Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok kitabı Nazi Almanyası'nın yasaklı kitapları arasındadır ve 10 Mayıs 1933 yılında Berlin Opera Meydanı'nda yakılan kitaplardan biridir. Binlerce kitap arasından sembolik olarak seçilen birkaç kitap ateşe atılmadan önce kısa konuşmalar yapılmış, yedinci sırada yakılacak olan Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok kitabı için, "Birinci Dünya Savaşı askerine edebiyat yoluyla ihanete karşı, toplumun kahramanlık ruhunu yaşatmak adına Erich Maria Remarque'ın kitabını ateşe atıyorum!" sözleri söylenerek kitap ateşe atılmıştır. Kitaplar Opera Meydanı'nda yakılırken sevinç çığlıkları atarak tezahürat yapanlar da romanın kahramanları olan ve cephelerde ön saflara sürülmüş acemi askerler gibi çocuk yaştadırlar henüz.
Birinci Dünya Savaşı'nda Almanya-Fransa cephesindeki Alman askerlerinin yaşadıklarını anlatan 1929 tarihli romanı yakılıp yasaklandığında Remarque Almanya'da değildir artık. Yazar 1931'de İsviçre'ye yerleşmiş, 1938 yılında Alman vatandaşlığından çıkarılmasının ardından 1939 yılında Amerika'ya göç etmiştir. Almanya'da kalan kız kardeşi Elfriede Scholz ise savaş aleyhine konuştuğu gerekçesiyle Nazi mahkemelerince ölüm cezasıyla yargılanarak 1943 yılında idam edilmiştir.
E.M. Remarque kitabına "Bu kitap ne bir şikâyettir ne de bir itiraf. Harbin yumruğunu yemiş, mermilerden kurtulmuş olsa bile, tahriplerinden kurtulamamış bir nesli anlatmak isteyen bir deneme, sadece." ön sözüyle başlıyor.
Kitabı Türkçeleştiren kişi şair, öğretmen, çevirmen Behçet Necatigil. Kitabın ön sözü ise Necatigil'in kızı Ayşe Sarısayın tarafından yazılmış ve ön söz Sarısayın'ın şu cümlesiyle sona eriyor:
"Savaşın acımasız gerçekliğiyle her yüzleşme, barış için bir umuttur yine de..."
Kitapta savaşın korkunçluğu ve anlamsızlığı tüm çıplaklığı ile anlatılmış. Evinde sıcak yatağında olmanın, çayırlarda hayvan otlatmanın ya da sevdiği kızın yolunu gözlemenin, kısacası sıradan yaşanan günlerin özlemiyle yanıp tutuşan ama cephede soğuk, çamur, kan, ateş ve ölümle iç içe yaşayan çocuk yaştaki askerlerin en gerçek duyguları nakşedilmiş sayfalara.
Kitabı okuyan gençlerin savaşmaktan korkacakları ve savaştan kaçınacakları düşünülerek yasaklanmış kitap tabii ki.
Dünyayı fethetmeye niyetlenen Almanlar bu fethi askerlikten korkan kişilerle yapamazlardı elbette. O yüzden de kitabı yakıp yasakladılar.
Lakin 1939'dan 1945'e kadar süren savaşta, milyonlarca askerle ve türlü çeşit teçhizatla da fethedemediler dünyayı. Vahşet ve faşizm ile kendi sonlarını hazırlarken dünyayı da telafisi zor bir felakete sürüklediler.
Öyle ki, 2. Dünya Savaşı insanlık tarihinin en kanlı savaşıdır. Savaş sona erdiğinde 60 ile 65 milyon arası insan ölmüştür. Bunların 27 milyonu Sovyet, 10 milyondan fazlası Çinli, 6 milyonu Yahudi, 6 milyondan fazlası Alman, 3 milyondan fazlası Polonyalı, 2.5 milyonu Japon ve 1.5 milyonu Yugoslavdır.
1. Dünya Savaşı'nda ölen 9.5 milyon insanın %95'i asker, %5'i sivil iken, 2. Dünya Savaşı'nda ölen 65 milyon insanın %33'ü asker, %67'si sivildi.
2. Dünya Savaşı sırasında Stalin'in 130 bin askerini geri çekildikleri ya da savaşmadıkları gerekçesiyle öldürttüğü söylenir.
****
Kafkas, Çanakkale, Trablusgarp, Suriye ve Filistin cephelerinde savaşmış, Kurtuluş Savaşı'ndan başarıyla çıkmış Mustafa Kemâl Atatürk 1923 yılında "Mutlaka şu veya bu sebepler için milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Hakiki düşüncem şudur: Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, "ölmeyeceğiz" diye savaşa girebiliriz. Ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir." demişti.
****
Şimdi biz adını Zeytin Dalı koyduğumuz bir harekâtın içindeyiz.
Barış için savaşıyoruz demek midir bu anlamadım.
Savaşa girmeden zeytin dalı ile sağlayamaz mıydık barışı?
Bunu çözmenin diplomatik bir yolu yok muydu?
Savaş son çareyse eğer, savaşa girmemek için diğer tüm çareler denenmiş miydi?
Savaşa girmek için ulusumuzun hayatı tehlikede altında mıydı?
Öyleyse eğer, neden bu tehlike bu kadar büyümüştü?
Güçlü devletler kolay kolay savaşa sürüklenmezler benim bildiğim.
Savaşa girmeleri için önce güçten düşürülür, sonra savaşın içine çekilir, sonra da yok edilirler.
Bu oyunu bozan bir Mustafa Kemâl idi.
"Öldüreceğiz" diyenlere karşı "ölmeyeceğiz" demiş, Kurtuluş Savaşı'nda hattı değil sathı müdafaa ederek, "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz, ileri!" sözleriyle taarruz emri vererek topyekûn bir mücadeleyle kurtarmıştı yurdu düşmanın elinden.
Ve yine O, "Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım" diyerek savaş kararının ne kadar büyük bir karar olduğunu dile getirmiş, binlerce askere komutanlık ederken ve hâttâ onlara ölmeyi emrederken toprağa düşen her canla birlikte ölümü defalarca bizzat yaşamıştı. Ancak mevzubahis vatandı.
Bugün şimdi her gelen şehit haberinde vicdan azabı duyuyor mudur savaş kararı verenler, yoksa gereğini yaptıklarını düşündükleri için rahat mıdır vicdanları?
Vicdansız olan savaş mıdır, yoksa göz göre göre ortalık karıştırıp savaş çıkartanlar mı?
Birinci Dünya Savaşı'nda Almanya-Fransa cephesindeki Alman askerlerinin yaşadıklarını anlatan 1929 tarihli romanı yakılıp yasaklandığında Remarque Almanya'da değildir artık. Yazar 1931'de İsviçre'ye yerleşmiş, 1938 yılında Alman vatandaşlığından çıkarılmasının ardından 1939 yılında Amerika'ya göç etmiştir. Almanya'da kalan kız kardeşi Elfriede Scholz ise savaş aleyhine konuştuğu gerekçesiyle Nazi mahkemelerince ölüm cezasıyla yargılanarak 1943 yılında idam edilmiştir.
E.M. Remarque kitabına "Bu kitap ne bir şikâyettir ne de bir itiraf. Harbin yumruğunu yemiş, mermilerden kurtulmuş olsa bile, tahriplerinden kurtulamamış bir nesli anlatmak isteyen bir deneme, sadece." ön sözüyle başlıyor.
Kitabı Türkçeleştiren kişi şair, öğretmen, çevirmen Behçet Necatigil. Kitabın ön sözü ise Necatigil'in kızı Ayşe Sarısayın tarafından yazılmış ve ön söz Sarısayın'ın şu cümlesiyle sona eriyor:
"Savaşın acımasız gerçekliğiyle her yüzleşme, barış için bir umuttur yine de..."
Kitapta savaşın korkunçluğu ve anlamsızlığı tüm çıplaklığı ile anlatılmış. Evinde sıcak yatağında olmanın, çayırlarda hayvan otlatmanın ya da sevdiği kızın yolunu gözlemenin, kısacası sıradan yaşanan günlerin özlemiyle yanıp tutuşan ama cephede soğuk, çamur, kan, ateş ve ölümle iç içe yaşayan çocuk yaştaki askerlerin en gerçek duyguları nakşedilmiş sayfalara.
Kitabı okuyan gençlerin savaşmaktan korkacakları ve savaştan kaçınacakları düşünülerek yasaklanmış kitap tabii ki.
Dünyayı fethetmeye niyetlenen Almanlar bu fethi askerlikten korkan kişilerle yapamazlardı elbette. O yüzden de kitabı yakıp yasakladılar.
Lakin 1939'dan 1945'e kadar süren savaşta, milyonlarca askerle ve türlü çeşit teçhizatla da fethedemediler dünyayı. Vahşet ve faşizm ile kendi sonlarını hazırlarken dünyayı da telafisi zor bir felakete sürüklediler.
Öyle ki, 2. Dünya Savaşı insanlık tarihinin en kanlı savaşıdır. Savaş sona erdiğinde 60 ile 65 milyon arası insan ölmüştür. Bunların 27 milyonu Sovyet, 10 milyondan fazlası Çinli, 6 milyonu Yahudi, 6 milyondan fazlası Alman, 3 milyondan fazlası Polonyalı, 2.5 milyonu Japon ve 1.5 milyonu Yugoslavdır.
1. Dünya Savaşı'nda ölen 9.5 milyon insanın %95'i asker, %5'i sivil iken, 2. Dünya Savaşı'nda ölen 65 milyon insanın %33'ü asker, %67'si sivildi.
2. Dünya Savaşı sırasında Stalin'in 130 bin askerini geri çekildikleri ya da savaşmadıkları gerekçesiyle öldürttüğü söylenir.
****
Kafkas, Çanakkale, Trablusgarp, Suriye ve Filistin cephelerinde savaşmış, Kurtuluş Savaşı'ndan başarıyla çıkmış Mustafa Kemâl Atatürk 1923 yılında "Mutlaka şu veya bu sebepler için milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Hakiki düşüncem şudur: Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, "ölmeyeceğiz" diye savaşa girebiliriz. Ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir." demişti.
****
Şimdi biz adını Zeytin Dalı koyduğumuz bir harekâtın içindeyiz.
Barış için savaşıyoruz demek midir bu anlamadım.
Savaşa girmeden zeytin dalı ile sağlayamaz mıydık barışı?
Bunu çözmenin diplomatik bir yolu yok muydu?
Savaş son çareyse eğer, savaşa girmemek için diğer tüm çareler denenmiş miydi?
Savaşa girmek için ulusumuzun hayatı tehlikede altında mıydı?
Öyleyse eğer, neden bu tehlike bu kadar büyümüştü?
Güçlü devletler kolay kolay savaşa sürüklenmezler benim bildiğim.
Savaşa girmeleri için önce güçten düşürülür, sonra savaşın içine çekilir, sonra da yok edilirler.
Bu oyunu bozan bir Mustafa Kemâl idi.
"Öldüreceğiz" diyenlere karşı "ölmeyeceğiz" demiş, Kurtuluş Savaşı'nda hattı değil sathı müdafaa ederek, "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz, ileri!" sözleriyle taarruz emri vererek topyekûn bir mücadeleyle kurtarmıştı yurdu düşmanın elinden.
Ve yine O, "Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım" diyerek savaş kararının ne kadar büyük bir karar olduğunu dile getirmiş, binlerce askere komutanlık ederken ve hâttâ onlara ölmeyi emrederken toprağa düşen her canla birlikte ölümü defalarca bizzat yaşamıştı. Ancak mevzubahis vatandı.
Bugün şimdi her gelen şehit haberinde vicdan azabı duyuyor mudur savaş kararı verenler, yoksa gereğini yaptıklarını düşündükleri için rahat mıdır vicdanları?
Vicdansız olan savaş mıdır, yoksa göz göre göre ortalık karıştırıp savaş çıkartanlar mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder