Kapalı kapılar ardında neler yaşanıyormuş, neler konuşuluyormuş, ne pazarlıklar yapılıyormuş da haberimiz yokmuş.
Gün geçmiyor ki ortaya yeni bir haber düşüp de diğer her şeyi unutturuversin.
Son patırtımız da 'şike' üzerine koptu.
Oluşan bu girdap daha kimleri kimleri içine çekecek bakalım...
Biz sıradan vatandaşlar oturduğumuz yerden olanları hayretle izliyoruz.
Maçlara gidip sesleri kısılıncaya kadar slogan atarak takımlarını destekleyenler, gol attıklarında çılgınca sevinip, yediklerinde çocuk gibi üzülenler, diğer tarafın taraftarlarıyla kıyasıya kapışanlar, sıradan muhabbetlerde bile söz konusu taraftarlık olduğunda tuttukları takımları için en yakın dostlarıyla dahi kavgalı hale gelenler, takımlarının renklerine aşık olanlar, takımlarının logolarını vücutlarına dövme yaptıranlar, maçlar öncesi tahmin kuponlarını büyük heyecanlarla ve büyük umutlarla dolduranlar...
Ne oldu şimdi, hepsi boşa mı gitti?
Her şey aslında danışıklı bir dövüş müymüş? Yenenler de yenilenler de her şeyi kuralına göre mi oynuyorlarmış? Biz seyirciler de bu oyunun en masum figüranları mıymışız? Yani bütün maçların sonucu baştan belli miymiş? Parayı bastıran şampiyonluğu mu alıyormuş? Şampiyonluk takımın geliriyle doğru orantılı mıymış?
Şu durumda şikeyi yapan tek bir takım olamaz değil mi? Nihayetinde o maçlar kendi kendine oynanmadı. Galip gelinen her maçta bir de mağlup vardı. Ve mağlup olunduğunda da bir galip. Bazen de zararsızca bir beraberlik...
Ne yapıp yapmadıkları tam olarak bilmiyoruz ama eğer ki böyle bir şey yapılmışsa en büyük ayıp kendi taraftarlarına karşı yapılan bir ayıptır. O taraftar ki; onurlu bir kaybeden olmayı onursuz bir kazanan olmaya her zaman tercih etmiştir.
Tuttukları takımlarının başkanından oyuncusuna kadar her bireyine sahip çıkmaya çalışan bu insanlar böyle bir lekeyi hak etmediler.
Bu lekelenme bana Özdemir Asaf'ın bir sözünü hatırlattı;
'Bütün renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.'
Ve ardından diğer renkler de bu kirlenmeden nasibini alacaklardır.
Sporun içine bu kadar hile karışmışsa, her şey sahnelenen bir oyundan ibaretse, bütün amaç kimin daha fazla parayı kendi hesabına atacağıysa, bu memlekete yazık olmuş demektir.
Atatürk'ün; 'Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlâklısını severim.' sözü işte şimdi tam olarak yerini bulmuştur.
Yok, eğer ki ortaya atılan her şey hain bir senaryonun parçalarıysa, dürüstlük ve açıklık değerleri öne sürülerek gerçekte başka hedeflere varılmak isteniyorsa, bu memlekete çok daha fazla yazık olmuş demektir.
Pasta büyük olunca kavga da böyle büyük oluyor galiba.
Sadece futbolda mı yaşanıyor bu al gülüm-ver gülüm durumları sanki? Daha bilmediğimiz neler var acaba diye düşünmüyor musunuz?
Deniz Feneri adı altında yardım parası toplayanların, topladıkları paraları kapalı kapılar ardında nasıl da kendi hesaplarına aktarıverdikleri çıkıyor ortaya bir yandan. Bir yandan Meclis'te 'yemin etmem' diyenlerle yemin etme pazarlıkları yapılıyor. Sonra her şey ortalara saçılıyor.
Pazarlıklar aleyhte delil olarak kullanılmaya başlanıyor.
Nasıl oluyor da her iki tarafın da dahil olduğu pazarlıktan birisi mağrur, birisi mağdur olarak çıkıyor o da ayrı bir muamma.
Sanki önce pazarlık zeminleri oluşturuluyor, sonra pazarlıklar yapılıyor, sonra yapılan pazarlıklar uygulamaya konuluyor, sonra birisi oyunbozanlık ederek diğerini halka müzevirleyiveriyor. Masum halkın aklına da 'Ya o anda sen neredeydin?' sorusunu sormak gelmiyor. Hep birlikte müzevirlenenin üzerinde tepinilmeye başlanıyor.
Kapalı kapılar ardında yapılan her pazarlığın eninde sonunda bir yerlerde ayaklara dolanacağını unutmadan yaşamak lâzım belki de.
Her zaman ama her zaman kazanan olmaya programlanmamalı insan.
Kazanmak için bütün değerleri yok saymamalı.
Kazanmak için bütün değerleri yok saymamalı.
Yeterince iyi ya da yeterince şanslı olmadığında kaybedebilmeyi de bilmeli.
Bükemediği bileği öpebilmeli...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder