Çocukken mırın kırın edip de yemediğin her ne varsa yıllar geçtikçe hepsini keşfedip, hepsini yemeye başlıyorsun ya; işte ondan sonrası tam bir felaket...
Üstelik artık çocukken olduğun kadar da hareketli olmuyorsun, zaman içinde metabolizman ağırlaştıkça ağırlaşıyor.
Metabolizman ağırlaştıkça kilolar birikmeye başlıyor, böylece bedenin de ağırlaşıyor.
Sonra da vücudundaki düzlükler yuvarlaklara, yuvarlaklar da köşelere dönüşünce, boyunun kısalığına ya da uzunluğuna göre çeşit çeşit üç boyutlu geometrik figürlere benziyorsun.
Dikdörtgenler prizması, küp, silindir, küre....
O eski müthiş üçgenlerin yerinde yeller esiyor.
Ve çekici "cola" şişelerinin de...
****
Damak zevkinin gelişip de iştahın arttığı yaşlarda yemek yasaklamalarının gelmiş olması, çocuklarına yemek beğendiremedikleri zamanlarda anneler tarafından edilen ahların tutması mıdır acaba diye düşünmeden edemiyor insan...
Aslında -fazla yemek yeme- arzusu sadece ağız içinde alınan hazla alâkalı. Ağızdaki çiğneme esnasında alınan zevk, çiğnenmiş yemeklerin mideye inmesiyle sona eriyor. O zevki yeniden yaşamak için ağıza tekrar yemek doldurma, tekrar çiğneme ve tekrar yutma.
Ağır ağır çiğneyin diye boşuna demiyor uzmanlar. Çiğnerken ağzın içinde yaşanan o hazzı mümkün olduğu kadar uzatın ki beyin ikna olsun.
Beyin ikna olmadığı zaman karın doymuş olsa da ağız henüz doymadığından dolayı çatlayana kadar yenmeye devam ediliyor.
Anoreksikler ağızları ikna olana kadar delicesine yiyip, sonra da midelerini boşaltmak için yediklerini delicesine çıkartarak kendilerini yemek yemekten mahrum etmiyorlar.
Mideye indikten sonra anlamı kalmayan o yemekler kusularak çıkartılıyor ve dolayısıyla sanki hiçbir şey yenmemiş gibi olunuyor.
Zaman içinde ciddi ciddi hastalığa dönüşen bu durum özellikle de genç kızların -sıfır beden- takıntılarından kaynaklanıyor.
****
Hem istenildiği kadar yenilip, hem de hiç kilo alınmayan, her zaman sabit bir kiloda kalınan bir sistem olmuş olsa keşke değil mi?
Neyse ki tasarımcı İngilizler bununla ilgili bir şeyler düşünmüşler ve kadınlar için ayda bir beden incelten ayakkabı tasarlamışlar.
(Erkekler için de yumurta topuk üzerinden bir şeyler tasarlasalar fena olmaz hani...)
Topuk ve burun bölgesinde konkav bir şekle sahip olan bu ayakkabıyı giyenlerin, kumda yürüyormuş gibi bir etki hissettiklerini, bu nedenle de dengelerini korumak için normalden daha fazla kalori harcayacakları söyleniyor.
(Dengede kalabilmek için garip garip yürüyen kadınlar görürseniz bilin ki o kadınların ayağında bu ayakkabılardan var)
Uzmanlar, sabit olmayan bir yüzeyde yürüme hissi yaratan bu ayakkabının, bacak, kalça ve karın bölgesindeki kasların daha fazla çalışmasını sağladığını belirtiyor.
(Sabit olmayan yüzeyde yürüme hissi bize kaslarımızı geri verecek fakat buna karşılık omurgamızı yoldan çıkartacak anlaşılan)
****
Bu ayakkabı ne kadar işe yarar bilinmez ama fazla yemek yemenin sağlığa olan zararları da su götürmez...
Belki de fazla yemekten dolayı oluşan bütün hastalıklar, yeterince yemek bulamayanların açlıktan sefil olmalarına karşı ilahî bir denge sağlıyordur.
Her şeyin azı karar çoğu zarar değil mi...
İşte bunu anlatan kısa bir mesel:
Rivayete göre İbrahim Ethem Horasan'da nimet sahibi zengin biriydi. Bir gün sarayından çevreyi seyrederken elindeki yufka ekmeğini yiyen bir adam gördü. Adam ekmeği yedi, sonra da bir kenara çekilip uyudu.
İbrahim uşaklarından birine:
"Şu adam uyanınca onu bana getir!!" dedi..
Uşağı, uyanan adamı İbrahim'e getirdi..
İbrahim ona,
''Ey adam. Açtın, ekmek yedin öyle mi?''
''Evet!''
''Doydun mu?''
''Evet!''
''Sonra rahat uyuyabildin mi?''
''Evet!''
İbrahim kendi kendine,
''Nefse bu kadarı yeterken ben dünyayı ne yapacağım?''...
Nefsi aç bir insanın doyması imkânsız iken, nefsi tok bir insanın her daim doygun olabilmesi beden ve ruh arasındaki muazzam uyum olsa gerek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder