazımda;
Yakınlarımızda bir yerlerde üşümekten uykuya dalamayan insanların da olduğunu hatırlayalım istedim.
Bir lokma ekmek için bekleşen kedileri, köpekleri, kuşları unutmayalım istedim.
Onlar için yapılabilecek -minik de olsa- bir şeylerimizin olduğunu anlatayım istedim.
Kışın tam ortasındayız ama şunun şurasında şubata ne kaldı. Şubat zaten kısa, ondan sonrası mart. Martı da "kazma-kürek" yakmadan
 atlattık mı hayırlısıyla bahardayız.
Bahara Allah kerim...
Hadi biraz daha gayret...


Soğuk havayı soğuklardan gelen bir fıkra ile ısıtalım:


KUTUP AYISININ OĞLU!!
Yavru kutup ayısı babasının yanına gelip sormuş:
"Baba, ben gerçekten kutup ayısı mıyım?"
"Elbette yavrum, nereden çıkardın bunu?"
Yavru ayı bu sefer annesinin yanına gitmiş ve sormuş:
"Anne ben gerçekten kutup ayısı mıyım?"
"Tabii evladım kutup ayısısın." "Allah Allah!!" deyip yeniden babasının yanına gitmiş yavru ayı ve bir daha sormuş babasına:
"Baba Allah aşkına doğru söyle, beni evlatlık falan almadınız değil mi? Yani ben sizin öz oğlunuzum."
"Oğlum, sen manyak mısın, dedim ya sana bizim oğlumuzsun diye!!"
Bunun üzerine yavru ayı feryadı basmış:
"Donuyorum ya donuyorum!!!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder