18 Eylül 2014 Perşembe

Doğanbey doğduğuna bin pişman!

Geçtiğimiz hafta deli gibi yağan yağmurların altında kaldı caanım Bursamız...
Atatürk Caddesi'nden aşağıya rafting turizmine açılabilecek kıvamda bir nehir oluştu. Al botunu çık. O kadar...
Evler, iş yerleri hep suya battı.
Bu yağıştan en büyük nasibi de Doğanbey TOKİ aldı.
Zaten orada yaşayan insanların bir gözü hep havada, yağmurun adı bile onları titretmeye yetiyor. Balkonlarına, evlerine, otoparklarına dolan sulara 6 yıldır çare bulunamıyor...
****
Ne yazık ki Bursa'nın gözüne sokulmuş bir çomaktır Doğanbey TOKİ. Ne taraftan baksan aklın almaz, yüreğin kaldırmaz. Hani ne estetik, ne müteahhitlik, ne kalite, ne sağlamlık, ne bir düzen, ne bir nizam... Ara ki bulasın.
Süt kutusu gibi bir anlayışla yapılıp yan yana dizilmiş bir dolu blokun tapusuydu, sözleşmesiydi, anlaşmasıydı hâlâ anlaşmazlık konusu. Ahali canından bezmiş. Bir dokunursan bin ah işitiyorsun.
Yıllardır uzaktan yağdırıp durduğum bölgeye bir de yakından bakayım istedim ve aldım kendimi gittim. Sokaklarında dolaştım, bina aralarına daldım çıktım.
Bloklara yaklaşıp da her binanın çepeçevre taşla çevrilmiş olduğunu görünce, pes dedim. Şehir hamamı misali onca taşa ne gerek var! Ayağına paten takıp paten mi kayacaksın, yoksa kay kay mı yapacaksın. Ha, köpürte köpürte halı yıkayacağım dersen ona sözüm yok!
Korkarım, yağmurlar daha da çoğalıp o boşluklar da suyla dolarsa blokların her biri eski derebeyi şatolarına benzeyecek ve hepsi kendisine inen-kalkan seyyar birer köprü isteyecek.
Arada ufak tefek yeşiller, kameriyeler yok değil. Lakin onlar da taşların arasında eriyip gitmiş.
Sokakların araç doluluğu da bir başka alem. Gündüz vakti böyleyse gece nasıl oluyor varın siz düşünün.
Binaları çevreleyen o bomboş ve hiçbir işe yaramayan taşlıklar ya araç parkı olarak kullanılsaydı ya da yeşillendirilip bahçe yapılsaydı keşke.

Doğanbey'i anlamak için içinde birkaç ay yaşamak lâzım belki de. Banyolarından taşan suları, içeriye dolan yağmurları, bozulmaktan çalışamayan asansörleri başka türlü nasıl anlar insan....
Bunlar gibi pek çok site var şehir dışında. Lakin Doğanbey'in en önemli arızası şehrin göbeğinde kalması, şehrin dokusuna uymaması, blokların arasında mesafenin çok az olması. O kadar ki, binaları elleriyle iki kenara itesi geliyor insanın.

Arada TOKİ'ye verilmemiş ve harabeye dönmüş evler de kalmış. Ve o harabelerde beton bloklarda olmayan insan kokusu var...
Kötü düşünmesem de gökdelenleriyle meşhur şehirleri örnek alsam, onlara benzetsem Doğanbey'i diyorum, yok olmuyor.
Nerde o ışıltı, nerde o azamet, nerde o mühendislik, nerde o ihtişam...
Yüksek katların balkonlarından Bursa manzarası güzel görünüyordur eminim, ki blokların arasında rastladığımız bir beyefendi tam da bunu söyledi: "21. katta oturuyoruz. Bursa ayaklarımızın altında", lakin Bursa'nın hiçbir tarafından TOKİ manzarası aynı güzellikte görünmüyor. Hatta TOKİ yüzünden Bursa'nın diğer tarafı görünmüyor.
Binalar insanın üstüne üstüne geliyor...
Kendilerine Berlin Duvarı desek yeridir... 'Beton dünyanın başına beladır' demiş ya Çelik Erengezgin Hoca, işte böyle...
Doğanbey'in gülümseyen yüzünde ise yüksek bloklardan bir caddeyle ayrılan 2-3 katlı evler var. İçlerini bilemem ama en azından dışarıdan iyi görünüyorlar.
Görselliği bu minvalde olan binaların güvenliği ve sağlamlığı ise tam bir kaptıkaçtı işi.
Son yağışlarda otoparklarını su basan ve şu güne dek hâlâ sudan arınamayan, yağmurda duvarlarından odalara şelaleler akan ve neresini tutsan elinden kalan bu bölgenin ahalisi isyanlarda artık. Seslerini duyurmak için ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Satıp gitmek isteyenler de var ama bu şartlarda kime ve nasıl?
Haberlerde, sokaklara dökülen insanların ellerindeki dövizlerden birinde "TOKİ kâr etmek için midir?" yazıyordu.
Bu işte birileri kâr ettiyse de, o her zamanki gibi halk değil...


Basından izlemişsinizdir, yağışların ardından 11 Eylül'de TOKİ'yi ziyarete giden ve dertli insanların sesine kulak veren CHP Bursa Milletvekili ve Parti Meclis Üyesi Sena Kaleli, zemin katlarının adeta gölete dönüştüğünü gözler önüne sermişti.
O günün üzerinden geçen günlerde, otoparklardaki suyun boşaltılmasıyla ilgili hiçbir girişimde bulunulmamış ki her yer hala su içinde...
Ve orada her an elektrik düğmeleri kontak yapabilir ya da suda bir çocuk boğulabilir.
Ondan sonra dövün dur. Her zamanki gibi kadere yüklen.
Sanki tüm sellerde tüm binaları su basıyor, sanki tüm depremlerde tüm evler yıkılıyor...
Bir düşünün, basmayan nasıl basmıyor, yıkılmayan nasıl yıkılmıyor..!
****
Doğal afetler en beklenmedik zamanlarda ortaya çıkıp, ortalığı tozu dumana katıp gidiyorlar. Sonrasındaysa sanki bir gün önceki çıldırmış hava kendisi değilmiş gibi ertesi gün asude takılıyorlar. Havanın ayarı yok malum.
İş; fırtına çıktığında uyuyabilmekte!

Öyküyü bilirsiniz;
Yıllar önce bir çiftçi, fırtınası bol olan bir tepede bir çiftlik satın almıştı. Yerleştikten sonra ilk işi bir yardımcı aramak oldu.
Ama ne yakındaki köylerden ne de uzaktakilerden kimse onun çiftliğinde çalışmak istemiyordu. Müracaatçıların hepsi çiftliğin yerini görünce çalışmaktan vazgeçiyor, burası fırtınalıdır, siz de vazgeçseniz iyi olur diyorlardı.
Nihayet çelimsiz, orta yaşı geçkince bir adam işi kabul etti. Adamın haline bakıp 'çiftlik işlerinden anlar mısın?' diye sormadan edemedi çiftlik sahibi. 'Sayılır' dedi adam, 'Fırtına çıktığında uyuyabilirim'.
Bu ilgisiz sözü biraz düşündü, sonra boş verip çaresiz adamı işe aldı. Haftalar geçtikçe adamın çiftlik işlerini düzenli olarak yürüttüğünü de görünce içi rahatladı. Ta ki o fırtınaya kadar!
Gece yarısı, fırtınanın o müthiş uğultusuyla uyandı çiftçi. Öyle ki, bina çatırdıyordu. Yatağından fırladı, adamın odasına koştu: 'Kalk, kalk! Fırtına çıktı. Herşeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım!' Adam yatağından bile doğrulmadan mırıldandı: 'Boş verin efendim, gidin yatın. İşe girerken ben size 'fırtına çıktığında uyuyabilirim' demiştim ya.'
Çiftçi adamın rahatlığına çıldırmıştı. Ertesi sabah ilk işi onu kovmak olacaktı ama şimdi fırtınaya bir çare bulmak gerekiyordu.
Dışarı çıktı, saman balyalarına koştu: A-aa! Saman balyaları birleştirilmiş, üzeri muşamba ile örtülmüş, sıkıca bağlanmıştı. Ahıra koştu. İneklerin tamamı bahçeden ahıra sokulmuş, ahırın kapısı desteklenmişti. Tekrar evine yöneldi; evin kepenklerinin tamamı kapatılmıştı. Çiftçi rahatlamış bir halde odasına döndü, yatağına yattı. Fırtına uğuldamaya devam ediyordu. Gülümsedi ve gözlerini kapatırken mırıldandı: 'Fırtına çıktığında uyuyabilirim'.

Sıkıntılara zihnen (bilgi, plan), mânen (dua), maddeten (tedbir) hazırsanız, fırtına çıktığında uyuyabilirsiniz.

Olduktan sonra fırtınaya bahane bulmaktansa, fırtınaya hazırlıklı olmak lâzım demek ki.
Ondan sonrası Allah'a emanet.
Öncesi değil...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder