Ergenliğe geçiş döneminde gençler saça başa pek dikkat ederler malum.
İsyan etmiş tek bir saç teli dahi kanı deli akan insanın depresyona girmesine yeter.
Hele de yanlış bir kesim 9 şiddetinde kriz sebebi...
O sebeple 10'lu yaşlarının sonunda olan oğlum saç kestirmek için erkek berberine gittiğinde tıraşının tarifini şöyle veriyordu:
"Saçı şimdi keseceksin ama sanki 15 gün önce kesilmiş de kendine gelmiş gibi görünecek."
İşte ben bu mükemmel tarifi buradan Kültür ve Turizm Bakanlığı'na iletiyorum.
Görüyorsunuz restore edeceğiz diye girdikleri her işi ilk günkü halinden daha parlak hale getiriyorlar.
Bin yıllık eser oluyor sana bir günlük eser.
Sanki daha kırmızı kurdelesi kesilip açılışı yapılmamış.
O kadar cillop!
Bu aralar neye el attılarsa ellerinde kaldı.
Açıkçası insan soruyor bunu mahalledeki fayansçıya götürü usulü mü havale ettiniz diye.
Hani bunun Mimarı, hani bunun Sanat Tarihçisi, hani bunun Arkeoloğu?
Hepsi var da, galiba onları sallayan yok.
Bakınız Sünger Bob'a benzetilen Şile Kalesi'nin restorasyon hikayesine.
Koceli Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi kurucu Dekanı Prof. Dr. Kamuran Öztekin ile yüksek mimar Tevfik İlter, Şile'de bulunan 2 bin yıllık Ocaklı Ada Kalesi'nin restorasyonunda gerek proje bazında, gerek projelerin uygulanmasında hiçbir şekilde kendilerinin hazırladığı projelere uyulmadığını söylemiş. Yaklaşık bir yıl süren çalışma sonrası gerekli projeleri tamamlayarak Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'na sunduklarını, ancak kurulun projelere bakış açısı ve değerlendirmeleri uygun bulunmadığından ekibin işi bıraktığını belirtmiş.
Uygulanan projeler İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde yer alan Bimtaş-Boğaziçi İnşaat Müşavirlik A.Ş. tarafından hazırlanmış ve İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıkları 6 Numaralı Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylanmış. Projenin uygulama aşaması ihale yoluyla değil, hizmet alımı yönetimi ile Bekirayoğlu İnşaat Restorasyon San. Ve Tic. A.Ş. ile sözleşme yapılarak gerçekleştirilmiş.
Yani sanat manat, tarih marih tatava, işi yapmayı kim kaparsa o okuyor bakara makara...
Neredeyse Afyon Kaymağı ile kaplanmış gibi görünen, şu taşlarda iki su mu dökünsem, yoksa birazını alıp evdeki mutfağa tezgâh mı döşesem dediğimiz UNESCO Dünya Miras Listesi'ne aday ve dünyanın en önemli kültürel eserlerinden Aspendos Antik Tiyatrosu'nun yenilenen basamakları için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan bir açıklama geldi:
"Söz konusu tiyatronun orijinal taşları yaklaşık 2 bin yıllık olup, çevresel etmenlerle (yağmur, rüzgar vb.) yıpranmış ve üzeri grileşmiştir. Geçen zaman içinde renk ve doku deformasyonu, taşın içine kadar nüfuz etmiştir. Restorasyonda kullanılan taşların rengi iklim ve tabiat şartlarının etkisiyle zamanla değişerek patina oluşturacak ve orijinal taş malzemenin rengini alacaktır. Bu itibarla yerinde yapılan tüm uygulamalar, restorasyon projesine ve Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararlarına uygun tamamlanmıştır."
Hani "Ölme eşeğim ölme" tabiri vardır ya, işte öyle.
Allah ömür verir de en azından bin yıl yaşarsak göreceğiz bakalım aşınmayı ve yıpranmayı.
Ufak bir sorun var yalnız;
Tamam yenilenen taşlar aşınacak, lakin eski taşlar da yerinde durmayacak, onlar da aşınacak.
Peki o zaman ne olacak?Keşke siz bu tarihî eserleri oldukları gibi bıraksaydınız ve kendi bildiğinizce yenilerini yapsaydınız.
En azından "yeni" derdik.
Darılmayın ama biz bunlara ne diyeceğimizi bilemedik.
Antalya Kent Konseyi Turizm Çalışma Grubu Başkanı Recep Yavuz restorasyonun amacını ne güzel söylemiş:
"Restorasyon hissedilmeyecek. Yaklaştıkça, belki el sürünce veya iyice yakından bakınca anlaşılacak."
Restorasyonda sonradan eklenen bölümler anlaşılacak, orijinaliyle birebir aynı olmayacak.
Bizim oğlanın tıraş tarifindeki gibi yani.
Kaymak gibi değil, tıraş olmuş ama üzerinden on beş gün geçmiş gibi görünecek.
E bunu da taşeron firma değil işin ehli bilecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder