Okullar açılıp da sınıflara doluştuğumuzda öncelikle sınıfımıza bir başkan seçerdik değil mi? Sonra da Eğitsel Kollar’da hangi ‘kol’a kimin gireceği seçilirdi.
Sen Kızılay Kolu’na, sen Gezi Kolu’na, sen Tiyatro Kolu’na!
Ve diğer kollara…
Herkes girdiği ‘kol’da bir takım çalışmalar yapardı. Girdiği o ‘kol’a meraklı olup olmaması pek de önem taşımazdı. Önemli olan seçtiği ya da seçildiği kolda öğrenecekleri ve uygulayacaklarıydı.
Zaman zaman Kızılay Kolu’na seçilerek 19 Mayıs ya da 23 Nisan gösterileri sırasında izleyicilere Kızılay pulları sattığımız da oldu, zaman zaman Tiyatro Kolu’na girerek tiyatro çalışmalarında yer aldığımız da.
Bizim için o günler geçti, büyüdük ve bir ay kadar önce ülkemize bir baş(ba)kan seçtik. Bugünden bir önceki gün de başbakan kendi yardımcılarını ve diğer bakanlarını seçti.
O bakanlıkların başına getirilenler neye istinaden o makamların başına getirildiler, o makamlara sahip olmak için onlarda aranan özellikler neydi bilmiyorum ama “sadece ama sadece kadın”dan sorumlu bir bakanlık olmaması, kadın sorunlarının Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kapsamına alınması ilgi çekiciydi. Seçilen dört başbakan yardımcısı ve yirmi bir bakanın arasında tek kadın olan Fatma Şahin de o bakanlığın başına getirildi.
Kadınların bu kadar kolayca katledildiği bir memlekette ‘kadın’dan sorumlu bakanlıktan ziyade ‘erkek’ten sorumlu bakanlık açmak aslında belki de en iyisidir. Belki de erkekleri eğitmiş olmak en azından kadına şiddet sorununu temelinden halleder.
Yoksa kadınların kendi kendilerine attıkları imdat çığlıkları erkekleri durdurmaya yetmiyor. Üstelik bir de çığlık attılar, şikayetçi oldular, gösteri yaptılar diye suçlanıyorlar. Şikayetçi oldukları erkekler tarafından ‘Sen beni nasıl şikayet edersin?’ denerek darp ediliyorlar. Darp edilmekten öteye geçilerek acımasızca öldürülüyorlar…
Bu durumlarda kadını korumak için Kadın Bakanlığı’nın pek bir etkisi olmuyordu nasılsa. Kadınların sesine ses vermeyen, dertlerine derman olmayan bir bakanlığın göstermelik bir bakanlık olarak bulunmasının kimseye bir yararı yoktu. Hâttâ o bakanlıkta çalışan kadroların maaşlarını ve bakanlığın giderlerini düşünürsek zararı bile vardı. Hakikaten de kapatmak en iyisi olmuş.
Ha bir de Kültür ve Turizm Bakanlığı var. Aslında başlı başına bir Kültür ve Sanat Bakanlığı olması gerekmiyor muydu? ‘Kültür’, Turizm Bakanlığı’nın içine dahil edilmiş. ‘Sanat’ın ise S’si yok.
Peki ya ‘sanat’a ne oldu?
Peki ya ‘sanat’a ne oldu?
Ne müziğe, ne heykele, ne baleye, ne sinemaya, ne resme, ne de sanatın diğer dallarına ihtiyacımız yok artık demek ki.
Resim sergisindeki bir yağlı boya tablonun göğüs dekoltesinden rahatsız olup, tablodaki kadın figürünün dekoltesini boğazına kadar boyatarak kapattırabilenlerin sanattan ne kadar anladıklarını düşünüyor insan. Minicik bir dekolteye dahi tahammülü olmayanların ‘nü’ tablolar hakkında ne düşünebileceklerini hele hiç sorgulamayalım.
Bilenler bilir, bir resim sanatçısının belki de en zor çalışması anatomi çalışmasıdır. Ha insan ha hayvan fark etmez. Vücuttaki o kasları, o kemikleri, o duruşu ve tenin rengini tuvale aksettirebilmek marifet ister. Bin bir fırça darbesiyle oluşturulan o görüntünün duyarsızca ve sanki bir badana yaparcasına kapattırılması, sanatın da kadının da üzerinin aynı duyarsızlık ve hoyratlıkla kapatılmaya çalışmasına benzemiyor mu sizce de?
Bu dünyada kadın da, sanat da gereksiz şeyler sanki. Hele de sanatı icra eden kadınsa ve o sanatın içinde yer alan görüntü de ‘kadın’a aitse yapılacak tek şey ikisini de görmezden gelerek ikisinin de üzerini örtmek.
Bütün canlıları yaratanın tek bir yaratan olduğunu düşünürsek, kimsenin kimseyi beğenmemeye ve beğenmediklerini de ortadan kaldırmaya hakkı yoktur sonucu çıkıyor.
Kadın da, sanat da milyarlarca yıldır varlar ve var olmaya devam edecekler.
Kimse bunu ‘YOK SAY’ seçeneğine tıklar gibi tıklayarak yok sayamaz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder