Doğduğu gezegenden ayrılıp bambaşka gezegenlere yolculuk yapıyor insan hayat boyu ve başka gezegenleri ziyaret ettikçe kendi gezegenini daha iyi tanıyor, kendi gezegenindeki bir tanecik çiçeğin dahi kıymetini daha iyi anlıyor.
Anlıyor ki başka çiçeklerle ilgilenirken kendi çiçeğini sulamazsa, ona özenle bakmazsa ve ona sadık kalmazsa eğer, "benim çiçeğim" dediği ve çok sevdiği o çiçek sararıp solup ölecek.
Sorumluluk almış bir ruh gezegenler arasında dolaşırken hep kendi çiçeğini düşünüyor, bir an önce kendi gezegenine dönmek ve bir an önce çiçeğini sulayarak ona can vermek istiyor.
Kitap Kurtları Kitap Kulübü olarak aralık ayında okuduğumuz Antoine De Saint-Exupéry'nin Küçük Prens kitabında; kitabın kahramanı Küçük Prens'in kendi gezegeninden ayrılıp diğer gezegenleri ziyaret ederken diğer gezegenlerde karşılaştıkları, kendisi ve diğerleri hakkında düşündükleri, o masum ve basit diliyle sorduğu sorular, kendisine sorulan sorulara yine aynı dille verdiği basit cevaplar, her sorunun ve her cevabın okuyucunun kendi hayatı içinde karşılık bulması ve kitabın bu kadar eşsiz ve bir o kadar da nahif olmasıdır bana yazıdaki ilk paragrafı yazdıran.
Kitabın yazarı Antoine De Saint-Exupéry'nin kendisi de bir pilottu aslında.
Kitabında uçağı Sahra çölüne düşen bir pilotun çölde karşılaştığı olağanüstü güzel sarı saçlı bir erkek çocukla olan konuşmalarını anlatıyordu. Kitabın kahramanı pilot gibi Saint-Exupéry de kıtalararası posta seferlerinde pilotluk yaparken, 1935 yılında Paris’ten Saygon’a uçtuğu bir seferinde Sahra Çölü’ne düşmüştü.
İkinci Dünya Savaşı başlayıp da Fransa Almanya tarafından işgal edilince Saint-Exupéry Fransa'yı terk ederek Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmiş, New York’ta bir otel odasında Küçük Prens'i kaleme almış, kitap 1943 yılında hem İngilizce, hem de Fransızca olarak aynı anda bin sayfa olarak yayımlanmıştı.
Daha sonra yazar ülkesine dönerek Fransız Hava Kuvvetleri'nin Kuzey Afrika’daki birliklerine katılmış, 31 Temmuz 1944’te bir keşif uçuşu sırasında Alman birliklerinden kaçarken uçağı düşürülmüş ve kendisinden bir daha haber alınamamıştı.
Bu durum 1998 yılında Marsilyalı bir balıkçı tarafından yazara ait bir bilekliğin bulanmasına ve 2004 yılında yine Marsilya kıyılarında yapılan araştırmalar sonucu uçağın enkazına ulaşılmasına kadar sürdü.
Ölümünden 65 yıl sonra, bir Alman pilotu olan Hors Rippert, yazarın kullandığı uçağı düşürdüğünü itiraf etti ve "İçinde kimin olduğunu bilseydim ateş etmezdim" dedi.
Bernard Mark adındaki bir tarihçiye göre ise Saint-Exupery’nin intihar etmiş olması olasılığı yüksekti.
Saint-Exupéry, kitabın yazarı olmasının yanı sıra, kitaptaki bütün çizimleri de suluboya ile kendisi gerçekleştirdi. Saint-Exupéry'nin yaptığı çizimler için model alabileceği bir hayvanat bahçesine erişimi yoktu. Bu yüzden hem kendi oyuncaklarını hem de arkadaşlarının evcil hayvanlarını model olarak kullandı.
Okuyucu da dikkat etmiştir, kitabın en önemli karakterlerinden biri olan pilot (anlatıcı) okura hiçbir çizimde gösterilmemiş.
Küçük Prens hem yazarın hem de pilotun ve hem de Küçük Prens'in ta kendisiydi belki.
İhtimal ki yazar Sahra Çölü'nde yarı baygın yatarken hep kendisiyle konuşmuştu, içindeki o güzel çocuğu orada tanımıştı ve kitabında da onu anlatmıştı.
Küçük Prens'le tanışan pilot anlamıştı ki Küçük Prens'in küçücük bir dünyası vardı ve orada hiçbir şeyi sınırlandırmaya gerek yoktu. Dikensiz gül, bağlanmaya gerek kalmayan koyun hep oradaydı. Küçük Prens sandalyesini bir-iki adım ilerleterek güneşin batışını bir günde 44 kere izleyebildiğini söylüyordu mesela. Üstelik insan çok üzgün olduğunda güneşin batışını izlemeyi sever diyordu. Küçük Prens güneşin batışını 44 kez izleyecek kadar mı üzgündü?
Küçük Prens'in gezegeninde toprağın içine tohum salmış kötü baobaplar da vardı ne yazık ki ve onlardan zamanında kurtulmak gerekiyordu. Küçük Prens tembellik eder de bugünün işini yarına bırakıp üç baobap filizini sökmeyi ihmal ederse baobaplar büyüdüklerinde gezegeni patlatabilirdi.
Bir Türk gökbilimci tarafından 1909 yılında keşfedilen B-612 gezegeninden mi gelmişti Küçük Prens acaba?
Hiçbir çiçek koklamayan, gökyüzüne hiç bakmayan, hiç kimseyi sevmeyen insanlara kızgındı Küçük Prens. Neyin önemli neyin önemsiz olduğunu birbirine karıştırıyordu o insanlar hep.
Ne anlaşılmazdı şu büyükler.
Kendi süslü çiçeğini kendisi de anlayamamıştı oysa. Çiçeğin ona oynadığı oyunların ardındaki sevecenliğini görememişti. Çünkü o henüz sevmeyi bilemeyecek kadar deneyimsizdi.
Bir başka gezegende emir verirken insaflı davranan ama emirlerine karşı gelinmesine tahammül edemeyen ve otoritesine çok önem veren bir Kral vardı, bir diğer gezegende kendini beğenmiş bir adamla karşılaştı Küçük Prens.
İçtiğinden utandığını unutmak için içen bir ayyaşla tanıştı bir gezegende, bir diğerinde saymakla delicesine meşgul olduğu için kafasını kaldırıp Küçük Prens'in suratına bile bakmayan bir iş adamıyla.
Yıldızları sayıyordu iş adamı. Yıldızlara sahip olmayı ilk o düşündüğü için de zengin olduğunu düşünüyordu.
Yıldızların ne işe yaradığını anlamamıştı Küçük Prens. İş adamının da yıldızlara ne yararı olduğunu anlamamıştı. Ne tuhaftı şu büyükler.
Ziyaret ettiği beşinci gezegendeki lamba yakıcısının yaptığı işin bir anlamı vardı Küçük Prens'e göre. Lambacı ise öyle düşünmüyordu. Gezegenin dönüşü gittikçe hızlanmış ve sonunda bu süre bir dakikaya düşmüştü. Lamba yakıcısı lambayı dakikada bir yakıp söndürüyordu ve çok ama çok yoruluyordu. Günde bin dört yüz kırk gün batımı kolay değildi elbet. Lambacı sadece uyumak istiyordu. Sadece uyumak...
Altıncı gezegendeki coğrafyacı, bir kâşif ile bir coğrafyacının farkını anlattı Küçük Prens'e. "Kâşif çok fazla içki içerse ve bir de yalan söylerse büyük felaketlere neden olur" dedi.
Çünkü sarhoşlar her şeyi çift görürdü. Kâşifler de keşiflerini somut bir şekilde kanıtlamalıydılar. Coğrafyacıdan öğrendiğine göre coğrafya kalıcıydı, çiçekler geçiciydi.
Küçük Prens'in aklına gezegeninde bıraktığı çiçeği aklına geldi birden ve bir anda içine dolan pişmanlıkla "Eyvah!" dedi.
Coğrafyacı ona "çok iyi ve ünlü bir gezegen" olan dünyaya gitmesini önerdi.
Dünya sıradan bir gezegen değildi nihayetinde. Orada "yüz on bir tane kral, tam yedi bin coğrafyacı, dokuz yüz bin iş adamı, yedi buçuk milyon ayyaş, üç yüz on bir milyon kendini beğenmiş, kısacası yaklaşık iki milyar büyük insan" vardı. Dünya o kadar büyüktü ki; elektrik icat edilmeden önce dünyadaki anakaraları aydınlatabilmek için tam "dört yüz altmış iki bin beş yüz on bir" lamba yakıcısından oluşan bir orduya gerek vardı.
Yazarın dünya gezegenini anlattığı bölümdeki "Avustralya ve Yeni Zelanda'dan başlayan lamba yakma töreni"ni anlatan paragrafı okurken gözümün önüne Meksika Dalgası hareketi geldi. Ne muhteşem bir görüntüydü o öyle...
Ve tilki...
Küçük Prens'e "Evcilleştir beni" diyen tilki.
"Ancak evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin ve evcilleştirdiğin şeyden sonsuza dek sorumlusun" diyen tilki.
"Hep aynı saatte gel, geleceğin saati bilirsem bir saat öncesinden mutlu olmaya başlarım, zaman ilerledikçe daha mutlu olurum, mutluluğun değerini öğrenirim" diyen tilki.
"İnsanların hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yok, her şeyi dükkandan hazır alıyorlar, arkadaşlar da dükkanda satılmadığı için hiç arkadaşları olmuyor" diyen tilki.
"Özde olanı sadece kalp görebilir, gözler özde olanı göremez" diyen tilki.
****
Yazının burasında kitabın anlatımını durdurup, kitabın devamını okuyucuya bırakalım.
Yaşamın, var oluşun, yok oluşun, gözümüzle göremediklerimizin, kalbimizle görebildiklerimizin, değer verdiklerimizin, değerini bilmediklerimizin, yanımızdayken yanımızda olduğunu hissetmediklerimizin, uzaktayken yanımızda olduğunu hissettiklerimizin, dostluğun, vefanın, sorumluluğun, emeğin, en çok da basitliğin, daha doğrusu masumiyetin kitabıdır Küçük Prens.
Yüzlerce dile çevrilmiştir.
Yazar bu kitabı "çocuk kitaplarını bile anlayabilecek" bir kişiye, yazarın dünyada sahip olduğu en iyi dost olan Leon Werth'e, daha doğrusu dostu Leon Werth'in küçük bir çocuk olduğu zamanlara ithaf etmiştir.
Siz de çocuk zamanlarınız ile okuyun kitabı. Büyüyün bir daha okuyun, dönün çocuk olun bir daha okuyun.
Kitabı okurken de, hayatı yaşarken de kendi çiçeğinizin nerede olduğunu hiç unutmayın...
Anlıyor ki başka çiçeklerle ilgilenirken kendi çiçeğini sulamazsa, ona özenle bakmazsa ve ona sadık kalmazsa eğer, "benim çiçeğim" dediği ve çok sevdiği o çiçek sararıp solup ölecek.
Sorumluluk almış bir ruh gezegenler arasında dolaşırken hep kendi çiçeğini düşünüyor, bir an önce kendi gezegenine dönmek ve bir an önce çiçeğini sulayarak ona can vermek istiyor.
Kitap Kurtları Kitap Kulübü olarak aralık ayında okuduğumuz Antoine De Saint-Exupéry'nin Küçük Prens kitabında; kitabın kahramanı Küçük Prens'in kendi gezegeninden ayrılıp diğer gezegenleri ziyaret ederken diğer gezegenlerde karşılaştıkları, kendisi ve diğerleri hakkında düşündükleri, o masum ve basit diliyle sorduğu sorular, kendisine sorulan sorulara yine aynı dille verdiği basit cevaplar, her sorunun ve her cevabın okuyucunun kendi hayatı içinde karşılık bulması ve kitabın bu kadar eşsiz ve bir o kadar da nahif olmasıdır bana yazıdaki ilk paragrafı yazdıran.
Kitabın yazarı Antoine De Saint-Exupéry'nin kendisi de bir pilottu aslında.
Kitabında uçağı Sahra çölüne düşen bir pilotun çölde karşılaştığı olağanüstü güzel sarı saçlı bir erkek çocukla olan konuşmalarını anlatıyordu. Kitabın kahramanı pilot gibi Saint-Exupéry de kıtalararası posta seferlerinde pilotluk yaparken, 1935 yılında Paris’ten Saygon’a uçtuğu bir seferinde Sahra Çölü’ne düşmüştü.
İkinci Dünya Savaşı başlayıp da Fransa Almanya tarafından işgal edilince Saint-Exupéry Fransa'yı terk ederek Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmiş, New York’ta bir otel odasında Küçük Prens'i kaleme almış, kitap 1943 yılında hem İngilizce, hem de Fransızca olarak aynı anda bin sayfa olarak yayımlanmıştı.
Daha sonra yazar ülkesine dönerek Fransız Hava Kuvvetleri'nin Kuzey Afrika’daki birliklerine katılmış, 31 Temmuz 1944’te bir keşif uçuşu sırasında Alman birliklerinden kaçarken uçağı düşürülmüş ve kendisinden bir daha haber alınamamıştı.
Bu durum 1998 yılında Marsilyalı bir balıkçı tarafından yazara ait bir bilekliğin bulanmasına ve 2004 yılında yine Marsilya kıyılarında yapılan araştırmalar sonucu uçağın enkazına ulaşılmasına kadar sürdü.
Ölümünden 65 yıl sonra, bir Alman pilotu olan Hors Rippert, yazarın kullandığı uçağı düşürdüğünü itiraf etti ve "İçinde kimin olduğunu bilseydim ateş etmezdim" dedi.
Bernard Mark adındaki bir tarihçiye göre ise Saint-Exupery’nin intihar etmiş olması olasılığı yüksekti.
Saint-Exupéry, kitabın yazarı olmasının yanı sıra, kitaptaki bütün çizimleri de suluboya ile kendisi gerçekleştirdi. Saint-Exupéry'nin yaptığı çizimler için model alabileceği bir hayvanat bahçesine erişimi yoktu. Bu yüzden hem kendi oyuncaklarını hem de arkadaşlarının evcil hayvanlarını model olarak kullandı.
Okuyucu da dikkat etmiştir, kitabın en önemli karakterlerinden biri olan pilot (anlatıcı) okura hiçbir çizimde gösterilmemiş.
Küçük Prens hem yazarın hem de pilotun ve hem de Küçük Prens'in ta kendisiydi belki.
İhtimal ki yazar Sahra Çölü'nde yarı baygın yatarken hep kendisiyle konuşmuştu, içindeki o güzel çocuğu orada tanımıştı ve kitabında da onu anlatmıştı.
Küçük Prens'le tanışan pilot anlamıştı ki Küçük Prens'in küçücük bir dünyası vardı ve orada hiçbir şeyi sınırlandırmaya gerek yoktu. Dikensiz gül, bağlanmaya gerek kalmayan koyun hep oradaydı. Küçük Prens sandalyesini bir-iki adım ilerleterek güneşin batışını bir günde 44 kere izleyebildiğini söylüyordu mesela. Üstelik insan çok üzgün olduğunda güneşin batışını izlemeyi sever diyordu. Küçük Prens güneşin batışını 44 kez izleyecek kadar mı üzgündü?
Küçük Prens'in gezegeninde toprağın içine tohum salmış kötü baobaplar da vardı ne yazık ki ve onlardan zamanında kurtulmak gerekiyordu. Küçük Prens tembellik eder de bugünün işini yarına bırakıp üç baobap filizini sökmeyi ihmal ederse baobaplar büyüdüklerinde gezegeni patlatabilirdi.
Bir Türk gökbilimci tarafından 1909 yılında keşfedilen B-612 gezegeninden mi gelmişti Küçük Prens acaba?
Hiçbir çiçek koklamayan, gökyüzüne hiç bakmayan, hiç kimseyi sevmeyen insanlara kızgındı Küçük Prens. Neyin önemli neyin önemsiz olduğunu birbirine karıştırıyordu o insanlar hep.
Ne anlaşılmazdı şu büyükler.
Kendi süslü çiçeğini kendisi de anlayamamıştı oysa. Çiçeğin ona oynadığı oyunların ardındaki sevecenliğini görememişti. Çünkü o henüz sevmeyi bilemeyecek kadar deneyimsizdi.
Bir başka gezegende emir verirken insaflı davranan ama emirlerine karşı gelinmesine tahammül edemeyen ve otoritesine çok önem veren bir Kral vardı, bir diğer gezegende kendini beğenmiş bir adamla karşılaştı Küçük Prens.
İçtiğinden utandığını unutmak için içen bir ayyaşla tanıştı bir gezegende, bir diğerinde saymakla delicesine meşgul olduğu için kafasını kaldırıp Küçük Prens'in suratına bile bakmayan bir iş adamıyla.
Yıldızları sayıyordu iş adamı. Yıldızlara sahip olmayı ilk o düşündüğü için de zengin olduğunu düşünüyordu.
Yıldızların ne işe yaradığını anlamamıştı Küçük Prens. İş adamının da yıldızlara ne yararı olduğunu anlamamıştı. Ne tuhaftı şu büyükler.
Ziyaret ettiği beşinci gezegendeki lamba yakıcısının yaptığı işin bir anlamı vardı Küçük Prens'e göre. Lambacı ise öyle düşünmüyordu. Gezegenin dönüşü gittikçe hızlanmış ve sonunda bu süre bir dakikaya düşmüştü. Lamba yakıcısı lambayı dakikada bir yakıp söndürüyordu ve çok ama çok yoruluyordu. Günde bin dört yüz kırk gün batımı kolay değildi elbet. Lambacı sadece uyumak istiyordu. Sadece uyumak...
Altıncı gezegendeki coğrafyacı, bir kâşif ile bir coğrafyacının farkını anlattı Küçük Prens'e. "Kâşif çok fazla içki içerse ve bir de yalan söylerse büyük felaketlere neden olur" dedi.
Çünkü sarhoşlar her şeyi çift görürdü. Kâşifler de keşiflerini somut bir şekilde kanıtlamalıydılar. Coğrafyacıdan öğrendiğine göre coğrafya kalıcıydı, çiçekler geçiciydi.
Küçük Prens'in aklına gezegeninde bıraktığı çiçeği aklına geldi birden ve bir anda içine dolan pişmanlıkla "Eyvah!" dedi.
Coğrafyacı ona "çok iyi ve ünlü bir gezegen" olan dünyaya gitmesini önerdi.
Dünya sıradan bir gezegen değildi nihayetinde. Orada "yüz on bir tane kral, tam yedi bin coğrafyacı, dokuz yüz bin iş adamı, yedi buçuk milyon ayyaş, üç yüz on bir milyon kendini beğenmiş, kısacası yaklaşık iki milyar büyük insan" vardı. Dünya o kadar büyüktü ki; elektrik icat edilmeden önce dünyadaki anakaraları aydınlatabilmek için tam "dört yüz altmış iki bin beş yüz on bir" lamba yakıcısından oluşan bir orduya gerek vardı.
Yazarın dünya gezegenini anlattığı bölümdeki "Avustralya ve Yeni Zelanda'dan başlayan lamba yakma töreni"ni anlatan paragrafı okurken gözümün önüne Meksika Dalgası hareketi geldi. Ne muhteşem bir görüntüydü o öyle...
Ve tilki...
Küçük Prens'e "Evcilleştir beni" diyen tilki.
"Ancak evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin ve evcilleştirdiğin şeyden sonsuza dek sorumlusun" diyen tilki.
"Hep aynı saatte gel, geleceğin saati bilirsem bir saat öncesinden mutlu olmaya başlarım, zaman ilerledikçe daha mutlu olurum, mutluluğun değerini öğrenirim" diyen tilki.
"İnsanların hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yok, her şeyi dükkandan hazır alıyorlar, arkadaşlar da dükkanda satılmadığı için hiç arkadaşları olmuyor" diyen tilki.
"Özde olanı sadece kalp görebilir, gözler özde olanı göremez" diyen tilki.
****
Yazının burasında kitabın anlatımını durdurup, kitabın devamını okuyucuya bırakalım.
Yaşamın, var oluşun, yok oluşun, gözümüzle göremediklerimizin, kalbimizle görebildiklerimizin, değer verdiklerimizin, değerini bilmediklerimizin, yanımızdayken yanımızda olduğunu hissetmediklerimizin, uzaktayken yanımızda olduğunu hissettiklerimizin, dostluğun, vefanın, sorumluluğun, emeğin, en çok da basitliğin, daha doğrusu masumiyetin kitabıdır Küçük Prens.
Yüzlerce dile çevrilmiştir.
Yazar bu kitabı "çocuk kitaplarını bile anlayabilecek" bir kişiye, yazarın dünyada sahip olduğu en iyi dost olan Leon Werth'e, daha doğrusu dostu Leon Werth'in küçük bir çocuk olduğu zamanlara ithaf etmiştir.
Siz de çocuk zamanlarınız ile okuyun kitabı. Büyüyün bir daha okuyun, dönün çocuk olun bir daha okuyun.
Kitabı okurken de, hayatı yaşarken de kendi çiçeğinizin nerede olduğunu hiç unutmayın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder