Çocukken Ramazan geldiğinde kahvehanelerin camlarını beyaza boyadıklarını hatırlıyorum. Bunu niye yaptıklarını önceleri anlamazdım. Sonra anladım ki içeride oturan oruçsuzların yiyip içtikleri dışarıdakiler tarafından görünmesin diyeymiş.
Ben çocuk halimle "ortası direk"li oruçlar tutmaya çalışırken, onların bu gizlenmeleri dışarıdakilerden korkup çekindikleri için değil de, onlara değer verip kendilerini gizledikleri içinmiş. Hafif utanmayla karışık bir saygıymış yani.
Kahvehanenin içindekilerin dışındakilere, dışındakilerin de içindekilere olan saygısı...
Birbirimize saygı göstermeyi unuttuğumuzdan beri içeridekiler ile dışarıdakiler kıyasıya bir kavga halindeler.
Herkes birbirinin bekçisi, savcısı, hakimi, yargıcı.
Yağlı ilmek ellerde, herkes birbirini darağacına çekmek için fırsat bekliyor.
"Ben daha namuslu, ben daha şerefli, ben daha dindar, ben daha günahsız, ben daha laik, ben daha demokrat, ben daha ekabir, ben daha soylu, ben daha asil, ben ben ben ben, daha daha daha daha..."
"Ve benim dışımdaki diğerleri; siz benim tırnağım dahi olamazsınız..."
Karşılıklı böyle düşünen insanların yaşadığı bir memleketteyiz artık.
Geçtiğimiz günlerden birinde pazar yerinde dolanırken ağzında sigarasıyla alış-veriş yapmaya çalışan bir kadına ilişti gözüm. Bu durumun; uzun ve sıcak bir Ramazan gününde, pek çoğunun oruç ağızlarıyla işlerinin başında durduğu pazarcı esnafına karşı yapılmış bir ayıp olduğunu düşündüm.
Yaşı orta yaşın üzerinde olan bu kişinin biraz daha duyarlı olmasını bekledim.
Kendine özgürlüğü savunurken diğerlerine saygı sınırının geçilmiş olması her ne kadar pek hoşuma gitmediyse de; bana göre ayıp olan bu tavır diğer bir ayıbı doğurmadı. Kimse bunun üzerinde durmadı. Günlük koşuşturma içinde eridi, geçti-gitti.
Bu minicik hareketi devasa bir büyüklüğe ulaştırıp, linç haline dönüştürmeye de kimsenin hakkı yoktu zaten. Kişinin zararı sadece kendine olduğu sürece durum sadece onu bağlar. Başkalarını değil.
Birisinin oruç tutup tutmadığı, o kişinin hakkında belirleyici bir bilgi değildir. Kişinin sağlığı elvermiyor olabilir ya da yetişkin bir kişi olarak kendi hür iradesiyle oruç tutmak istemiyordur.
Bu tavrından dolayı cennete ya da cehenneme gidecek olan kişinin kendisiyse eğer, diğer kişileri ilgilendiren bir durum da yoktur. Seçtikleri yolda kimseye zararı olmadan yaşayan insanları cezalandırma yetkisi kimseye verilmemiştir.
Kraldan çok kralcı olmak diye bir söz vardır hani, işte bu cezalandırmaya kalkışma davranışları da işgüzarlıktan öteye geçmiyor.
Dolayısıyla da değerlendirmenin ve cezalandırmanın kendilerine kaldığını düşünen insanların savundukları konulardaki bilgilerinin ne kadar yetersiz olduğu çıkıyor ortaya.
Herkes eşit şartlarda yaratılmış kullarsa eğer, birinin bir diğerine üstünlüğü söz konusu olamaz. Kimse kendi kendine kralcılık oynamaya kalkışıp da zararsız insanlara zarar vererek daha büyük günahlar işlemesin.
"Takdir-î îlahi"ye inansın.
Orucunu tutmadığı ya da namazını kılmadığı için yapılan bu babalanmalar, ne yazık ki karısını kesenlere, el kadar çocuklara tecavüz, zavallı hayvanlara işkence ve masum insanların haklarını gasp edenlere, muhtaçlar için toplanan yardım paralarını ceplerine indirenlere, trafikte terör estirenlere geldiği zaman sus-pus olup kalıyor.
O zaman herkesin dilleri lâl, herkesin gözleri kör, herkes mülayim, herkes tevekkel...
Gözlerinin önünde yaşanan tacizlere ve saldırılara müdahale edip zavallı bir insanı koruyamayacak kadar da ödlek.
Zararlı kişilerin verdikleri zararlar "kanuna-yasaya-polise-yargıya" havale edilerek umursamazca kenara çekiliyor, ancak zararsız insanların tercihlerinin üzerine bir o kadar fazla geliniyor.
Bu neyin cür'eti, bu neyin yetkisi, bu neyin sultası?
Kendinden güçsüz bir insana ya da bir hayvana saldırarak üzerinde güç gösterisinde bulunmak ancak ve ancak aciz, aşağılık ve inançsız bir yaratığın marifetidir.
Bunu yaparken arkasına saklandığı bütün söylemler bir yana, esas olan içindeki sevgisizliğidir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder