Eylül'ün hüznü sardı canım ülkemi.
Çok uzaklarda bir zaman mevsim bahardı, ümitler vardı.
Şimdiyse ümitsiz kaldık, ruhumuz sarardı.
Aylardan eylül olunca ister istemez yazıyı da sardı hüzün.
Nasıl sarmasın ki,
Sararan ruhumuzla birlikte sararıp düşen yapraklara bakıyoruz hazin hazin.
İyilik yaprağı, akıl yaprağı, kültür yaprağı, sanat yaprağı, bilim yaprağı, ekonomi yaprağı, üretim yaprağı, hepsi bir bir, savrula savrula iniyor yere.
Bazen bir rüzgâr çıkıyor, üçer beşer kopartıyor yaprakları dalından.
Yaprakların sapları da o kadar zayıflamış ki, üflesen kopuyor.
Mevsim sonbahar olunca bağlasan durmaz ki zaten hiçbirisi.
Cumhuriyet'in kuruluşundan sonraki 10 yılda baharı yaşayan, dalları pıtırak gibi tomurcuklanan o ülke tüm yapraklarını döküyor şimdi. Yere düşen her yaprak ile nefesi biraz daha kesiliyor.
Eylül'ün ardı ekim, sonrası kasım, sonra da aralık.
Sararmalar kararmaya dönecek git gide. Sonra da buz gibi soğuk günler gelecek.
"Yazımı kışa çevirdin,
Karlar yağdı başa Leylam.
Viran oldu evim yurdum,
Ne söylesem boşa Leylam." demiş ya Neşet Ertaş, öyle işte.
Bahar yine gelecek mi, yine neşeyle açacak mı çiçekler, yine rengarenk olacak mı dört bir yan, yine parlayacak mı güneş, yine ısıtacak mı toprağı güneş, yine patlayacak mı tohumlar, yine uyanacak mı doğa, yine yine yeniden gülecek miyiz bilmem.
****
Romantizmi bir kenara bırakıp kış gelip sert yapmadan önce biz biraz sert yapalım derim ben.
Yıllardır eğitimden, bilimden, efendilikten, kültürden, ahlâktan bahseden kişileri "elitist" olmakla itham etti hain bir "akıl".
Aslında Elitizm, siyasi ve sosyal literatürde belli niteliklere sahip kişilerin (bir azınlığın) devlet yönetiminde sorumlu olması, dolayısıyla aristokratik ve oligarşik bir düzenin varlığını tanımlamaktadır. Bu bağlamda elitist düşünce, siyasetin özerk ve belirleyici olduğu görüşünden hareketle şekillenmiştir (Vergin, 2003, s. 111).
Bu hain akıl insan gibi insan olmayı çok kötü bir olguymuş gibi tanıttı topluma ve doğallıkla dangalaklığı, açık sözlülükle patavatsızlığı ayırt edemeyen "anti-elit"bir güruh yarattı sonunda.
Efendi gibi insanları toplumun en diplerine iterken, ağzından çıkanı kulağı duymayan, terbiyesizlikte sınır tanımayan insanları aldı başına taç etti.
"Madem buraya geldim, ben de bir şeyler öğrenip kendimi eğiteyim" demedi gelen bu yeni tayfa. "Para bende!" düsturunu benimsedi ve yoluna çıkanlara omuz ata ata ilerledi yolunda.
"Para kazan ama ahlâklı yoldan kazan." diyenleri ahlâksızca tekmelemekten çekinmedi.
"Kültür-sanat-bilim" diyenleri, ulaşamadığı ciğere murdar diyen kediler gibi, bir dudak bükmesiyle küçümsedi.
Koca koca inşaat firmaları, neresinden tutsan elinde kalan binaların hiçbir aksaklığında sorumluluk üstlenmezken, binaların üzerine adlarını DEV harflerle yazmayı marifet saydılar mesela.
Yeni zenginler, en pahalı araçlarıyla trafiğin en yoğun olduğu saatlerde slalomlar atarak bastılar gaza. Emniyet kemeriymiş, emniyet şeridiymiş, sinyalmiş, yayaymış, yolcuymuş, insanmış, hayvanmış umursamadılar, ezip geçtiler. Kendilerini durduran trafik polisine dahi "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diyerek posta koydular. Hızlarını alamayıp, onu buralardan sürdürmekle tehdit ettiler.
Yaptıklarından utanmayı rafa kaldırdılar. Çünkü yaptıklarında utanılacak bir yan görmediler.
Arsızlıkla donatılmış aşağılık bir yaratığa dönüşürken çevrelerindeki her güzel şeye zarar verdiler.
Ülkenin üzerine simsiyah bir ağ atılmış gibi sanki. Kurtulmak istedikçe daha da dolanılan, her tarafı çöp, her tarafı pislikle kaplı bir ağ bu.
****
Hâlâ daha bütün bu dönüşümde kimsenin kendinde sorumluluk aramaması, suçu hep ona buna atması da psikolojinin, hâttâ belki de psikiyatrinin alanına girer.
Şimdi; size artık bu kadar taviz yeter.
Kabul edin, her şeyi elinize yüzünüze bulaştırdınız.
Kabul edin, başaramadınız.
Kabul edin, memleketi her anlamda yerin dibine batırdınız.
Kabul edin ve artık verdiğiniz tüm zararları telafi etmeye gidin.
Bunun için düşünmek, sorgulamak, anlamaya çalışmak, samimi olmak, iyi olmak, dürüst olmak, çalışkan olmak, ahlâklı olmak, vicdanlı olmak kâfi.
Yoksa görüyorsunuz, ülke üzerindeki hakimiyeti kaybettiniz ve şimdi artık sizin de gidecek yeriniz, konacak dalınız kalmadı.
O yüzden bahar yeniden gelmeli ve dallar tekrar yeşillenmeli.
Acilen...
Çok uzaklarda bir zaman mevsim bahardı, ümitler vardı.
Şimdiyse ümitsiz kaldık, ruhumuz sarardı.
Aylardan eylül olunca ister istemez yazıyı da sardı hüzün.
Nasıl sarmasın ki,
Sararan ruhumuzla birlikte sararıp düşen yapraklara bakıyoruz hazin hazin.
İyilik yaprağı, akıl yaprağı, kültür yaprağı, sanat yaprağı, bilim yaprağı, ekonomi yaprağı, üretim yaprağı, hepsi bir bir, savrula savrula iniyor yere.
Bazen bir rüzgâr çıkıyor, üçer beşer kopartıyor yaprakları dalından.
Yaprakların sapları da o kadar zayıflamış ki, üflesen kopuyor.
Mevsim sonbahar olunca bağlasan durmaz ki zaten hiçbirisi.
Cumhuriyet'in kuruluşundan sonraki 10 yılda baharı yaşayan, dalları pıtırak gibi tomurcuklanan o ülke tüm yapraklarını döküyor şimdi. Yere düşen her yaprak ile nefesi biraz daha kesiliyor.
Eylül'ün ardı ekim, sonrası kasım, sonra da aralık.
Sararmalar kararmaya dönecek git gide. Sonra da buz gibi soğuk günler gelecek.
"Yazımı kışa çevirdin,
Karlar yağdı başa Leylam.
Viran oldu evim yurdum,
Ne söylesem boşa Leylam." demiş ya Neşet Ertaş, öyle işte.
Bahar yine gelecek mi, yine neşeyle açacak mı çiçekler, yine rengarenk olacak mı dört bir yan, yine parlayacak mı güneş, yine ısıtacak mı toprağı güneş, yine patlayacak mı tohumlar, yine uyanacak mı doğa, yine yine yeniden gülecek miyiz bilmem.
****
Romantizmi bir kenara bırakıp kış gelip sert yapmadan önce biz biraz sert yapalım derim ben.
Yıllardır eğitimden, bilimden, efendilikten, kültürden, ahlâktan bahseden kişileri "elitist" olmakla itham etti hain bir "akıl".
Aslında Elitizm, siyasi ve sosyal literatürde belli niteliklere sahip kişilerin (bir azınlığın) devlet yönetiminde sorumlu olması, dolayısıyla aristokratik ve oligarşik bir düzenin varlığını tanımlamaktadır. Bu bağlamda elitist düşünce, siyasetin özerk ve belirleyici olduğu görüşünden hareketle şekillenmiştir (Vergin, 2003, s. 111).
Bu hain akıl insan gibi insan olmayı çok kötü bir olguymuş gibi tanıttı topluma ve doğallıkla dangalaklığı, açık sözlülükle patavatsızlığı ayırt edemeyen "anti-elit"bir güruh yarattı sonunda.
Efendi gibi insanları toplumun en diplerine iterken, ağzından çıkanı kulağı duymayan, terbiyesizlikte sınır tanımayan insanları aldı başına taç etti.
"Madem buraya geldim, ben de bir şeyler öğrenip kendimi eğiteyim" demedi gelen bu yeni tayfa. "Para bende!" düsturunu benimsedi ve yoluna çıkanlara omuz ata ata ilerledi yolunda.
"Para kazan ama ahlâklı yoldan kazan." diyenleri ahlâksızca tekmelemekten çekinmedi.
"Kültür-sanat-bilim" diyenleri, ulaşamadığı ciğere murdar diyen kediler gibi, bir dudak bükmesiyle küçümsedi.
Koca koca inşaat firmaları, neresinden tutsan elinde kalan binaların hiçbir aksaklığında sorumluluk üstlenmezken, binaların üzerine adlarını DEV harflerle yazmayı marifet saydılar mesela.
Yeni zenginler, en pahalı araçlarıyla trafiğin en yoğun olduğu saatlerde slalomlar atarak bastılar gaza. Emniyet kemeriymiş, emniyet şeridiymiş, sinyalmiş, yayaymış, yolcuymuş, insanmış, hayvanmış umursamadılar, ezip geçtiler. Kendilerini durduran trafik polisine dahi "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diyerek posta koydular. Hızlarını alamayıp, onu buralardan sürdürmekle tehdit ettiler.
Yaptıklarından utanmayı rafa kaldırdılar. Çünkü yaptıklarında utanılacak bir yan görmediler.
Arsızlıkla donatılmış aşağılık bir yaratığa dönüşürken çevrelerindeki her güzel şeye zarar verdiler.
Ülkenin üzerine simsiyah bir ağ atılmış gibi sanki. Kurtulmak istedikçe daha da dolanılan, her tarafı çöp, her tarafı pislikle kaplı bir ağ bu.
****
Hâlâ daha bütün bu dönüşümde kimsenin kendinde sorumluluk aramaması, suçu hep ona buna atması da psikolojinin, hâttâ belki de psikiyatrinin alanına girer.
Şimdi; size artık bu kadar taviz yeter.
Kabul edin, her şeyi elinize yüzünüze bulaştırdınız.
Kabul edin, başaramadınız.
Kabul edin, memleketi her anlamda yerin dibine batırdınız.
Kabul edin ve artık verdiğiniz tüm zararları telafi etmeye gidin.
Bunun için düşünmek, sorgulamak, anlamaya çalışmak, samimi olmak, iyi olmak, dürüst olmak, çalışkan olmak, ahlâklı olmak, vicdanlı olmak kâfi.
Yoksa görüyorsunuz, ülke üzerindeki hakimiyeti kaybettiniz ve şimdi artık sizin de gidecek yeriniz, konacak dalınız kalmadı.
O yüzden bahar yeniden gelmeli ve dallar tekrar yeşillenmeli.
Acilen...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder