Her daim genç ve güzel görünmeyi hangi kadın istemez?
Sağlıklı, dinç, pürüzsüz, kırışıksız, sarkıksız, döküksüz...
Şimdilerde genç ölmek modası var zaten. Kimsenin yaşlanası yok. Yaşlanmaya izin de yok. Ve hattâ yaşlılık emareleri suç teşkil ediyor.
Herkes belli ölçülerde kalmalı. Hiç bozulmamalı. Zamanı durdurmalı.
Bunun en kestirme yolu da estetik merkezlerinin ve diyetisyenlerin kapılarını çalmaktan geçmekte.
Fazla kilolarınız mı var? Gelsin çarşaf çarşaf diyet programları, zayıflama kürleri, detoxlar, türlü çeşit terapiler. Bakın, incecik olmazsanız sonra size ŞİŞKO derler.
Sarkanlarınızı toplatın, buruşanlarınızı açtırın. Neşterli ya da neştersiz ne kadar yol varsa hepsini uygulatın ve zamanı durdurun.
Yalnız şunu unutmayın; estetik yaptırıp da güzel olursanız bu tamamen estetiğe bağlanacak. Yok, olmazsanız bu da yine tamamen estetiğe bağlanacak.
Böyle böyle gelen dayatmalarla kadınlar sonunda bedenlerine olan güvenlerini kaybettiler. Kendilerinde sürekli kusur arar hale geldiler. Kilolu ya da kilosuz her kadının en az beş kilogram fazlası var. Sürekli bir kilo verme mücadelesi, sürekli bir sıkıntı, sürekli bir kendini beğenmeme halleri. Sıfır beden kızların bile ayna karşısında kendilerini şişman bulmalarına kadar geldi dayandı iş.
Erkekler de yanlarındaki kadından manken kıvamında olmalarını bekliyorlar. Üstelik o erkeklerin birçoğu aynalarla barışık olmazken böyle bir beklentiye girmeleri, bir de yanlarındaki kadın ne yaparsa yapsın yine de dışarıdakini cazip bulduklarını söyleyip sürekli başkalarıyla mukayeseye etmeleri kadını estetik uzmanlarının karşısına geçirmeye mahkûm ediyor.
Yaşlanmayı kabullenen insan modeli yok artık. Eskiden elli yaşına varmış bir kadın köşesine çekilip sadece torunlarıyla ilgilenirken, şimdi aynı yaştaki kadın hayatın tam ortasında hâlâ mücadelesini sürdürmekte. Günlük hayatın bütün alanlarında yer almakta.
Kendisinden iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir işkadını, iyi bir ev kadını olması beklenirken bu arada yaşlanıp köşesine çekilmeye vakti kalmıyor. Bu koşturmaca içinde sağlıklı ve genç kalmayı kendisi de istiyor tabii ki. Ruhu yaşlanmayan kadın bedeninin yaşlanmasını da kabullenmiyor. Ve direniyor...
Eskiden kadından ‘çok' güzel olması beklenmezdi. Erkekten de ‘çok' yakışıklı olması. Bunlar öncelikli talepler değildi. Evcimen, temiz ve sağlıklı olmak yeterliydi. Mevzun bir vücut güzellik için kâfi idi. Kazancını ailesiyle paylaşan erkeklerle, emeğini ailesine harcayan kadınların kurdukları ailelerde öncelik, bireyden ziyade ailenin bütünlüğündeydi.
Evde dikilmiş tertemiz basma elbisesinin içindeki hafif topluca bir kadının güzelliği değme mankende yoktu.
Takım elbisesi ve kravatıyla, başına taktığı fötr şapkasıyla asalet timsali bir erkek her halükârda yakışıklıydı.
Şimdilerde erkek çocuklar hem annelerinin becerikliliğinde, hem de basında gördükleri gösterişli kadınlar gibi kadınların peşindeler. Kızlarsa babalarının şefkatinde ve film artisti kadar yakışıklı erkeklerin.
Aradıkları, buldukları ve olduklarıysa bambaşka...
Kimse karşısındakinden memnun değil. Hele kendisinden hiç değil. Bir arayış, bir tatminsizlik, bir çaresizlik içinde kıvranıp durmakta.
Onların bu çaresizliğinden nemalanansa estetik dalında hizmet veren kurumlar. Belki de kadına sürekli genç ve güzel olması gerekliliği fikrini pompalayan da onlar.
Vücudun her bölgesine ayrı ayrı üretilen kremlerin satılabilmesi için insanın önce bunlara ihtiyacı olduğuna inandırılması gerek elbette. Buna inanmış bir kadın gençliğini ve güzelliğini sonsuz kılabilmek için elinden ne gelirse yapacaktır artık. Yeter ki hemcinslerinden daha erken yaşlanmasın.
Bu bir arz-talep meselesi aslında. Kimse bu durumdan şikâyet etmesin. Herkes karşısındakinde cezbolduğu özellikleri şöyle bir gözden geçirsin. Önceliği neye verdiğini fark ettiği anda kadınların bu çabalarında ne kadar haklı olduklarını göreceklerdir.
Oysaki gençlik ve güzellik içten dışa yansıyan bir ışık huzmesi.
Vücudu belirlenen ölçülere her ne kadar uygun olursa olsun; neşesini kaybetmiş, her şeyden şikâyet eden, gözleri gülümseyerek bakmayan bir insan hiçbir zaman genç değildir. Ne yirmisinde ne otuzunda.
Gençlik yaşla değil yaşantıyla olan bir şey.
Yılları devirirken yaşadığı her günden kendisine birkaç akçe bırakabilen insanların birer hazine sandığına dönüşmesi yaşlılığın en büyük ödülü değil midir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder