25 Ağustos 2013 Pazar

Anladığımızı severiz biz…

Kendisini ilk dinleyişimin ardından, ilk kez duyduğum IQup‘ı “Küçük beynin büyük aklı” isimli yazımda anlatmıştım evire çevire.
Geçtiğimiz günlerde Çağdaş Eğitim Kooperatifi’nin davetlisi olarak Bursa’ya geleceğini ve seminer vereceğini duyduğumda ikinci kez dinlemekten sıkılmayacağımı düşündüm.
Daha önceden bilgi sahibi olduğum için fikir sahibiydim de ve Uzman Psikolog Zafer Akıncı’nın mikrofon karşısındaki rahatlığını ve akıcılığını da gayet iyi biliyordum.
Yanılmadım.
Yine rahat, yine esprili, yine bir stand-up ustasından farksızdı.
Doğal, açık ve netti.
İnsana kendi kendini sorgulatıyor, kendisiyle yüzleştiriyordu.
Hem ebeveyn olarak, hem de evlat olarak nerelerde doğruyuz, nerelerde eğriyiz diye düşündürtüyordu.
Bu seferki seminerin konusu IQup ve başarı idi.
Başarı kavramı herkese göre farklı elbette. Kimisi başarıyı banka hesabıyla, kimisi adının sol tarafında yazanlarla, kimisi de iç huzuruyla ölçüyor.
Hepsinin bir arada olduğu başarılar da vardır muhakkak, lâkin eminim ki az…
****
Hepsi bir arada derken Akıncı anlatıyor.
İşini iyi yapan bir insanın eğlenmesine laf edilmez malum. Yapamayanın ise her yaptığı göze batar.
Derslerinde başarılı çocukların yaramazlıkları, akıldan olarak nitelendirilir.
İşinde başarılı olan elemanın iş dışında bir şeyle meşgul olmasına patron ses çıkartmaz.
Evini eksiksiz çeviren bir kadının gezmesine kimse mana bulamaz.
Velev ki eksiklik olsun, o zaman çark hemen geri sarmaya başlar.
Başarılının öyküsü vardır ve kıymetlidir. Köylüsü kentlisi, yedi göbek ötelisi sahip çıkar.
Başarısızın da vardır ama kimse o öyküyü (bahaneleri) dinlemek istemez.
Malum söz; insanlar senin dalgalarla nasıl boğuştuğuna değil, gemiyi limana getirip getiremediğine bakar…
****
İnsanın başarılı olmak için yapmak zorunda olduğu işleri hedef bilinciyle yapması yeter aslında. % 100 zevk alınacak diye birşey yok.
Sınavda derece yapmış bir çocuk sınavın ardından hâlâ daha harıl harıl test çözmez mesela.
Ya da ütülenmesi gerekenleri ütüleyen bir kadın daha ne bulsam da ütülesem diye bakmaz.
Yıkadığı bulaşıkları çıkartıp çıkartıp yıkamaz.
Projesini tamamlayan bir mimar, yaptıklarını bozup bozup tekrar yapmaz.
Yapılması gereken yapılmıştır, bunun için ne şikayet etmeye, ne de işi kendine iş edinmeye gerek vardır.
Komşuda kahve de içilecektir, arkadaşlarla sinemaya da gidilecektir, oyun da oynanacaktır, bazen de hiçbir şey yapmadan öylece televizyona bakılacaktır.
Hayat mücadeleleriyle ve molalarıyla güzel değil midir…
****
Başarıya odaklı bizlerse, okuldan gelen çocuğumuzun çantasını bir kenara atarak ya televizyon ya da bilgisayar karşısına geçtiğinden yakınırız hep. İsteriz ki okuldan gelir gelmez açsın kitabını defterini, nefes almadan çalışsın.
O da inadına yapmaz.
Akıncı bu konuda bir deneyden bahsediyor.
Ders çalışmayan çocuklara deniliyor ki, size hergün bir hap vereceğiz, üzerine yarım saat ders çalışacaksınız ve herşeyi anlayacaksınız.
Çocuklar kabul ediyor.
Yarım saatlik çalışmayla ve sihirli bir özelliği olmayan sıradan bir vitamin hapıyla ders performansları gittikçe yükseliyor.
Demek ki inanarak yapılırsa yarım saat de yeterli.
Yarım saat ders çalışan çocuğa, “E bu kadarcık mı?” demek yok ama!
İnsan anladığı şeyi sever. Anlamak için de çaba gerek…
Bu arada B12, omega ve çinkonun beynin eti üzerinde ciddi faydaları olduğunu da ısrarla yineliyor.
****
İşleyen demir ışıldar sözündeki gibi çalıştırılan her ne ise onun gelişeceğini söylüyor Akıncı. Ağırlık çalışan kişinin kol kaslarının gelişmesi gibi. O yüzden ‘zihnimi lüzumsuz bilgilerle doldurmak istemiyorum’ gibi bir düşünceye kapılmayın diyor.
Her şeyi teknolojiye havale ettiğiniz için gün geçtikçe körelen beyin odacıklarınızı, hiç olmazsa hergün bir telefon numarası ezberleyerek canlı tutun diyor. Akıl denilen şey kullandıkça azalmaz, bilakis çoğalır, kullanmaya korkmayın diyor.
Teknolojiden de uzak kalmayın ama kölesi de olmayın diyor.
En basitinden bir örnek; navigasyon aleti olmayan araç sürücüsünün beyninde sürekli bir harita oluşuyordur. Sokaklar, binalar, köşebaşındaki büfe, sağdaki manav, soldaki ATM.
Navigasyon aleti olan araç sürücüsünün ise sadece tuşlara basan parmakları yorulur(!).
Her işi başkalarına yaptıranların alzaymır riskinin yüksek olduğunu söylüyor Akıncı.
(Annelerimiz bize bir şey öğretirken ve biz o iş için biraz nazlanırken bize ne derdi hatırlayın; işi banaysa marifeti sana. Öğren, öğren, öğren…)
Beyin denen organın diğer organlardan bir farkı olmadığını, onun da sağlıklı ya da hastalıklı olabileceğini söylüyor. Sağlıklı bir beyinde kan akışının ve dolayısıyla beynin sulanmasının önemine değiniyor. Farklı bölgelerin çalışması için farklı etkinlikler olmalı diyor.
Spor, sanat, müzik, bilim…
Bunun yanında kan taşıyan damarların sağlığı için de beslenme ve zararlı alışkanlıklardan uzak durma…
Tabii her şey var olanın tümünden faydalanmak üzerine.
Burada kendi boyunu posunu göstererek, ne kadar basketbol oynadığından, ne kadar süt içtiğinden ve bütün bunların sonuca olan etkisi(zliği)nden bahsediyor.
Eğer genetik kodlarında 1.50 olacağın yazıyorsa, 1.80 olamıyorsun diyor.
Ve zihin için de aynı şeyin geçerli olduğunu, olmayan bir şeyin var edilemeyeceğini  söylüyor.
Çocukların başarılı olması için neler yaptığımıza geliyor söz.
Akıllı tahtalar, ipadler, servisler, mükemmel fiziki şartlı odalar, sınıflar, sıralar…
Çocuğun dışında her şeye yatırım yapılıyor, çevre zengin, lakin çocuk değil diyor.
Sonra da mum ışığında çalışarak başarıdan başarıya koşan çocukların sırrına akıl erdirmekte zorlanılıyor…
Her şeyi olan çocuk çalışmak istemiyor, okumak istemiyor. Hiçbir şey vermeyeceği, sadece alacağı ortamlar istiyor. Tv gibi, pc gibi, cep telefonu gibi…
Çünkü ona doğduğundan beri zaten her şey hep veriliyor.
Çocuk ‘vermeden almakta’ ısrar edince de karşılıklı herkes geriliyor.
‘Önce görev, sonra hak’ mefhumu çocuğun agresifleşmesi korkusundan dile dahi gelemiyor.
Eskinin geçer akçesi “ödül-ceza” yöntemi da artık demode.
Ödül ya da ceza verilemediği zaman çökmeye mahkûm bir yöntem olduğuna inanırdım hep.
Öyle oluyor ki, gün geliyor ödül de, ceza da verilemeyebiliyor….
****
Düzenli ve disiplinli çalışan bir hamaldan bahsediyor Akıncı. Ve ne uzadığından ne kısaldığından, hep muhtaç olduğundan…
Başarı için düzen ve disiplin de yetmiyor demek diyor.
(Haftalık 48.9 saatlik mesai ile dünyada en çok Türkler çalışıyormuş)
Çok sevdiği ama yapmaya üşendiği işte de başarılı olamaz insan.
Sevgi eylem gerektirir. Tek başına asla yetmez.
Eskinin lise mezunlarının saltanatı vardı, şimdiyse suratına bile bakılmayan milyonlarca üniversite mezunu var, demek okul okumak da yetmiyor diyor.
Örnekler veriyor;
“Diplomasız bir patron iş yerinde yüzlerce diplomalı eleman çalıştırabiliyor.
Tarla işine giden kadınların içinden birisi işçi kadınları organize ederek arada komisyonunu da alıyor ve kendi çapında patron oluyor.
İşte o kadın diğerlerinden farklı.
Binlerce mezunun arasından sıyrılarak (torpilsiz olarak) hakkıyla bir işe yerleşen kişi diğerlerinden farklı” diyor.
Başarı hem dengede, hem farklılıkta, hem de farkındalıkta demek…
Zaman olarak uzun süren ama bitmesini istemediğimiz bu sohbetin ardından, bu derece faydalı olan iqup yönteminin sadece bedel ödeyebilenlerin değil de, herkesin emrine amade olmasını istiyor insan.
Belki zaman içerisinde tüm okullarda uygulanmaya başlanır, kim bilir….
Herkese iyi pazarlar :)

Zafer Akıncı ile ilk tanışma yazısı:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder