Derin uykusundan uyanıyordu ara sıra, sonra tekrar uykunun hem karanlık hem de büyülü sokaklarına dalıyordu.
Her sokakta bir başka kadın yaşıyordu o karanlıklarda. Hangi sokağa girse o sokağın lambaları yanıveriyordu aniden. Güneş parlıyor, mehtap gökyüzündeki yerini alıveriyordu. Bir sokakta küçük bir kız koşuyordu top peşinde, bir diğerinde kahkahalar içinde ip atlıyordu zıp zıp zıplayarak. Bazen ipe basıp yanıyordu. Sonra oyun yeniden başlıyordu.
Her sokakta bir başka kadın yaşıyordu o karanlıklarda. Hangi sokağa girse o sokağın lambaları yanıveriyordu aniden. Güneş parlıyor, mehtap gökyüzündeki yerini alıveriyordu. Bir sokakta küçük bir kız koşuyordu top peşinde, bir diğerinde kahkahalar içinde ip atlıyordu zıp zıp zıplayarak. Bazen ipe basıp yanıyordu. Sonra oyun yeniden başlıyordu.
Ne kadar masum bir neşeydi bu yarabbi!
O sokaktan ayrılıp diğer sokağa geçerken arkasında bıraktığı sokak karanlığa bürünüyor, yeni sokak aydınlanmaya başlıyordu.
Gözlerini açıp uykusundan uyanmaya çalışıyordu bir yandan da. Uyku alemi peşini bırakmıyordu ki uyansın. Başucundaki bardaktan bir yudum su alıp boğazındaki kuruluğu geçiriyor, sonra yine uykuya teslim olup başlıyordu sokaklarda dolaşmaya.
Henüz tam aydınlanmamış bu sokakta elindeki kitaplarla okula gidiyordu genç kız. Sabahın erken saatlerinde gün ağarırken yola düşmüş, yüzüne çarpan sabah ayazından korunmaya çalışarak, hızlı adımlarla yürüyerek bir an önce okula ulaşmaya bakıyordu. O kadar üşümüştü ki ayakları adeta buz tutmuştu. Okul sıcak mıydı, kaloriferler yakılmış mıydı, bahçede beklemeyip doğrudan sınıfa çıkacak mıydı?
O sokaktan ayrılıp diğer sokağa geçerken arkasında bıraktığı sokak karanlığa bürünüyor, yeni sokak aydınlanmaya başlıyordu.
Gözlerini açıp uykusundan uyanmaya çalışıyordu bir yandan da. Uyku alemi peşini bırakmıyordu ki uyansın. Başucundaki bardaktan bir yudum su alıp boğazındaki kuruluğu geçiriyor, sonra yine uykuya teslim olup başlıyordu sokaklarda dolaşmaya.
Henüz tam aydınlanmamış bu sokakta elindeki kitaplarla okula gidiyordu genç kız. Sabahın erken saatlerinde gün ağarırken yola düşmüş, yüzüne çarpan sabah ayazından korunmaya çalışarak, hızlı adımlarla yürüyerek bir an önce okula ulaşmaya bakıyordu. O kadar üşümüştü ki ayakları adeta buz tutmuştu. Okul sıcak mıydı, kaloriferler yakılmış mıydı, bahçede beklemeyip doğrudan sınıfa çıkacak mıydı?
Ne kadar naif endişelerdi bunlar yarabbi!
Bir başka sokakta ailesiyle yaşadığı ve hayal mayal hatırladığı ev vardı. Akşam olmuş, evin ışıkları yanmış, perdeleri çekilmişti. İçeride neler olup bittiği, ancak cama yaslanıp da iki eli ile dışarısının ışığını yüzüne siper edip içeriye baktığında görülebiliyordu. Öyle de yaptı. Burnunu cama yasladı, içeriye baktı. İçeridekiler ailece sofra başında toplanmış yemeklerini yiyiyorlardı. Yemek servisi yapan kadını tanıyordu sanki. Ya masanın başındaki o yakışıklı adam kimdi? Masadaki kız yemekleri beğenmeyip mızmızlanıyordu durmadan. Babası kaşlarını çatıyor, yaptığı yemeği kızına beğendiremeyen annesi kızın sofradan aç kalkacak olmasına üzülüyordu. Diğer çocuklar yangından mal kaçırırcasına saldırıyorlardı yemeğe. Bir kargaşa, bir telaşe, bir heyecan, bir hayat vardı masada.
Ne kadar sıradan ve ne kadar özel bir aileydiler yarabbi!
Camdan yüzünü çekip, başka bir sokağa geçiyordu usulca. Kararan sokağı ardında bırakıp, önünde aydınlanan sokakta yürümeye başlıyordu.
Yeni doğan kardeşi için süt almaya giden bir kız çocuğu vardı bu sokakta. Kız çocuğunun kendisi de küçüktü ama kardeşi daha küçüktü ve ona süt lazımdı. Yollara döküp saçmamaya dikkat ederek süt kabını elinde taşıyan o kız çocuğunun başını okşadı karşıdan.
Daha şimdiden ne kadar anaç bir ablaydı bu kız yarabbi!
Bir başka sokakta ailesiyle yaşadığı ve hayal mayal hatırladığı ev vardı. Akşam olmuş, evin ışıkları yanmış, perdeleri çekilmişti. İçeride neler olup bittiği, ancak cama yaslanıp da iki eli ile dışarısının ışığını yüzüne siper edip içeriye baktığında görülebiliyordu. Öyle de yaptı. Burnunu cama yasladı, içeriye baktı. İçeridekiler ailece sofra başında toplanmış yemeklerini yiyiyorlardı. Yemek servisi yapan kadını tanıyordu sanki. Ya masanın başındaki o yakışıklı adam kimdi? Masadaki kız yemekleri beğenmeyip mızmızlanıyordu durmadan. Babası kaşlarını çatıyor, yaptığı yemeği kızına beğendiremeyen annesi kızın sofradan aç kalkacak olmasına üzülüyordu. Diğer çocuklar yangından mal kaçırırcasına saldırıyorlardı yemeğe. Bir kargaşa, bir telaşe, bir heyecan, bir hayat vardı masada.
Ne kadar sıradan ve ne kadar özel bir aileydiler yarabbi!
Camdan yüzünü çekip, başka bir sokağa geçiyordu usulca. Kararan sokağı ardında bırakıp, önünde aydınlanan sokakta yürümeye başlıyordu.
Yeni doğan kardeşi için süt almaya giden bir kız çocuğu vardı bu sokakta. Kız çocuğunun kendisi de küçüktü ama kardeşi daha küçüktü ve ona süt lazımdı. Yollara döküp saçmamaya dikkat ederek süt kabını elinde taşıyan o kız çocuğunun başını okşadı karşıdan.
Daha şimdiden ne kadar anaç bir ablaydı bu kız yarabbi!
O sütünü taşıyadursun, diğer sokaktaki kız kedi köpek peşindeydi. Öğlen arasında okuldan gelir gelmez kasaba koşturup ciğerdi kemikti ne varsa toplamış, bir hışım eve girmiş, getirdiklerini hayvanlara pay ediyordu. Acelesi vardı. Yeniden okula dönecekti besbelli.
Ne kadar yerinde duramayan bir kızdı bu yarabbi!
Gözlerini araladı tekrar. Neredeydi anlamaya çalıştı.
Sokaklarda değil yatağındaydı. Doğrulup kalktı, önce gözüne gözlüklerini taktı, sonra ayağına terliklerini geçirdi. Filmlerde bile ihtiyaç molası verilmez miydi? Rüya arasında da verilmeliydi tabi.
Hacetini görür görmez o sokaklara bir an önce kavuşmak istercesine attı kendisini yatağa.
Sokaklarda gördüğü kız bir küçülüyor bir büyüyor, bir ağlıyor bir gülüyor, seviyor seviliyor, evleniyor, çoluk çocuğa karışıyor, gün geçtikçe büyüyüp olgunlaşıyordu.
Bu delice koşuda kızın peşinde sokak sokak koşturuyordu şimdi. Kız arada ardına bakıp çapkınca göz kırpıyordu ona. "Koşu daha bitmedi!" diyordu.
Ne kadar da çabuk geçiyordu zamanlar yarabbi!
Zaman içinde kızın adımları yavaşlamaya, hareketleri ağırlaşmaya başladı.
Belli ki kız çocuğu yorulmuştu. Belli ki kız çocuğu yaşlanıyordu.
****
Rüyadan gerçeğe dönerken düşündü de; sokaklarda gördüğü kızın her halini sevmişti o.
Yaşlanıp yitip giden anne babasının şimdi çok uzaklarda kalmış genç hallerini rüyasında gördüğüne çok sevinmişti. O hep sanmıştı ki, onlar hep yaşlıydılar, hattâ sanki onlar yaşlı doğmuştular.
Bir insanı en son haliyle hatırlamak ne kadar büyük haksızlık yarabbi!
Kendisi şu an yaşlı bir kadın iken, sokaklarda gördüğü o kız yüzlerce kez çocuk, binlerce kez genç olmamış mıydı? Onu da son haliyle hatırlayacaktı çocukları ve torunları işte böyle.
"Hayde!" dedi, "Hayde vire! Kalk bakalım koca kız! Kalk giyin, bütün o kız çocuklarının ve genç kadınların elinden tut, öyle otur bu yılbaşı sofrasına."
Kalktı çabucak. Bedeninde yaşlılıktan bir eser yoktu şimdi.
Hazırlanırken aynada gözlerinin ta içine baktı. Tüm kız çocukları ve tüm kadınlar da kendisine bakıyordu aynadan. Gülümsediler birbirlerine karşılıklı. Yunus'un dizeleri takıldı diline o an.
"Severim ben seni candan içeri,
Yolum vardır bu erkandan içeri.
Beni bende demem bende değilim,
Bir ben vardır bende benden içeri.
Nereye bakar isem dopdolusun,
Seni nere koyam benden içeri." dedi.
Dizeler akıp giderken giyinip süslendiler hep birlikte. Saçlarını topuz yapıp, küpelerini taktılar, en güzel elbiselerini giyip eteklerini savura savura çıktılar odadan.
Salona girdiği anda tek bir bedende binlerce kadındı şimdi o.
Sofraya oturduğunda, peçeteyi kucağına sererkenki zarafet dahi yüzyıllar ötesinden gelmiş gibiydi.
Masadakiler hayretle bakıyorlardı ona ve adeta onlar da kadının içinde yıllardır yaşayan ve onu bugünlere taşıyan tüm kadınları görüyorlardı.
Büyülü bir andı.
Bir yılbaşı daha bir arada kutlanır mıydı bilinmez ama şimdiye kadar kutlanmış tüm yılbaşılar onun yanı başındaydı.
Her anı mutlu geçmese dahi 100 yılbaşı yaşamış olmak ve pek çoğunu hatırlamak ne büyük bir mutluluktu yarabbi!
31 Aralık 2018 / C.E.Y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder