Dün magazin haberi olarak servis edilmiş bir haber okudum.
Okudum da; bana göre bu haber magazinsellikten ziyade hayatın tam da içinden bir haberdi.
Haber şöyleydi:
Işın Karaca'nın babası televizyondaki çöpçatan programlarından birinde yorumcu olarak yer almış. Ardından da kendisinin de evlenmek istediğini belirtmiş. Bu arada Işın henüz 6 yaşındayken kendisinden ayrıldığını ve yıllardır da görüşmediklerini dile getirmiş.
Işın Karaca, Aysu Kayacı, Seda Sayan, Nükhet Duru ve daha niceleri. Babalarını gönüllerinden silmiş kızlar onlar. Babalarını gönüllerinden silmeleriyle birlikte de, çocukluklarındaki kötü anılarından da kurtulduklarını düşünmüş kızlar...
Oysa ki bir kız çocuğu için hayatında tanıdığı ilk erkek olan babası o kadar önemlidir ki... Bir erkek olarak onun kendisine verdiği değer, cinsiyet ayrımı yapmaması, sevgisini göstermesi, kendisini dinlemesi, anlaması...
Kendisine gösterdiği bu hassasiyeti annesine ve ailenin diğer bireylerine de göstermesi.
Lâkin her şey her zaman böyle mükemmel olmuyor.
“Baba” dediğimiz de hatalarıyla ve günahlarıyla bir insan.
Kendi ruhsal dengesizliklerini, sorumsuzluklarını ve hayata karşı olan öfkelerini evdeki ailelerinden çıkartmaya çalışan, yaşadığı zorluklardan dolayı ailesini sorumlu tutan babalar da var. O babaların olduğu evlerde ne yazık ki her şey güllük gülistan olmuyor.
Şiddet ve öfkenin kol gezdiği o evlerde evin babasının eve geliş saatinde yaşanan korku ve endişe dolu bekleyiş, nefes tutularak izlenen bir korku filminden farklı olmuyor.
Yürek ağızda, bakışlar ürkek, bedenler gergin...
Anne korkmuş, çocuklar sinmiş...
Ve tüm gerilimiyle kapıda beliren baba...
Ondan sonra yaşananlarsa kimsenin yaşamak istemeyeceği ve kimsenin de müdahale edemediği olaylar... Ne bir devlet himayesi, ne bir koruma, ne de bir inisiyatif kullanma.
O çatının altında, dört duvar arasında sıkışıp kalmış, ezilmekten harap olmuş insanlar.
Bu ortamda yetişmiş bir çocuktan evlatlık yapmasını beklemek biraz haksızlık olmuyor mu? Bir insan sadece anne ya da baba olduğu için sevilmeyi ve sayılmayı bekliyorsa bu işte bir yanlışlık var demektir.
Tabii ki şartlı sevgi olmaz. Aileleri için mükemmel şartları oluşturanlar sevgiyi ve saygıyı hak ederler diye bir şey yok.
Şartlar ne olursa olsun gözardı edilmeyecek ve esirgenmeyecek tek bir konu varsa, o da “sevgi”nin ta kendisi.
Babalarının kendileri için elinden geleni yaptığını, kazancını kendileriyle paylaştığını ve sağladığı ya da sağlayamadığı imkânlarla kendilerini ezmediğini gören çocuklar saygıyla donatılmış bir sevgi beslemezler mi O'na?
Bir baba bütün yorgunluğuna ve sıkıntısına rağmen kızına gösterdiği muhabbetin kızının ilerideki günlerini aydınlatacak bir ışık olacağının farkında olmaz belki.
Ama öyledir...
Babayla kurulan o muhabbetli bağ, gelecekte ayakları yere sağlam basacak olan bir kızın ilk yapı taşlarındandır.
Böyle yetişmemiş kızlarsa hayat içerisinde başarılı olamaz diyemeyiz. Başarılı olabilirler. Hattâ çok başarılı olabilirler.
Peki ya mutlu olabilirler mi?
Babalarından göremedikleri o sevgi taneciklerini her yerde aramazlar mı?
Karşılarına çıkan her erkeğin dönüp dolaşıp babaları gibi kendilerine zarar verebileceğinden korkmazlar mı?
Olur olmaz yerlerde babalarının karşılarına çıkıp da kendilerini “hayırsız evlat” diye nitelendirmelerine kahrolmazlar mı?
Babalarının tutarsız davranışlarından utanmazlar mı?
Ve onlar; gözlerinin ardından yansıyan derin bir hüzünle o ezikliği ömürleri boyunca içlerinde taşımazlar mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder