Doğal hayatı anlatan belgesellerde piranha balığını görmüşsünüzdür. Özelliklerini dinlemişsinizdir.
Unutmuş olabilirsiniz diye bir kez de ben anlatayım...
Bu balıkların en belirgin özellikleri iri ve sivri dişleridir. Güçlü kaslara bağlı alt ve üst çenelerinde sıralanmış olan ustura gibi dişleri, ağızları kapandığında birbirlerine sıkıca kenetlenir. Böylece piranha kendinden çok daha iri olan avından büyük parçalar koparabilir.
Çene ve kas sistemi bakımından bir çeşit köpek balığına benzeyen piranhalar kan kokusuna dayanamazlar. Örneğin piranhanın annesi yaralanmışsa ve piranha kan kokusunu duyarsa annesini yer...
Piranhalar doğada da, akvaryumda da avlanarak beslenen canlılardır. Yem atılınca bazen korkak davranışlar sergilerler. Geri çekilip bir iki kere yaklaşıp kaçarlar ve daha sonra aralarından bir balık ilk ısırığı alır.
Alınan o ilk ısırıktan sonra artık kurbanın kaçışı kalmamıştır ve saliseler içinde diğerleri de saldırır.
Piranhalar sürü oluşturacak kadar sayıda değillerse bu güdülerini kaybeder ve parçalama işini bırakırlar.
En az beş-altı balık ile oluşturulacak küçük bir sürü bile balıkların birbirinden kuvvet almasını sağlar ve kendilerinden üç-dört kat daha büyük bir canlıya saldırabilirler.
Piranhaların saldıramayacağı avın boyutu sürüdeki balık sayısına bağlıdır. Onlar saldırırken tek vücut olurlar ve hepsinin oluşturduğu kütleden daha büyük bir canlıya saldıramazlar.
****
Piranhaların bu özelliklerini okurken sizin de aklınıza insan davranışları geldi mi?
Recm için ilk taşı atan insan ile balıktan ilk ısırığı koparan piranha sanki biraz birbirine benziyor.
Ki alınan ilk ısırıktan, atılan ilk taştan sonrası tam bir çılgınlık, tam bir delirme, tam bir çığrından çıkma, tam bir şuursuzluk...
Ta ki kurbanın son lokması da yenilip bitene kadar.
Ondan sonrası sessizlik ve sükûnet...
Bir çeşit evlere dağılma....
****
Bakın aslında, tek başınayken kifayetsiz ve cesaretsiz olup da, birkaç kişi bir araya gelince bir canavara dönüşme davranışında da piranhalarla birbirimize benziyoruz.
Hatırlayın;
Nasıl kestik Kubilay'ı...
Nasıl yaktık Madımak'ı...
Üstelik bir de zaman aşımından salıverdik suçluları...
Suçun olduğu yerde suçlunun olmaması, suçu işleyenin birey değil de tek vücut olmuş bir yaratık olarak algılanmasından mıdır?
O yaratığı oluşturanların tek tek kişiler, sen-ben gibi sıradan insanlar olduğunun anlaşılamamasından mıdır?
Yoksa; "ne kadar da güzel ettik"çilikten midir?
****
Yargının on dokuz yıl düşünüp de -nihayet- verdiği karara göre Madımak Davası'nda suçlu yok...
Ben'ce;
Suçlu yoksa, o zaman suç da yoktur.
Suç yoksa Madımak da yanmamıştır.
Madımak yanmamışsa o zaman o canlar hâlâ sağdır.
O canlar hâlâ sağsa
Nerelerdelerdir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder