Efsane olmuş, Türk sinema tarihine imzasını atmış, klasikler arasında yer almış, gönüllere taht kurmuş Hababam Sınıfı filmlerinin çekiminin yapıldığını bildiğim Hababam Sınıfı Müzesi'ni ziyaret etmek için Üsküdar-Altunizade'ye, Validebağ Korusu içindeki Adile Sultan Kasrı'na gittim dün. Adile Sultan Kasrı Öğretmenevi ve Akşam Sanat Okulu'nun da içinde bulunduğu epey büyük bu koruluk, İstanbul'da hasret kalınan yeşili gördüğüm ender yerlerden biri oldu.
Google Earth'ten gördüğüm kadarıyla, Üsküdar Göğüs Hastanesi Köşkü'nün bahçesi ve tabii ki Karacaahmet Mezarlığı yakın çevredeki yeşil alanlardan ikisi. Görünen diğer yeşil alanların ise neredeyse hepsi mezarlık. Sonrası çakıl taşı misali hep beton, hep gri...
Kasrın önüne gelince beni önce Atamın büstü karşıladı. "Toplumların uygarlık düzeyi öğretmene verdikleri değer ile ölçülür." diyordu Atam.
Acaba müze ne tarafta diye etrafıma bakındım şöyle bir. Üzerinde "müze" yazan bir yer göremeyince, kasrın içine girip sordum. Bilet kesen görevli, müzenin, kasrın içinde sadece bir odadan ibaret olduğunu söyledi. Kasrın üst katlarına çıkan merdivene yönelince, üst kata çıkmaya (gelin-damat fotoğraf çekimleri hariç) iznimiz olmadığını, sadece müze olarak düzenlenmiş olan odayı ziyaret edebileceğimizi söyledi.
Bilet alırken, iki yandan üst katın sahanlığına çıkan merdivenlerin altındaki boşluğa yerleştirilmiş oymalı koltuklara ve ortadaki sehpaya gitti gözüm.
Bu manzara 80'lerin evlerinden bir sahne gibi göründü gözüme. Hele bir de iki merdiven arasındaki boşluğa atılıveren makine işi daire (paspas misali) halıyı görünce, düğün dernek vesilesi ile epey iyi para kazanan kasrın neden bu kadar özensiz bir girişi olduğunu düşünmeden edemedim.
Ah o merdivenler
Ders saati bitip de teneffüs vakti geldiğinde elindeki zili sallaya sallaya merdivenlerden inen Hafize Ana'nın koşturduğu, zil sesini duyan sınıf ahalisinin sınıflardan padoktan çıkan yarış atları gibi fırladığı, açılan baraj kapaklarından boşalan bir sel gibi merdivenlerden bahçeye gümbürtü içinde aktığı merdivenler bunlar mıydı?
Hababam Sınıfı Müzesi
5 TL vererek merdivenin sağ yanında bulunan 6 Edebiyat A sınıfına girdim. Bu odada (sınıfta) 1975 yılında Hababam Sınıfı, 1976 yılında Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı, 1977 yılında Hababam Sınıfı Uyanıyor ve 1978 yılında Hababam Sınıfı Tatilde filmleri çekilmişti.
Sınıf canlandırmasındaki sıralar pırıl pırıl yeni, sıralar üzerinde film esnasında oturduğu yere göre oturan kişinin fotoğrafı ve filmdeki adı vardı. Fonda Melih Kibar'ın bestesi olan Hababam Sınıfı müziği ve Hababam Sınıfı filmlerinde yer almış şarkılar çalıyordu. Duvarlarda Hababam Sınıfı çekimlerinden kareler ve film hakkında bilgiler içeren metinler vardı.
Ha bir de, "olmamış kere olmamış" dört balmumu heykel vardı ki, olmasaydı iyiydi.
Hafize Ana'yı canlandıran Adile Naşit, Kel Mahmut'u canlandıran Münir Özkul, Güdük Necmi-Halit Akçatepe (sadece başı) ve İnek Şaban-Kemal Sunal'ın balmumu heykelleri, ebediyete intikal etmiş sanatçıları mezarında ters döndürecek bir görüntüdeydi.
Soba ve iskelet dışında filmden bir esinti gelmedi bana. Ne bir obje, ne bir kıyafet, ne bir fular, ne bir defter, ne Hafize Ana'nın zil niyetine çaldığı çan.
Pardon, İnek Şaban'ın boynuna davar çanını asmışlar. Gelen geçen dokundukça çalıyordu çın çın.
Adile Naşit maketinin bir eli felçli insan eli gibi, bir garip duruyordu. Karnı da sanki siroz hastası gibi şişti. Münir Özkul deseniz kelinden başka maketin kendisiyle hiçbir şekilde alakası yoktu. Halit Akçatepe'nin başı sobadan çıkmış olmasa onu da tanıyamayacaktım. Kemal Sunal'ın gülünce ortaya çıkan damakları ve dişleri onu aslına daha uygun kılmış.
Eh, kötünün iyisi diyelim.
Yıkın Heykellerimi!
Keşke maket (bakın heykel diyemiyorum) işine hiç girilmeseymiş. Vitrin mankeninden bozma heykeller yapılacağına hiç yapılmasa, anılarımız yerle yeksan olmasaymış.
Son dönemde heykel diye birbirinden kötü maketler yapıp duruyorlar hep böyle. Hiç uğraşmasalar da üç boyutlu yazıcı ile yapıverseler daha iyi olacak aslında.
Sosyal medyadaki Hababam Sınıfı Müzesi albümümdeki "heykel" fotoğraflarının altına böyle bir yorum yazınca, arkadaşım Gülcan dedi ki; "Ben de son dönemde yapılan ucube heykelleri görünce bir araştırma yaptım. Birçok makale ve yazı okuduktan sonra kısaca şunu buldum. 'İslamiyet'te heykel yapılmaz, yapılsa da aslına asla benzetilmez. Çünkü heykel yapmak Allah’ın yaratıcılık vasfını taklit etmek manasına gelir ki, bu da inanca terstir.'"
"Aslına benzetilmez'i anlarım da, bir şeye benzetilmez'i anlamam." sözleriyle cevapladım bu yorumu. Karikatür için iyi resim yapabiliyor olman lazımdır mesela. Bozmanın bile bir yolu vardır. İyi bozman lazımdır.
Kısacası, ilk gençlik yıllarımın efsane filmine ayıp edilmiş. Kitabın yaratıcısına, senaristine, yönetmenine, oyuncusuna, arka planda emek veren emekçisine, en çok da izleyicisine ayıp edilmiş…
Ben bu "müze"den büyülenmiş bir halde çıkmalıydım aslında.
Çıkamadım.
Çünkü Hababam'ın ruhuna giremedim.
"Ha babam de babam"
TDK'ye göre, Türkçe'de "Ha babam de babam", zorlayarak ve ricayla iş yaptırmayı ifade eden bir deyim. Eş anlamlı olarak "İte kaka" da diyebiliriz yani. Müzeye bakınca, müzenin de ite kaka yapıldığını düşündüm. Hababam Sınıfı da ite kaka okuyanlar sınıfıydı. Bu sınıf, sinema tarihimize unutulmaz bir imza atmıştı. O yüzden müze olarak çok daha iyisini hak ediyordu. En azından Beyoğlu, İstiklâl Caddesi'ndeki İstanbul Sinema Müzesi'nden yardım istenebilirdi. Diğer müzelerden esinlenilebilinirdi.
BENİM "HABABAM SINIFI"M
İlk gençliğe adım attığım 75 yılında, Hababam Sınıfı filmleri bizim nesle ilaç gibi gelmişti. Çocukluğum Fatma Girik'li, Hülya Koçyiğit'li, Türkan Şoray'lı, Ediz Hun'lu, Ayhan Işık'lı, Göksel Arsoy'lu, Sadri Alışık'lı, Selda Alkor'lu, Selma Güneri'li ve daha sayamayacağım kadar çok artistli, bol aşk, bol acı, bol ayrılık, bol hüzün kokan, duygu yoğunluğu yüksek tutulmuş filmlerle geçmişti. Sinema salonlarının karanlığında dünyayı yeni yeni tanırken gözyaşları içinde kalıyor, zengin oğlan ile fakir kızın bir türlü kavuşamamasına üzülüyor, hain ve zengin fabrikatör babaya kızıyor, evli erkekleri baştan çıkartan vamp kadınlara hırslanıyor, bir anda kör olup bir anda gözleri açılanlara hayret ediyor, kavuşanların yanak yanağa verdikleri pozun üzerinde yazan SON yazısı ile gerçek dünyaya dönüyordum.
Komik filmler de yok değildi. Büyük köşklerde çevrilen aşçı uşak hizmetçili filmler, Küçük Hanım'lı filmler, Cilalı İbo gibi filmler, kaçmalar kovalamalar yakalamalar yakalanmamalar, şaşkınlıklar, yalanlar dolanlar ve bolca kahkaha...
Filmlerde gerçek ile gerçek-miş gibi olan iç içe geçiyor, hangisi daha gerçek ayırt edemiyorum.
Hayaller filmlerdeki gibiydi. Hayat ise yaşandığı gibiydi. Hayaller ile hayat bazen kesişiyor, çok zaman da birbiriyle hiç buluşamıyordu.
Hababam Sınıfı filmi ise hayal değil çok gerçekti. Bu da onu daha izlenir ve daha cazip yapıyordu.
Film henüz yeni çekildiği zamanlardı herhalde, Rıfat Ilgaz'ın Hababam Sınıfı kitabını okuduğumu hatırlıyorum. Bölük pörçük satırlar var zihnimde. (Ki Hababam Sınıfı romanı, Rıfat Ilgaz'ın Dolmuş dergisinde yazmaya başladığı öykülerden bir bölümünü birleştirerek 1957 yılında kitaplaştırdığı eseridir.
Filmi izlediğimde, belki kendim de henüz yeni bir lise öğrencisi olduğum için, filmden ve oyunculardan çok etkilendim. Mahmut Hoca ile ağladım, İnek Şaban ile güldüm, Damat Ferit'e aşık oldum.
Ertem Eğilmez'in Hababam Sınıfı serisindeki müsamere sahnelerini ise hiç unutmadım. Oyuncular o günlerin en ünlü şarkılarını kendi sesleriyle söylüyorlardı. Cici Kızlar'dan "Delisin", Seyyal Taner'den "Son Verdim Kalbimin İşine", Beyaz Kelebekler'den "Sen Gidince", Güzin ile Baha'dan "Gençlik Başımda Duman-Ateş Böceği" , Yeliz'den "Bu Ne Dünya", Erkin Koray'dan Esterabim", Erol Evgin'den "Sevdan Olmasa-Ah bu hayat çekilmez", Uğur Akdora'dan "Hayırdır İnşallah" şarkıları, Adile Naşit, Kemal Sunal, Halit Akçatepe, Tarık Akan ve diğer oyuncuların sesinden seslendirildi. O sahneler müzikleriyle birlikte hafızalara kazındı.
ADİLE SULTAN
Kasrın girişine asılmış tablosundan geleni geçeni izleyen Adile Sultan için, "Âdile Sultan (1826 -1899) Sultan II. Mahmut'un kızı, ve divan sahibi olan tek kadın şairdir. 13 yaşında babası II. Mahmut ölünce ağabeyi Sultan Abdülmecit tarafından yetiştirilmiş, 21 yaşında 19. asrın en görkemli saray düğünlerinden biriyle Tophane Müşiri Mehmet Ali Paşa ile evlendirilmiştir. Fındıklı'da Neşatabad sarayına yerleşmiş ve bir kızı olmuştur. Ölünce Eyüp'te kocasının kabri yanına gömülmüştür. II. Abdülhamit, halası Adile Sultan'a saygı duymuştur. Yazlık köşkü Adile Sultan Kasrı'dır." yazıyor.
Adile Sultan hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, Adile Sultan Kasrı Öğretmenevi ve Akşam Sanat Okulu'nun internet sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
****
Adile Sultan'ın hayatı ile Hababam'ın uzayda bir yerde kesiştiği yerdeydim dün.
Lakin ne Adile Sultan'ı duyumsayabildim ne de Hababam'ı.
Yine de gitmek isterseniz gidiniz.
En azından "gitmedim-görmedim" demezsiniz.
Kasrın güzel bahçesinde oturup bir çay içersiniz…
Hababam Sınıfı Müzesi Fotoğraf Albümü için tıklayınız:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder