22 Kasım 2011 Salı

Bir çocuğun gözünden...

İnsan henüz küçük bir çocuksa onun için bütün mesafeler çok uzun, bütün merdivenler çok dik, bütün raflar çok yüksek, bütün kapı zilleri ulaşılmaz, bütün şekerlemeler, bütün çikolatalar vazgeçilmez ve uzun günlerde zorla yatırılan öğlen uykuları dayanılmazdır.
Onun için yaz günleri bitmez, kış geceleri tükenmezdir.
Pazartesiden cumaya, cumadan pazartesiye ağır ağır sürüklenen okul günleriyse hiç geçmezdir.
Anneler çok şişman, anneannenler-dedeler çok yaşlı, ağabeyler-ablalar çok büyük, babalar ise en en en büyüktür.
Ve sen hepsinden küçüksündür.
Hem de küçücüksündür.
Adımların minik, boyun kısa, sesin cılız, bedenin zayıf, bakışların ürkektir.
****
İlkokulda iken Orman Bölge Şefi’nin oğlu ile aynı sınıftaydım. Ya ders çalışmak ya da bahçelerinde oynamak için zaman zaman onlara giderdim. Orman Bölge Şefliği bizim eve ÇOK uzaktı. O kadar çok uzaktı ki, ben yürürken o ev gittikçe uzaklaşır, sanki benden kaçardı.
Her adımımda oraya bir türlü ulaşamayacağımı düşünürdüm...
Evden çıkarken annem hep 'çok dikkatli' olmamı tembihlerdi.
O dönemlerde karşıdan karşıya geçerken dikkat etmem gereken trafik keşmekeşi yoktu belki ama her türlü küçük taşımacılık için kullanılan at arabaları da oldukça tehlikeliydi.
Benim için o yaşta Cumhuriyet Alanı’nın diğer tarafına kendi başına geçmek büyük cesaret isterdi mesela.
O 'alan’dan ötesi bana bambaşka bir memleketmiş gibi gelirdi.
Ve büyük teyzemler o bambaşka memlekette yaşıyorlardı.
Anneannem genelde bizimle kalırdı.
Zaman zaman da diğer teyzemlere giderdi.
Bizden gideceği zaman gideceği yere kadar çantasını taşıma işi bana düşerdi.
Mantosunu giyer, siyah krep kumaştan başörtüsünü başına bağlar, eğer hava soğuksa atkısına sarınır, küçük kahverengi çantasını bana verir ve birlikte Cumhuriyet Alanı’ndan geçerek büyük teyzemlere giderdik.
O'nu teyzemlere bıraktıktan sonra o yoldan geriye tek başına dönme sınavını her seferinde başarıyla verirdim..
Çok şükür ki diğer teyzeme gitmek kolaydı. Evleri Cumhuriyet Okulu’nun karşısındaydı. Aynı adadaydık yani. Ne cadde, ne de sokak atlıyordum onlara giderken. Kaldırımdan inmeye dahi gerek yoktu.
Sadece yolda büyük bir tehlike vardı.
Çocukları çok seven Kahveci İhsan Amca!
Kendisinden kaçarken Yoğurtçu Sebahattin’den aldığım ve eve gelene kadar kaymaklarını bitirdiğim yoğurtları birkaç kez dökmüşlüğüm vardır.
Dünyam o kadar küçüktü ki; İmaret Camii, Canbolu mahallesi, Esentepe, Hastane, Lise... Hepsi benim için çok uzak yerlerdi.
Cezaevinin nerede olduğunu dahi bilmiyordum...
****
Ortaokula başladığım sene henüz 10 yaşındaydım. Okula gittiğim o ilk günü hiç hatırlamıyorum. Belki ablam ile gitmişizdir, belki de yalnız.
O zamanlar bana çok uzak gelen o yolun ben büyüdükçe ne kadar kısaldığını, liseye geldiğimde de arkadaşlarımla güle oynaya geldiğim yol bitmesin diye farklı yollardan dolaşa dolaşa o yolu nasıl uzattığımı çok iyi hatırlarım.
Ben büyüdükçe her şey küçülmeye başlamıştı sanki. Yollar kısalmış, ziller alçalmıştı. Günler uçarcasına geçiyordu. İnsanlar da artık eskisi kadar yaşlı değillerdi.
On üç yaşlarındayken on sekiz yaşlarında olanlara gıptayla bakardım da, kendim o yaşa geldiğimde değişen hiçbir şey olmadığını büyük bir hayal kırıklığı içinde gördüm.
Sabırsızlıkla beklediğim on sekiz yaşımın üzerinden geçen on yıllar, o anda yaşadığım hayal kırıklığını çoktan unutturdu.
Yerini yenileri aldı...
On'lu yaşlarda olanlara çok küçük, yirmiler ve otuzlarda olanlara çok genç dediğim günlerdeyim artık.
Yaşlılık yaşı için ise henüz bir fikrim yok :)
Demek ki bütün değerlendirmeler kişinin yaşadığı günlerle ve zamanla değişiyormuş.


Bugün Dünya Çocuk Hakları Günü
Okuduğunuz yazıda; çocukluğunu neşe içerisinde geçirmiş, çocuk olma hakkı hiçbir zaman gasp edilmemiş, ailesi tarafından çok sevilmiş bir çocuğun gözünden -kendisine göre çok büyük ama aslında çok küçük- dünyayı algılayışını anlattım.
Dilerim ki bütün çocuklar çocukluklarını ve gençliklerini doyasıya yaşayabilsinler.
Yaşayabilsinler ve sağlıklı erişkinler, gözü arkada kalmamış büyükler olabilsinler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder