Sonsuza kadar yaşamak mümkün olsaydı eğer üreme gibi bir derdimiz de olmayacaktı muhakkak.
Üreme derdinin olmadığı bir hayatta da ne bebeklik, ne çocukluk, ne gençlik ne de yaşlılık gibi mefhumlar da olmayacaktı.
Herkesin aynı yaşta sabit kaldığı, herkesin sağlıklı ve herkesin iyi olduğu, kötünün ve kötülük kavramının olmadığı, her insanın her zaman aynı işi yaptığı, hiç kimsenin fazla üzülmediği ya da hiç kimsenin fazla sevinmediği bir hayat...
Ve tekdüze insanlarla yaşanan tekdüze bir hayatın tekdüzeliğinin dahi farkında olmayan tekdüze bir topluluk...
Ya bizim hayatımız? Bizim hayatımız öyle mi ya...
Öncelikle doğum var.
Ve her şeyin sonunda ölüm var...
Doğum ile ölüm arasında da; çok zaman acısı biraz fazla, nadiren coşku dolu, genellikle de sıradan günlerle yaşanan bir ömür var.
****
Yaşanan bu ömür içerisinde her birey her ne kadar kendisi ve yakınları için kıymetliyse de, bazı insanların varlığı pek çok kişi için ziyadesiyle kıymetli oluyor.
Onların varlığı dünyanın ve insanlığın kader çizgisi üzerinde belirleyici rol oynuyor.
Kendilerine bahşedilen ömür içerisinde tekdüzeliği delen, sınırları zorlayan, tarih yazıp tarihe mal olan, bütün kavramların üzerine çıkan, sıra dışı ve seçilmiş insanlar olarak yaşıyorlar.
13 Ocak’ta işte bu seçilmiş insanlardan ikisini art arda kaybettik.
Onlardan birisi bugün Büyükada’da defnedilecek olan, Türk bir anne ile Rum bir babanın oğlu, ömrünü Türkiye’de Türklerle geçirmiş, dört yıllık askerliğinden evlenmesine ve üç çocuğunun doğumuna kadar acı-tatlı her anını Türklerin arasında yaşamış, Küçükandonyadis soyadını gururla taşımış, Fenerbahçe’nin efsane futbolcusu, nam-ı diğer ‘ordinaryüs’ü, Lefter...
Göreceksiniz; tuttuğu takımın rengi ne olursa olsun, dini-dili-kanı ne olursa olsun, herkesin can-ı gönülden sevip saydığı bu adamın cenazesi nasıl bir ömür yaşadığının da bir göstergesi olacak.
İnsanlar O'na olan sevgilerini ve vefalarını Onu son yolculuğuna uğurlarken bir kez daha gösterecekler...
Kaybettiğimiz bir diğer seçilmiş kişi de Salı günü defnedilecek olan Kıbrıs aşığı ve Kıbrıslılar’a Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni armağan eden Rauf Denktaş.
Rum asıllı Lefter'in ömrü nasıl Türklerle bir arada geçtiyse, Türk asıllı Denktaş'ın ömrü de Rumlarla geçti.
Birbuçuk yaşındayken annesini kaybeden, anneanne ve babaannesi tarafından büyütülen Denktaş, 50’li yıllarda Enosis ve EOKA’nın Kıbrıs Türkleri’ne uyguladığı tedhişler karşısında direnişlere yön vererek uzun mücadeleler sonunda Kuzey Kıbrıs’ı Rumlar’dan arındırdı.
Hastalığının son evrelerinde sürekli Rumca konuşan bu adam yıllarca Rumlarla içiçe yaşamıştı. Çocukluğunu ve gençliğini birlikte geçirdiği Rum arkadaşları, Rum komşuları vardı.
Eğer ki Kıbrıs’ta o terörizm ve o katliamlar yaşanmamış olsaydı böyle bir mücadeleye ve böyle bir ayrışmaya gerek kalmayacaktı.
Rum-Türk demeden herkes Kıbrıslı olarak yaşayacaktı.
Denktaş da kendi mesleğinden arta kalan zamanlarda elinde fotoğraf makinesiyle dünyayı fotoğraflayacak, belki de dünya Onu fotoğraf sanatçılığıyla tanıyacaktı...
Denktaş birlik ve beraberlik görevini salı günü yapılacak cenaze töreninde bir kez daha yerine getirecek ve Türküyle Rumuyla herkesi bir araya toplayacak.
İnsanlar O'na olan sevgilerini ve vefalarını O'nu son yolculuğuna uğurlarken bir kez daha gösterecekler...
****
Lefter Küçükandonyadis ve Rauf Denktaş.
İki ‘Adalı’, iki ‘Rum’, iki ‘Türk’, iki ‘Seçilmiş Adam’....
Dünyaya misafir oldukları süre içinde insan gibi insan olmanın örneği olan bu iki adam, kolkola girerek aynı gecede terk-i alem ettiler.
Kim bilir, belki de gittikleri alemde kâh Rumca, kâh Türkçe şarkılar söyleyerek dünya barışına kadeh kaldırıyorlardır.
Bizden de size;
"Şerefe Adalılar, şerefe...."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder