Okullar henüz daha kapanmamış, tatilde gidilen köylere henüz daha gidilmemiş, zeytinliklere, bağlara bahçelere henüz daha yayılmamışken, manav tezgâhlarında sergilenmeye başlayan yeşil can erikleri nasıl da ağzımızı sulandırırdı.
O mevsimde manavda fahiş fiyatla satılan erikleri bahçeli evlerin bahçe duvarlarından taşan dallarından yemek her zaman çok ama çok daha ekonomik idi.
Lâkin bahçeleri çevreleyen duvarlar ne kadar da yüksekti!!
Duvarlardan taşan erik dolu dallarıyla bize özencik yapan ağaçların eriklerine ulaşmanın tek yolu yerden topladığımız taşları eriğin sapına isabet ettirebilmek ve kopan erikleri bahçeye değil de sokağa düşürebilmekteydi.
Ev sahibine yakalanmadan yapılan bu operasyonlarda isabet kaydetme oranı operasyon yapma sıklığıyla artıyordu.
Okulda öğrendiğimiz "Meyve Veren Ağaç Taşlanır" deyimi hakikaten ne kadar da doğruydu. Ağaç meyve vermişti ve işte biz de taşlıyorduk..
Meyvesiz ağaçta ne işimiz vardı...
****
Büyüdükçe öğrendim ki meğer bu deyim hayatın kendisiyle ne kadar da örtüşüyormuş. Bütün atasözleri ve deyimler gibi o da zamanın imbiklerinde damıtılıp ortaya çıkanlardanmış.
****
Meyve veren ağaçları taşlayan çocuklar gibi kendilerinden üstün gördükleri insanları taşlayan insanlar da var ne yazık ki...
İnsanın içindeki haset etme ve kıskanma duygusu çığrından çıkmaya başladığı zamanlarda kendisine ya da karşısındakine zarar vermekten zerre kadar imtina etmez hale gelebiliyor.
Gözü kararıyor, içindeki hırsı dizginleyemiyor.
Haset eden insan hayatı bir savaş gibi gördüğünden olsa gerek, bu savaşta yenilebileceğini ve bu savaşı kaybedebileceğini varsayıyor.
Yenilmemek adına da elindeki bütün silahları kullanıyor.
Hileler, şikeler, dopingler, yağcılıklar, yalakalıklar, bildiği her ne kadar desise varsa hepsini kuşanıp savaş meydanına çıkıyor..
Bütün bu silahlarına rağmen, düşmanıyla baş edemediği zamanlarda da düşman gördüğüne çelme takmaya, bel altından vurmaya, çamur sıvamaya, taş atmaya başlıyor...
Kendisini birisinin ya da bir olayın karşısında güçsüz hissettiği durumlarda yapıyor bunu aslında. Kendisi farkında olmasa da, bütün bu hileler ve bütün bu taş koymalar sadece onun kendi güçsüzlüğünü gösteriyor.
Ağacın bütün doğallığıyla meyvesini vermesi ne kadar normalse, yüksek duvarlar karşısında meyveye ulaşmaya çalışan çocuğun taşa sarılması da o kadar normaldir.
Çünkü çocuk küçüktür, duvarlar ve dallar ise yüksek. O yüksek duvarlar ve yüksek dallar karşısındaki çocuk da aciz...
Boyunun uzaması ve yaşının büyümesiyle birlikte çocuk artık meyve taşlamayı bırakır. Uzanabildiği ve ulaşabildiği yerler gittikçe çoğalmıştır nasılsa. Artık taş atmasına hacet yoktur.
İnsanları taşlayan insanlar da bütün bunlara harcayacakları enerjiyi kendi iç dünyalarını geliştirmeye harcamış olsalar, her zaman iyinin de iyisi olabileceğini, bükülemeyen bir bileğin öpülmesi gerektiğini ve takdir edebilmenin de bir erdem olduğunu anlarlardı.
Görüyorum da; kendilerine güveni olmayan insanlar genellikle diğerlerinden daha yukarıda olabilmek adına kendilerinden yukarıda olanların eteklerinden tutup onları aşağıya çekeliyorlar. Aşağıya çektiklerinin üzerine basarak ulaştıkları mertebeyi de hak bayram sanıyorlar.
****
Ben'ce; bütün öğrencilerin zayıf olduğu bir sınıfta birinci olmak nasıl büyük bir başarı değilse, bütün öğrencilerin güçlü olduğu bir sınıfta sonlarda olmak da büyük bir başarısızlık değildir...
Bir elimizdeki beş parmağımız bile nasıl aynı seviyede yaratılmamışsa ve hepsinin nasıl farklı bir işlevi varsa, insanlar da bu farklılıklarıyla birbirlerini tamamlayarak toplumu oluşturuyorlar.
Herkes elini taşın altına sokar, birbirine haset edeceğine birbirine emek verirse, verdiği her emek de, ettiği her haset de kendisine kat be kat dönecek; eden ettiğini bulacak, giden gittiğiyle kalacaktır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder