2015 yılının mart ayında "Savaş Kimi Vurur?" oyununu izleyip de Savaşın Öteki Yüzü başlıklı yazımı yazarken oyunun yazarı olarak karşıma çıktı ilk olarak.
Tığlıoğlu soyadını Kumyaka köyünden ve baba dostu Hulûsi amcadan biliyordum lakin Zerrin Tığlıoğlu kimdi bilmiyordum.
Sosyal medyadan buldum kendisini ve mesaj attım.
"Hulusi amcanın nesi oluyorsunuz, kızı mı, gelini mi torunu mu?"
Gelen mesaj nasıl da sıcaktı:
"Ah canım, keşke torunu olsam" 😊
Geliniymiş meğerse...
Geç bir tanışma ile başlayan ve üç yılı deviren bir süreçte sanki doğduğumuzdan beri birlikteymişiz gibi yaşadık tüm zamanları.
Bir kahve içimi diyerek uğrayıp da saatler boyu ayrılamadım yanından.
Çok oturmaktan utandığımı örtmek için "Geldim biraz, kaldım bir yaz Zerrin ablacığım." diyerek takıldım ona.
Konuşurken daldan dala konduk, edebiyattan, sanattan, hayattan, insanlardan, hayvanlardan, çiçeklerden, böceklerden, var oluştan, yok oluştan, yemek börek tariflerinden, hayata dair bildiğimiz ve bilmediğimiz ne varsa hepsinden söz ettik saatler boyu.
Ben "Gideyim artık" dedikçe, "Gitme gitme Canancığım" diyerek oturttu beni yerime. "Uğur ağabeyin üst katta oturur, biz seninle sohbetimize devam ederiz" dedi hep.
Benim de gidesim yoktu ya, ayıp olmasındı işte. Öyle öğretilmişti zamanında, evin erkeği gelmeden misafirliği bitirmek gerekirdi.
Zamanında edilen tüm tembihleri unuttum ve o "Kal" dedikçe oturdum.
İyi ki de unutmuşum, iyi ki de oturmuşum...
Kirlileri Al, Bana Demlenmiş Anılarımı Getir
Ayşe Kulin'in Tutsak Güneş kitabındaki yazım hataları üzerine yazdığım "Bu kez Ayşe Kulin dokundu bana" yazımı okuduktan sonra kendi yazdığı "Kirlileri Al, Bana Demlenmiş Anılarımı Getir" kitabını iletti bana ve kitabı hakkındaki en samimi fikirlerimi istedi benden. Kitabı bir solukta okudum ve kendisini ziyarete gittiğim gün kitap hakkında ettiğimiz sohbeti kayda alıverdik amatörce. Kahkahalarla, anılarla, yaşanmışlarla ve yaşanacaklarla doluydu sohbetimiz. Onunla konuşmak her zamanki gibi bir ömre bedeldi...
Kitap Kurtları
O günün üzerinden günler geçti, sonra bir gün bana bir projesi olduğundan bahsetti.
İspanya'da kaldığı günlerde, içinde yaşarken yeterince fark etmediğimiz karmaşanın dışarıdan daha vahim göründüğünü ve ülkede gittikçe artan karanlıklara bir ışık tutmak istediğini söyledi. "Gel birlikte bir kitap kulübü kuralım" dedi. 6 Mart 2017 günü, buluştuğumuz Kahve Dünyası'nın küçük masasında, hemen orada aklımıza gelen dostlarımızı sıralayıverdik birlikte. Sonra hepsiyle görüştük tek tek ve 29 Nisan 2017 günü Zerrin Tığlıoğlu'nun evinde ilk buluşmamızı gerçekleştirdik.
Evini açtı bize, eviyle birlikte o büyük yüreğini de açtı ve böyle başladı "Kitap Kurtları"nın hikâyesi.
1 yıl boyunca 10 kitap okuduk. Her kitabın yazarından tut da yazıldığı döneme kadar olan tüm detayları o anlattı bize tek tek. Anlattıklarını bana mail yoluyla ulaştırarak düzenlememi ve metin olarak paylaşmamı, "Canancığım sevgiler ve teşekkürler canım" mesajıyla rica etti. Her yazısını Facebook'taki Kitap Kurtları albümümüzün içine yerleştirdim. İstedim ki tüm bilgiler bir yerde dursun. Arayan kişi hepsini bir yerde bulsun...
Cumartesi Sohbetleri
Kitap Kulübü'nde genç yazar ve müzik insanı Semih Uçar'ı ve ikinci grupta da Uludağ Üniversitesi'nden Doç. Dr. Zeynep Dörtok Abacı'yı ağırlamıştık.
Zerrin Hanım 13 Ocak 2018 günü Yavuz Bubik ile ettiğim sohbeti görüp Yavuz Bey'in bloğundaki yazılarını okuduğunda, "Canancığım, Yavuz Bey'i konuk alabilir miyiz kulübümüze?" dedi ve böylece 10 Şubat 2018 günü, ilk konuk olarak Yavuz Bubik'i ağırlayarak "Cumartesi Sohbetleri"mizi başlattık. İkinci konuğumuz Cüneyt Pekman oldu. Bu programın üçüncüsünü 23 Haziran günü Ayşe Alagöz ile yapacaktık.
Hep bir proje üretme, hep bir ışık olma, hep bir ışık saçma peşindeydi.
Hep "Daha ne yapabilirim?"in peşindeydi.
Heyhat...
Kestik!
Sahnede ne kadar kalacağımız oyunun yazarının elindeyse de, sahnede nasıl bir performans sergileyeceğimiz bizim elimizde.
Zaman hızla akıp giderken sahnede, zamanı durdurma gibi bir şansımız yok.
"Kestik!" dediği anda bitiyor sahne.
O zamana dek ne yaptıysak yaptık.
"Ama ben daha...." ile başlayan bir cümleye yer yok bu oyunda.
"Yapsaydın..." diyor hayat. "Gitseydin, söyleseydin, görüşseydin, sevseydin..."
Zerrin Tığlıoğlu öğretmenimizin 3 Eylül 1951 yılında başlayan sahnesi 20 Haziran 2018'de aniden sona erdi.
"Kestik..!"
Hangi dil?
Kendisine verilen 60 küsur yılda sahnenin her santimetre karesinde dolu dolu yaşadı. Sahnesini sevgisiyle doldurdu. Konuştuğu tek dil ile herkese ulaştı, herkesin hayatına dokundu.
Bir efsaneye göre Tanrı kendisine ulaşmaya çalışan insanların kendini beğenmişliğine, kibirli olmalarına kızar ve o zamana kadar tek dil konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller.
Lakin Zerrin Hocamız o tek dili konuşabilenlerdendi.
O dilin adı "Sevgi Dili"ydi.
Altın Sarısı
Mısır Tanrıları (Gods of Egypt) filmine göre; tarihin başlangıcından önce Mısır ülkesi yaşamın doğum yeriydi. Onu yaratan tanrılara layık bir yerdi. Tanrılar yarattıkları insanlarla Mısır'da yaşamaya karar verdiler. Uzun boylu tanrıların damarlarında kan yerine altın akıyordu.
Zecharia Sitchin'e göre Annunakiler dünya yüzündeki altın madenini işlemek için dünyaya gelen uzaylı kolonicilerdi. (M.Ö. 400 bin yıllarını işaret eden arkeolojik buluntulara göre, Mezopotamya bölgesinde kurumuş altın damarları var.)
Tarih boyu altın neden hep önemliydi? Neden hep altın takılar taktı insanoğlu? Neden altın üzerinde döndü dünya?
Yoksa buldukları altını eritip tanrıların damarlarına mı akıtıyorlardı?
Yoksa yeni tanrılar mı doğuyordu bu altın kan ile?
Zamanlar geçti, tanrılar bitti gitti, dünya tek bir tanrı ile yoluna devam etti.
Altın ise bu uzun yolculukta değerini hiç kaybetmedi.
Bazı insanlara "Altın Kalpli" dememiz o eski çağlardan gelmeydi belki de.
"Zerrin" adının bir anlamı da altın değil miydi?
Onun gözleri de altın rengi değil miydi?
Onun sözleri de altın değerinde değil miydi?
İnsan göklerin ve yerin çocuğu, gizemin parçası ve küçük kozmossa eğer, onun saçlarındaki ışıltılar altın tozları değil miydi?
Altın Sarısı bir "Zerrin" geçti bu dünyadan tüm zarafeti ve edasıyla salınarak.
Kuyruklu bir yıldızın ardında bıraktığı ışıklı izler gibi ışıl ışıl izler bırakarak ayrıldı aramızdan.
Okunacak, yazılacak, anlatılacak çok kitap, dinlenecek çok müzik, yaşanacak çok zamanlar bırakarak beklenmedik bir anda veda etti dünyaya. İçi yana yana anlattığı, çok genç yaşta kaybettiği yeğeni Mehmet'ine kavuştu adeta.
****
Övülürken yüzü kızaran, kendisi için üzülenlere kıyamayan biri olarak, gidişinin ardından yazılanları okuyor ve onun için dökülen gözyaşlarını görüyorsa eğer, bu üzüntüyü yaşattığı için bile çok üzülüyordur eminim. Bilirim, o kadar hassas, o kadar derin, o kadar duyarlıdır O.
Şimdi artık anılarımızı demlendirme ve onun ardında bıraktıklarını devam ettirme zamanı.
Ruhun şâd olsun canım Zerrin Güven Tığlıoğlu...
Yazdıkların ve ardında bıraktıklarınla ölümsüzlüğün kapısından çoktan geçtin sen.
Gözün arkada kalmasın, gözünün bebeği torunun Ayşegül de büyüdükçe ve okudukça tanıyacak seni...
Zerrin Tığlıoğlu kimdir?
Eğitimci, tiyatro yazarı. 1951 yılında Arhavi'de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara’da Cumhuriyet Lisesi’nde tamamladı. Erzurum Atatürk Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Ankara Dikmen Lisesi, Bursa Kız Lisesi ve Bursa Necatibey Anadolu Teknik Lisesi’nde İngilizce öğretmeni olarak görev yaptı. 1992 yılında Bursa Kız Lisesi’nden emekliye ayrıldı. Tiyatro yazarlığına ilgi duydu. Eserlerinden yedisi TRT Radyo Tiyatrosu kuşağında yayınlandı, radyo için yazılmış tiyatro eserlerinden üçü TRT tarafından 2001, 2002 ve 2004 yıllarında ödüllendirildi. Resim çalışmaları yaptı, beş karma sergiye katıldı. Bursa’da Kurtuluş Savaşı dönemi olaylarından esinlenerek yazdığı Pûşide-i Siyah (Kara Örtü) adlı sahne oyunu Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü Repertuar Kurulundan geçerek sahnelenmeye değer bulundu. Yapıtın prömiyeri 1 Ekim 2009’da Bursa Ahmet Vefik Paşa Devlet Tiyatrosu’nda gerçekleştirildi. "Kara Örtü" 2009-2010 sezonunda Bursa AVP Tiyatrosu'nda sahnelenmekle kalmadı, Ankara Küçük Sahne dahil 27 ilde kapalı gişe oynadı. "Kime Niyet Kime Kısmet" adlı iki perdelik oyunu TOBAV'ın Osmangazi Belediyesi tarafından organize edilen "Mehmet Şakir Paşa Oyun Yazma Yarışması"nda birincilik elde etti. Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Laboratuvarı'nın internet kütüphanesinde engelliler için seslendirme kaydı olan 400 eser arasında dört eseri mevcut. Kitap, Kültür, Sanat Gazetesi (Book Culture Art Time's) tarafından bu yıl ilki düzenlenen "Altın Kalem Ödülleri"nde "Roman" dalındaki ödülün sahibi Zerrin Tığlıoğlu oldu.
1986’dan bu yana Bursa Soroptimist Kulübü üyesi olan Zerrin Tığlıoğlu, Avukat İdris Uğur Tığlıoğlu ile evlidir ve bir erkek evlat annesi, bir gelin kayınvalidesi, bir kız torun babaannesidir.
Tığlıoğlu soyadını Kumyaka köyünden ve baba dostu Hulûsi amcadan biliyordum lakin Zerrin Tığlıoğlu kimdi bilmiyordum.
Sosyal medyadan buldum kendisini ve mesaj attım.
"Hulusi amcanın nesi oluyorsunuz, kızı mı, gelini mi torunu mu?"
Gelen mesaj nasıl da sıcaktı:
"Ah canım, keşke torunu olsam" 😊
Geliniymiş meğerse...
Geç bir tanışma ile başlayan ve üç yılı deviren bir süreçte sanki doğduğumuzdan beri birlikteymişiz gibi yaşadık tüm zamanları.
Bir kahve içimi diyerek uğrayıp da saatler boyu ayrılamadım yanından.
Çok oturmaktan utandığımı örtmek için "Geldim biraz, kaldım bir yaz Zerrin ablacığım." diyerek takıldım ona.
Konuşurken daldan dala konduk, edebiyattan, sanattan, hayattan, insanlardan, hayvanlardan, çiçeklerden, böceklerden, var oluştan, yok oluştan, yemek börek tariflerinden, hayata dair bildiğimiz ve bilmediğimiz ne varsa hepsinden söz ettik saatler boyu.
Ben "Gideyim artık" dedikçe, "Gitme gitme Canancığım" diyerek oturttu beni yerime. "Uğur ağabeyin üst katta oturur, biz seninle sohbetimize devam ederiz" dedi hep.
Benim de gidesim yoktu ya, ayıp olmasındı işte. Öyle öğretilmişti zamanında, evin erkeği gelmeden misafirliği bitirmek gerekirdi.
Zamanında edilen tüm tembihleri unuttum ve o "Kal" dedikçe oturdum.
İyi ki de unutmuşum, iyi ki de oturmuşum...
Kirlileri Al, Bana Demlenmiş Anılarımı Getir
Ayşe Kulin'in Tutsak Güneş kitabındaki yazım hataları üzerine yazdığım "Bu kez Ayşe Kulin dokundu bana" yazımı okuduktan sonra kendi yazdığı "Kirlileri Al, Bana Demlenmiş Anılarımı Getir" kitabını iletti bana ve kitabı hakkındaki en samimi fikirlerimi istedi benden. Kitabı bir solukta okudum ve kendisini ziyarete gittiğim gün kitap hakkında ettiğimiz sohbeti kayda alıverdik amatörce. Kahkahalarla, anılarla, yaşanmışlarla ve yaşanacaklarla doluydu sohbetimiz. Onunla konuşmak her zamanki gibi bir ömre bedeldi...
Kitap Kurtları
O günün üzerinden günler geçti, sonra bir gün bana bir projesi olduğundan bahsetti.
İspanya'da kaldığı günlerde, içinde yaşarken yeterince fark etmediğimiz karmaşanın dışarıdan daha vahim göründüğünü ve ülkede gittikçe artan karanlıklara bir ışık tutmak istediğini söyledi. "Gel birlikte bir kitap kulübü kuralım" dedi. 6 Mart 2017 günü, buluştuğumuz Kahve Dünyası'nın küçük masasında, hemen orada aklımıza gelen dostlarımızı sıralayıverdik birlikte. Sonra hepsiyle görüştük tek tek ve 29 Nisan 2017 günü Zerrin Tığlıoğlu'nun evinde ilk buluşmamızı gerçekleştirdik.
Evini açtı bize, eviyle birlikte o büyük yüreğini de açtı ve böyle başladı "Kitap Kurtları"nın hikâyesi.
1 yıl boyunca 10 kitap okuduk. Her kitabın yazarından tut da yazıldığı döneme kadar olan tüm detayları o anlattı bize tek tek. Anlattıklarını bana mail yoluyla ulaştırarak düzenlememi ve metin olarak paylaşmamı, "Canancığım sevgiler ve teşekkürler canım" mesajıyla rica etti. Her yazısını Facebook'taki Kitap Kurtları albümümüzün içine yerleştirdim. İstedim ki tüm bilgiler bir yerde dursun. Arayan kişi hepsini bir yerde bulsun...
Cumartesi Sohbetleri
Kitap Kulübü'nde genç yazar ve müzik insanı Semih Uçar'ı ve ikinci grupta da Uludağ Üniversitesi'nden Doç. Dr. Zeynep Dörtok Abacı'yı ağırlamıştık.
Zerrin Hanım 13 Ocak 2018 günü Yavuz Bubik ile ettiğim sohbeti görüp Yavuz Bey'in bloğundaki yazılarını okuduğunda, "Canancığım, Yavuz Bey'i konuk alabilir miyiz kulübümüze?" dedi ve böylece 10 Şubat 2018 günü, ilk konuk olarak Yavuz Bubik'i ağırlayarak "Cumartesi Sohbetleri"mizi başlattık. İkinci konuğumuz Cüneyt Pekman oldu. Bu programın üçüncüsünü 23 Haziran günü Ayşe Alagöz ile yapacaktık.
Hep bir proje üretme, hep bir ışık olma, hep bir ışık saçma peşindeydi.
Hep "Daha ne yapabilirim?"in peşindeydi.
Heyhat...
Kestik!
Sahnede ne kadar kalacağımız oyunun yazarının elindeyse de, sahnede nasıl bir performans sergileyeceğimiz bizim elimizde.
Zaman hızla akıp giderken sahnede, zamanı durdurma gibi bir şansımız yok.
"Kestik!" dediği anda bitiyor sahne.
O zamana dek ne yaptıysak yaptık.
"Ama ben daha...." ile başlayan bir cümleye yer yok bu oyunda.
"Yapsaydın..." diyor hayat. "Gitseydin, söyleseydin, görüşseydin, sevseydin..."
Zerrin Tığlıoğlu öğretmenimizin 3 Eylül 1951 yılında başlayan sahnesi 20 Haziran 2018'de aniden sona erdi.
"Kestik..!"
Hangi dil?
Kendisine verilen 60 küsur yılda sahnenin her santimetre karesinde dolu dolu yaşadı. Sahnesini sevgisiyle doldurdu. Konuştuğu tek dil ile herkese ulaştı, herkesin hayatına dokundu.
Bir efsaneye göre Tanrı kendisine ulaşmaya çalışan insanların kendini beğenmişliğine, kibirli olmalarına kızar ve o zamana kadar tek dil konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller.
Lakin Zerrin Hocamız o tek dili konuşabilenlerdendi.
O dilin adı "Sevgi Dili"ydi.
Altın Sarısı
Mısır Tanrıları (Gods of Egypt) filmine göre; tarihin başlangıcından önce Mısır ülkesi yaşamın doğum yeriydi. Onu yaratan tanrılara layık bir yerdi. Tanrılar yarattıkları insanlarla Mısır'da yaşamaya karar verdiler. Uzun boylu tanrıların damarlarında kan yerine altın akıyordu.
Zecharia Sitchin'e göre Annunakiler dünya yüzündeki altın madenini işlemek için dünyaya gelen uzaylı kolonicilerdi. (M.Ö. 400 bin yıllarını işaret eden arkeolojik buluntulara göre, Mezopotamya bölgesinde kurumuş altın damarları var.)
Tarih boyu altın neden hep önemliydi? Neden hep altın takılar taktı insanoğlu? Neden altın üzerinde döndü dünya?
Yoksa buldukları altını eritip tanrıların damarlarına mı akıtıyorlardı?
Yoksa yeni tanrılar mı doğuyordu bu altın kan ile?
Zamanlar geçti, tanrılar bitti gitti, dünya tek bir tanrı ile yoluna devam etti.
Altın ise bu uzun yolculukta değerini hiç kaybetmedi.
Bazı insanlara "Altın Kalpli" dememiz o eski çağlardan gelmeydi belki de.
"Zerrin" adının bir anlamı da altın değil miydi?
Onun gözleri de altın rengi değil miydi?
Onun sözleri de altın değerinde değil miydi?
İnsan göklerin ve yerin çocuğu, gizemin parçası ve küçük kozmossa eğer, onun saçlarındaki ışıltılar altın tozları değil miydi?
Altın Sarısı bir "Zerrin" geçti bu dünyadan tüm zarafeti ve edasıyla salınarak.
Kuyruklu bir yıldızın ardında bıraktığı ışıklı izler gibi ışıl ışıl izler bırakarak ayrıldı aramızdan.
Okunacak, yazılacak, anlatılacak çok kitap, dinlenecek çok müzik, yaşanacak çok zamanlar bırakarak beklenmedik bir anda veda etti dünyaya. İçi yana yana anlattığı, çok genç yaşta kaybettiği yeğeni Mehmet'ine kavuştu adeta.
****
Övülürken yüzü kızaran, kendisi için üzülenlere kıyamayan biri olarak, gidişinin ardından yazılanları okuyor ve onun için dökülen gözyaşlarını görüyorsa eğer, bu üzüntüyü yaşattığı için bile çok üzülüyordur eminim. Bilirim, o kadar hassas, o kadar derin, o kadar duyarlıdır O.
Şimdi artık anılarımızı demlendirme ve onun ardında bıraktıklarını devam ettirme zamanı.
Ruhun şâd olsun canım Zerrin Güven Tığlıoğlu...
Yazdıkların ve ardında bıraktıklarınla ölümsüzlüğün kapısından çoktan geçtin sen.
Gözün arkada kalmasın, gözünün bebeği torunun Ayşegül de büyüdükçe ve okudukça tanıyacak seni...
Zerrin Tığlıoğlu kimdir?
Eğitimci, tiyatro yazarı. 1951 yılında Arhavi'de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara’da Cumhuriyet Lisesi’nde tamamladı. Erzurum Atatürk Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Ankara Dikmen Lisesi, Bursa Kız Lisesi ve Bursa Necatibey Anadolu Teknik Lisesi’nde İngilizce öğretmeni olarak görev yaptı. 1992 yılında Bursa Kız Lisesi’nden emekliye ayrıldı. Tiyatro yazarlığına ilgi duydu. Eserlerinden yedisi TRT Radyo Tiyatrosu kuşağında yayınlandı, radyo için yazılmış tiyatro eserlerinden üçü TRT tarafından 2001, 2002 ve 2004 yıllarında ödüllendirildi. Resim çalışmaları yaptı, beş karma sergiye katıldı. Bursa’da Kurtuluş Savaşı dönemi olaylarından esinlenerek yazdığı Pûşide-i Siyah (Kara Örtü) adlı sahne oyunu Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü Repertuar Kurulundan geçerek sahnelenmeye değer bulundu. Yapıtın prömiyeri 1 Ekim 2009’da Bursa Ahmet Vefik Paşa Devlet Tiyatrosu’nda gerçekleştirildi. "Kara Örtü" 2009-2010 sezonunda Bursa AVP Tiyatrosu'nda sahnelenmekle kalmadı, Ankara Küçük Sahne dahil 27 ilde kapalı gişe oynadı. "Kime Niyet Kime Kısmet" adlı iki perdelik oyunu TOBAV'ın Osmangazi Belediyesi tarafından organize edilen "Mehmet Şakir Paşa Oyun Yazma Yarışması"nda birincilik elde etti. Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Laboratuvarı'nın internet kütüphanesinde engelliler için seslendirme kaydı olan 400 eser arasında dört eseri mevcut. Kitap, Kültür, Sanat Gazetesi (Book Culture Art Time's) tarafından bu yıl ilki düzenlenen "Altın Kalem Ödülleri"nde "Roman" dalındaki ödülün sahibi Zerrin Tığlıoğlu oldu.
1986’dan bu yana Bursa Soroptimist Kulübü üyesi olan Zerrin Tığlıoğlu, Avukat İdris Uğur Tığlıoğlu ile evlidir ve bir erkek evlat annesi, bir gelin kayınvalidesi, bir kız torun babaannesidir.
Güzel kadın, özel kadın, yaşsız kadın, tekrar buluşuncaya dek hoşça kal... |
Nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun. Üzgünüz... :(
YanıtlaSilSevgili dünürümü dev ve saygıyla anıyorum.
YanıtlaSil