Hayat bazen der ki,
Yapma!
Yapma!
Yaparız...
Yapma denileni yapmaya inatla devam eder, o yolun sonunun nereye varacağını kestiremeyiz.
Yolun sonu -sıfır-dır. Hatta bazen -eksi-...
Hayat bazen de der ki,
Yılma!
Yılma!
Yılarız...
Çıktığımız yolda karşılaştığımız zorluklar bizi yıldırdığında yolumuzdan döner, kabuğumuza çekiliriz.
Bu yolun sonu da yine-sıfır-dır. Ve hatta çok zaman -eksi-...
Gittiğimiz yolu engellemek adına etrafımızda işaretler belirir bazen. İşaretleri doğru değerlendirip yol haritamızı yeniden değerlendirirsek olabilecek tatsızlıklardan paçamızı kurtarabiliriz belki.
Ya da gittiğimiz yolda pişmemizi sağlamak adına yolumuza çıkartılan engelleri gördüğümüzde yolumuzdan caymaz, engellerin üzerinden atlar, olmadı yanından dolaşır, olmadı altından geçer devam ederiz yolumuza.
Baş koyduğumuz o yol bizi "baş" yapar çok zaman.
Peki ama ne zaman Yapmamalıdır, ne zaman yılmamalıdır?
Zor olan da işte bunu ayırt edebilmektir...
****
Bir gazete haberine göre;
"İnegöl'den Gemlik'e denize girmek için yola çıkan ailenin arabası yolda bozuluyor. Aile, bozulan araçlarının yerine başka bir araç temin ederek yollarına kaldıkları yerden devam ediyor. Gemlik'e yaklaştıkları sırada olan oluyor, kaza gerçekleşiyor.
İkinci araçla yaptıkları o kazada bir ölü var. Araçtaki diğer yolcular ise yaralı..."
İlk araçlarının bozulmuş olması "Yapma!" demek miydi acaba diye düşünüyor insan.
Ya da her şey bu fıkradaki gibi mi?
Azrail gelir ve kaptan pilota der ki:
- Haydi, vakit tamam gidiyoruz.
Kaptan cevaplar:
- Aman! Olay benim için tamam da, arkada 287 kişi var. Müsaade et bu işi inişten sonra halledelim.
Azrail cevaplar:
- Sen neden bahsediyorsun be adam! Ben onların hepsini arkaya toplayana kadar yedi yılımı harcadım...
Eminim ki bunun gibi bir uçak kaza(!)sında bazıları uçağı kıl payı kaçırıp hayatta kalmıştır, bazıları da uçağı nefes nefese yakalayıp ölümle buluşmuştur...
Kader dediğin tam bir bıçak sırtı...
****
Çok istediğimiz bir şeye kavuşamadığımızda; "Her işin olduğunda olmadığında bir hayır var, her şeyin hayırlısı" der büyükler. İçin için kızarız bu sözlere belki. Lâkin onların ettikleri her lâf zamanın imbiğinden süzülüp gelmiştir. Dikkate alınmalıdır...
Yaş aldıkça biz de görürüz ki olmasına çok sevindiğimiz bir durum felaketlere açılan bir kapı olabiliyormuş.
Ya da tam tersi, olmadı diye üzüldüğümüz bir durumda önümüze çıkarılan engeller aslında bizim kurtarıcımız oluyormuş.
"Hayata direnmek mi yoksa teslim mi olmak?" sorusu geliyor insanın aklına değil mi?
****
Yaşını başını almış ve toplumda belli bir yere gelmiş kişilerin hayat hikâyelerine dönüp baktığımızda ne kadar meşakkatli yollardan geçtiklerini görürüz. Sabırla ve dirayetle aştıkları o engeller onları yudum yudum olgunlaştırmış ve zirveye taşımıştır.
Zorlukları aşarken attıkları adımlarda zaman zaman önlerine ödül misali güzellikler çıkmıştır ve bunlar sanki onlara yılmamalarını söyleyen birer işaret olmuştur.
Gelen o küçük küçük ödüllerin farkına varabilen insanlar "Yılma!" mesajını doğru değerlendiren insanlardır...
Hem belki karşılarına çıkartılan zorluklar onları aslında olmaları gereken gerçek yola sokmak içindir. İçlerindeki cevheri açığa çıkartabilmek içindir.
Kul sıkışmadan Hızır yetişmezmiş ya, galiba herkesin Hızır'ı kendi içinde yaşamakta...
Bir insanın hayattaki gerçek görevinin ticaret değil de sanat ya da herhangi farklı bir şey olduğu gerçeğiyle yüzleşebilmesi için ticarette bozguna uğraması gerekir belki.
Ya da iyi bir esnaf olup babasının işini devam ettirebilmesi için üniversite sınavını kazanmaması...
****
Ben'ce hayatın akışında sürüklenirken karşımıza çıkan işaretlerin farkına varabilmeliyiz.
Teşvikleri ve engelleri doğru değerlendirip, teşviklerle ısrarlı, engellerle tedbirli bir istikamette gitmeliyiz.
Yine de, bütün bunlara rağmen kaderden kaçış yok mudur dersiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder