Bursa'da son dönemlerde "gazetecilik" üzerine yaşanan tartışmalı mevzular üzerine bir Basın Etik ve Akreditasyon Kurulu oluşturulmuş ve bu kurula pek çok dernek ile birlikte BTSO da dahil edilmiş.
İş adamları yani.
Reklam verenler yani.
Gazeteciliği layıkıyla yapmak isteyenler "Dijital hikâye anlatıcılığı, veri gazeteciliği, bilgi güvenliği, sosyal ağ yönetimi ve dijital gelir modelleri" diyor, lakin gazeteci esnafı gazetecilikle geçimini sağlayamaz olduğu ve geçim derdine düştüğü için "reklam geliri" diyor. Ortaya santaj, tehdit, ahbap çavuş ilişkileri gibi kirli çamaşırlar dökülüyor.
Basın Etik Kurulu da böylece mevzuya reklamı kim alsın kim almasın boyutunu da katıp konuya BTSO'yu da dahil ediyor.
Ha bir de bu toplantıya Bursa Valiliği, Bursa Büyükşehir Belediyesi, Uludağ Üniversitesi, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Bursa İl Müdürlüğü, Basın İlan Kurumu Bursa İl Müdürlüğü, Osmangazi Belediyesi, Nilüfer Belediyesi, Yıldırım Belediyesi, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası, Bursa Gazeteciler Cemiyeti, Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi, Bursa Gazeteciler Sosyal Hizmetler Vakfı, Türkiye Spor Yazarları Derneği Bursa Şubesi ve Bursa Halkla İlişkiler Derneği'nin davet ediliyor, Bursa İnternet Gazetecileri Derneği BUİGDER görmezden geliniyor ya da unutuluyor ve davet edilmiyor.
Basın Etik ve Akreditasyon Kurulu'nun ilk toplantısında yapılan değerlendirmede, basın kuruluşlarına ilişkin kriterler ana hatlarıyla oluşturuluyor. Buna göre akreditasyonda öncelik basın ilanı alan günlük gazeteler, vergi mükellefi olan, en az bir haber ajansına abone olan ve basın yasası kapsamında en az 3 basın mensubu çalıştıran televizyon, radyo, internet haber siteleri ile bayi satış sözleşmesi yapan dergilerde olacak. Kurul, köşe yazarlığında ise; haftada en az 5 gün köşe yazısı yayınlaması ve geçiminin yazarlık ile sağlanması koşullarını belirlemiş. (Bu cümleleri duyum üzerine değil, BGC'nin kendi sitesinden alıp yazıyorum.)
BUİGDER Başkanı olarak toplantıya çağrılmamam bir yana, bu durumda ben hiçbir şekilde hiçbir toplantıya akredite olamıyorum mesela. Çünkü haftada beş gün köşe yazısı yazmıyorum ve geçimimi yazarlıktan sağlamıyorum.
Bütün bu ortadaki kaynamaya neden olan Necmi İnce ise sarı basın kartına sahip bir gazeteci.
Eee, n'olacak şimdi?
Bu kurallar dahilinde olarak haftada beş gün yazıp da geçimini yazarlıktan sağlayanların köşe yazılarının içeriklerine de bakılacak mı acaba? Ne yazıyorlar, nasıl yazıyorlar, imlâ kurallarına uyuyorlar mı, gittikleri yerlerde ellerine verilen ya da elektronik postalarına gönderilen basın bildirilerinin üzerine iki kelâm ederek mi yazıyorlar köşe yazılarını, yoksa özgün yazı mı yazıyorlar, sponsorlu yazı yazarak, gazeteye reklam veren bir kurumu evire çevire ve allaya pullaya mu anlatıyorlar?
Ya da her gazetede aynı yazı (imlâ hatalarına kadar), hâttâ aynı başlıkla mı çıkıyor?
Bunlara da bir el atılacak mı?
Ki "etik" dendiği zaman bu çok çok daha önemli ve en büyük detay.
Bence burada kriterlerin bir kez daha gözden geçirilmesi lâzım.
Eksik kalan yanların giderilmesi lâzım.
Moto mot kurallarla değil de liyakatın esas alındığı bir değerlendirme yapmak lazım.
****
Görüldüğü üzere bu bir geçiş süreci ve kimse ne yapacağını bilmez durumda.
İnternet medyası deseniz, onun belli bir kanunu nizamı yok, bu oluşumun bir çatısı yok, zemini yok, kapısı yok, penceresi yok.
Herkes istediği gibi girip çıkıyor, kimin canı neyi nasıl isterse öyle yapıyor.
Henüz internet medyası bile kendini anlamış değil, kurullar ne anlasın...
Gazetecilik kabuk değiştirirken gazetecilerin de bu yeni oluşuma tam ayak uydurduğu söylenemez.
Basın İlan Kurumu ona keza.
Geleceğin, hâttâ günümüzün medyasının dijital medya olduğunu göremeyen akıllar dijital medyayı görmezden geldiği ve gazeteci arkadaşlar da dijitalleşmenin gereklerini yerine getirmedikçe bu iş böyle düşe kalka gidecek.
Gün gelecek taşlar yerine oturacak elbet.
O zamana dek değişimi takip etmek, kendini sürekli güncellemek, evrensel değerlerin izini sürmekten vazgeçmemek lazım.
Bu arada tabii ki kazanç da sağlanacak.
Lakin kazanç için önce işin düzgün olması ve karşıda da düzgün işten anlayan insanların olması lazım.
Güncelleme karşılıklı olmalı yani. Yoksa iki dudak arasından çıkacak bir karara mahkûm olunur.
Kısacası; gazetecilerin olduğu kadar iş adamlarının teknolojinin ve dijitalleşmenin neresinde durduğunu merak ediyor insan.
Sadece "Facebook" paylaşımlarında mı?
Basın için de kötü bir haberim var;
Reklam işinde en büyük payı sosyal medya kapacak artık.
O yüzden medya gelişmeleri an be an izleyip kendine yeni bir yol bulmalı.
****
Mesela;
The Guardian Foundation ve İsveç Başkonsolosluğu tarafından desteklenen NewsLabTurkey, Türkiye gazetecilik endüstrisindeki kurumsal ve bireysel aktörlere ve geleceğin gazetecilerine, gazetecilik pratikleri konusunda eğitim vermeyi ve onları alandaki gelişmelerden haberdar etmeyi amaçlıyor.
(Bilginiz olsun: NewsLabTurkey, newslabturkey.org adresi üzerinden yayın yapacak.)
Mesela;
Solcu Taz Modeli'ndeki gibi geleceğin gazeteciliği ilanla finanse edilmeyecek.
Ki 1992 yılında kurulan kooperatif, kulağa her ne kadar eski moda gibi gelse de -en azından taz örneğinde- mevcut soruna çare olmuş gibi görünüyor. 2016’da 16.330 kooperatif üyesiyle 16 Milyon Euro’dan fazla sermayeye erişen taz yayın kooperatifi, bu rakamı her yıl artan üyeleriyle sürekli büyütüyor.
Bu ve benzeri yayınlar takip edilerek ve örnek alınarak bir yola çıkmalı ve gazeteciliği reklam boyunduruğundan kurtarmak lazım.
Yoksa iş buradaki gibi Reklam Etik Kurulu'na dönüşüyor.
O zaman da, üzgünüm ama, tüm inanılırlığını kaybediyor...
İş adamları yani.
Reklam verenler yani.
Gazeteciliği layıkıyla yapmak isteyenler "Dijital hikâye anlatıcılığı, veri gazeteciliği, bilgi güvenliği, sosyal ağ yönetimi ve dijital gelir modelleri" diyor, lakin gazeteci esnafı gazetecilikle geçimini sağlayamaz olduğu ve geçim derdine düştüğü için "reklam geliri" diyor. Ortaya santaj, tehdit, ahbap çavuş ilişkileri gibi kirli çamaşırlar dökülüyor.
Basın Etik Kurulu da böylece mevzuya reklamı kim alsın kim almasın boyutunu da katıp konuya BTSO'yu da dahil ediyor.
Ha bir de bu toplantıya Bursa Valiliği, Bursa Büyükşehir Belediyesi, Uludağ Üniversitesi, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Bursa İl Müdürlüğü, Basın İlan Kurumu Bursa İl Müdürlüğü, Osmangazi Belediyesi, Nilüfer Belediyesi, Yıldırım Belediyesi, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası, Bursa Gazeteciler Cemiyeti, Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi, Bursa Gazeteciler Sosyal Hizmetler Vakfı, Türkiye Spor Yazarları Derneği Bursa Şubesi ve Bursa Halkla İlişkiler Derneği'nin davet ediliyor, Bursa İnternet Gazetecileri Derneği BUİGDER görmezden geliniyor ya da unutuluyor ve davet edilmiyor.
Basın Etik ve Akreditasyon Kurulu'nun ilk toplantısında yapılan değerlendirmede, basın kuruluşlarına ilişkin kriterler ana hatlarıyla oluşturuluyor. Buna göre akreditasyonda öncelik basın ilanı alan günlük gazeteler, vergi mükellefi olan, en az bir haber ajansına abone olan ve basın yasası kapsamında en az 3 basın mensubu çalıştıran televizyon, radyo, internet haber siteleri ile bayi satış sözleşmesi yapan dergilerde olacak. Kurul, köşe yazarlığında ise; haftada en az 5 gün köşe yazısı yayınlaması ve geçiminin yazarlık ile sağlanması koşullarını belirlemiş. (Bu cümleleri duyum üzerine değil, BGC'nin kendi sitesinden alıp yazıyorum.)
BUİGDER Başkanı olarak toplantıya çağrılmamam bir yana, bu durumda ben hiçbir şekilde hiçbir toplantıya akredite olamıyorum mesela. Çünkü haftada beş gün köşe yazısı yazmıyorum ve geçimimi yazarlıktan sağlamıyorum.
Bütün bu ortadaki kaynamaya neden olan Necmi İnce ise sarı basın kartına sahip bir gazeteci.
Eee, n'olacak şimdi?
Bu kurallar dahilinde olarak haftada beş gün yazıp da geçimini yazarlıktan sağlayanların köşe yazılarının içeriklerine de bakılacak mı acaba? Ne yazıyorlar, nasıl yazıyorlar, imlâ kurallarına uyuyorlar mı, gittikleri yerlerde ellerine verilen ya da elektronik postalarına gönderilen basın bildirilerinin üzerine iki kelâm ederek mi yazıyorlar köşe yazılarını, yoksa özgün yazı mı yazıyorlar, sponsorlu yazı yazarak, gazeteye reklam veren bir kurumu evire çevire ve allaya pullaya mu anlatıyorlar?
Ya da her gazetede aynı yazı (imlâ hatalarına kadar), hâttâ aynı başlıkla mı çıkıyor?
Bunlara da bir el atılacak mı?
Ki "etik" dendiği zaman bu çok çok daha önemli ve en büyük detay.
Bence burada kriterlerin bir kez daha gözden geçirilmesi lâzım.
Eksik kalan yanların giderilmesi lâzım.
Moto mot kurallarla değil de liyakatın esas alındığı bir değerlendirme yapmak lazım.
****
Görüldüğü üzere bu bir geçiş süreci ve kimse ne yapacağını bilmez durumda.
İnternet medyası deseniz, onun belli bir kanunu nizamı yok, bu oluşumun bir çatısı yok, zemini yok, kapısı yok, penceresi yok.
Herkes istediği gibi girip çıkıyor, kimin canı neyi nasıl isterse öyle yapıyor.
Henüz internet medyası bile kendini anlamış değil, kurullar ne anlasın...
Gazetecilik kabuk değiştirirken gazetecilerin de bu yeni oluşuma tam ayak uydurduğu söylenemez.
Basın İlan Kurumu ona keza.
Geleceğin, hâttâ günümüzün medyasının dijital medya olduğunu göremeyen akıllar dijital medyayı görmezden geldiği ve gazeteci arkadaşlar da dijitalleşmenin gereklerini yerine getirmedikçe bu iş böyle düşe kalka gidecek.
Gün gelecek taşlar yerine oturacak elbet.
O zamana dek değişimi takip etmek, kendini sürekli güncellemek, evrensel değerlerin izini sürmekten vazgeçmemek lazım.
Bu arada tabii ki kazanç da sağlanacak.
Lakin kazanç için önce işin düzgün olması ve karşıda da düzgün işten anlayan insanların olması lazım.
Güncelleme karşılıklı olmalı yani. Yoksa iki dudak arasından çıkacak bir karara mahkûm olunur.
Kısacası; gazetecilerin olduğu kadar iş adamlarının teknolojinin ve dijitalleşmenin neresinde durduğunu merak ediyor insan.
Sadece "Facebook" paylaşımlarında mı?
Basın için de kötü bir haberim var;
Reklam işinde en büyük payı sosyal medya kapacak artık.
O yüzden medya gelişmeleri an be an izleyip kendine yeni bir yol bulmalı.
****
Mesela;
The Guardian Foundation ve İsveç Başkonsolosluğu tarafından desteklenen NewsLabTurkey, Türkiye gazetecilik endüstrisindeki kurumsal ve bireysel aktörlere ve geleceğin gazetecilerine, gazetecilik pratikleri konusunda eğitim vermeyi ve onları alandaki gelişmelerden haberdar etmeyi amaçlıyor.
(Bilginiz olsun: NewsLabTurkey, newslabturkey.org adresi üzerinden yayın yapacak.)
Mesela;
Solcu Taz Modeli'ndeki gibi geleceğin gazeteciliği ilanla finanse edilmeyecek.
Ki 1992 yılında kurulan kooperatif, kulağa her ne kadar eski moda gibi gelse de -en azından taz örneğinde- mevcut soruna çare olmuş gibi görünüyor. 2016’da 16.330 kooperatif üyesiyle 16 Milyon Euro’dan fazla sermayeye erişen taz yayın kooperatifi, bu rakamı her yıl artan üyeleriyle sürekli büyütüyor.
Bu ve benzeri yayınlar takip edilerek ve örnek alınarak bir yola çıkmalı ve gazeteciliği reklam boyunduruğundan kurtarmak lazım.
Yoksa iş buradaki gibi Reklam Etik Kurulu'na dönüşüyor.
O zaman da, üzgünüm ama, tüm inanılırlığını kaybediyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder