Kendisini ilgilendirsin ilgilendirmesin her işe burnunu sokan boşboğazın biri Nasreddin Hoca'nın yolunu kesip:
-Hocam, demiş; bir tepsi içinde kızarmış bir hindi götürdüler demin.
Hoca ilgisizce omuz silkerek.
-Bana ne, demiş.
-Bana ne olur mu hocam! Kızarmış hindiyi sizin eve götürdüler.
-Öyleyse sana ne?
Duyarlılık başka şey, meraklılık başka.
Lüzumsuz edilen merakın, gereksiz edinilen bilginin, öğrenildiğinde kimseye fayda sağlamayacak bir sırrın kime ne faydası olur? Sadece boş muhabbetten öteye geçmez değil mi? Hâttâ çok zaman zararı bile olur.
İnsan tanıdıkları hakkında ileri-geri konuşuyor çok zaman. Bazen de tanımadıkları hakkında. Karşıdan gördüğü kadarıyla, duyduğu kadarıyla atıp tutuyor, ahkâm kesiyor.
İşin aslı astarı nedir diye düşünmüyor. Öyle olmuşsa belki de öyle olması gerekiyordur demiyor. Hakkında konuştuğu kişinin içinde bulunduğu şartları düşünmüyor. Her şeyi kendi hayatı üzerinden, kendi şartları üzerinden değerlendiriyor.
Ve genellikle de yanılıyor.
Bunları yapmak yerine hakkında o kadar konuştuğu kişiye gidip de hayırlı bir tek kelâm etmiyor, bir el uzatmıyor, bir omuz vermiyor.
"Alemi merak etme ve aleme göre yaşama" alışkanlığımızdan bir kurtulabilsek aslında ne kadar rahatlayacağız.
Çevremizdekilerin sevinçlerini, üzüntülerini, acılarını paylaşarak mutlu olsak, paylaşarak mutlu etsek.
Her sözün ardında bir art düşünce aramasak.
Her lâfımızın ardına bir art düşünce saklamasak.
Kimseye fayda sağlamayacak konularla zaman kaybetmesek.
Birilerine yararlı olamıyorsak da en azından zararsız olmayı başarabilsek.
Diyojen bile Büyük İskender’e "Gölge etme başka ihsan istemem senden" dememiş miydi?
Kişisel konularda gösterdiğimiz bu çılgın merakın zerresini toplumsal konularda gösterebilsek.
İnsanların özel hayatlarına dair konularda "bana ne" diye düşünmeyenlerin, karşılarındakilerden "sana ne" lâfını duymaları Nasreddin Hoca’nın fıkrasındaki gibi kaçınılmaz bir durum.
Teknolojinin bu kadar ilerlediği bir dönemde artık kimsenin özel hayatı diye bir şey de kalmadı maalesef. Her şey o kadar kolay izlenebiliyor ki gizlenebilmek mümkün değil. Gizlenmeyi gerektirmeyecek durumlar dahi sürekli bir ‘izleniyorum’ psikolojisiyle gizlenmesi elzemmiş durumlara dönüşüyor.
Bilgisayar klavyesine vurulan bir 'tık’la bütün şecereniz ekrana dökülebiliyor mesela. MOBESEler, plâka tanıma sistemleri, birçok binadaki güvenlik kameraları derken sürekli Birileri-Bizi-Gözetliyor.
Açıkçası buralara kaydolan görüntülerin suç işlendiği zamanlarda suçlunun bulunmasına epey faydası oluyor. Belki biraz da caydırıcı oluyordur diyorum ama pek bir cayanı da görmedim sanki.
Henüz durumun farkında değiller galiba. Ya da aldırmıyorlar.
İnsanlık adına her ne kadar suç varsa hepsini herkesin gözleri önünde işlemeye durmaksızın devam ediyorlar.
Bunun dışında, onca kamera üzerindeyken insan kendisini Truman Show filminde gibi de hissetmiyor değil hani.
Sürekli bir ‘Kamera nerede?’ halleri...
İnsanlık bu izlemeyi çok uzun yıllardır yapıyordu da; bu izlemeler teknoloji sayesinde artık çok daha kolay yapılabilir hale geldi. Kolay hale gelince de izlenenler çoğaldı. Hâttâ izlenmeyenler kendilerini önemsiz kişiler addedip üzülüyorlardır bile belki.
Hakkında sürekli bilgi toplanan, sürekli bir açığı aranan, açığı bulunduğu zamanda da ilerideki günlerde lâzım olabilir diye o açık her neyse bir köşede saklanan, insanı paranoya derecesinde tedirgin edici bir dünyaya hoş geldiniz.
Cebimizde taşıdığımız telefonlarımız dahi bir çeşit ajan halini aldı. En yakın dostumuz, en yakın sırdaşımız dediğimiz o minicik aletler bizi sürekli ‘satmakta’lar.
Kısacası; birbirini tanıyanlar arasındaki mahalle dedikodularının çok masum kaldığı, dünyanın bir ucundan diğer ucuna herkesin dedikodusunun kolaylıkla yapılabildiği küçücük bir dünyamız var artık...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder