24 Haziran 2014 Salı

Yanıbaşımızdakiler

Şehirlerin kalabalığında iç içe geçmiş hayatlar zaman zaman ortaya kâh komik, çokça da trajikomik hikâyeler çıkartmakta.
Şehir hayatını içine sindirmiş insanlarla, şehre henüz gelmiş ya da eskiden gelmiş olsa dahi şehirleşememiş insanların kaçınılmaz kesişmeleri, şehirleri her köşe başında bir tehlikeye maruz kalma ihtimalleriyle dolu bir orman haline sokmakta.
Mesela; trafik lâmbalarında avını bekleyen cam silicilerin ellerindeki paçavrayla camlarınıza hamle etmesiyle sizin ‘istemem’ bakışınız kesişti kesişti, yoksa haliniz duman. Hoş, siz istemem deseniz de dinleyen kim?
Hayırlı olsun, artık eskisinden daha pis camlarınız ve cebinizde üç beş kuruş eksik paranız var.
Arabanın camlarını silmeye kalkışan 10’lu yaşlarda ve sokaklarda başıboş dolanan çocukların haline üzülüp de kendilerini uyarma gafletine düşmüştüm bir keresinde. “Çocuklar dikkatli olun, çocuk tacirleri, organ mafyası ya da uyuşturucu satıcılarının tuzağına düşmeyin” demiştim safça.
“Abla onların hepsi zaten bizim mahallede yaşıyor” diye cevaplamıştı el kadar çocuk beni.
Öylece kalakalmıştım direksiyon başında.

Yakın zamanda yaşadığım bir diğer olaydan ise korkunun getirdiği mağlubiyet ile çıktım. 
Eve döndüğüm bir akşam üzeri trafik ışıklarına yaklaşmışken, araçların üzerine abanarak cam silmeye çalışan çocukların fotoğraflarını çektim kendi aracımın içinden. 9 yaşlarında bir çocuk gördü fotoğraflarını çektiğimi. Arabamın yanına geldi ve "Camı aç" dedi. Araladım camı biraz. "Ne yaptın, fotoğrafımızı mı çektin?" dedi. "Evet, sizinle ilgili bir şey yazmak gerekirse diye..." dedim. "Sil onu" dedi. "Size zararı olmaz" dedim. "Olur" dedi ve arabamın önüne geçti dikildi. "Silmeden gidemezsin" dedi.
"Hadi bakalım, ne yapacaksın şimdi Canan Hanım!"
9 yaşlarındaki bu çocuğun yüksek öz güvenli ve kararlı haline hayran kaldığımı itiraf edeyim önce. "Tamam gel sileceğim," dedim ve ekledim, "sen benim camlarımı silme, ben de senin fotoğraflarını sileyim"...
Ne ben "Niçin benim isteğim dışında aracımın üzerine atlayıp beni zor durumda bırakıyorsun?" diyecek durumdaydım, ne de o bunu anlayacak durumdaydı. 
O bana sormadan arabanın camlarına hamle etmişti, ben de ondan izinsiz fotoğraf çekmiştim. 
Berabereydik...
Saliseler içinde bu düşüncelerle mücadele ettim, kendimle çeliştim. Ama'larım çoktu... ama o da, ama ben de, ama ama ama....
Tüm amalar bir yana, görünen şuydu; ben araçtaydım, o sokaktaydı... 
Arkadaki kuyruk da epeyce uzamıştı.
"Gel" dedim tekrar ve sildim gözünün önünde çektiğim iki fotoğrafı da. Yanına diğer arkadaşları geldi, 'neler oluyor' kargaşası yaşandı bir an. Çocuklardan birisi ne olduğunu anlamadan "Senin arabanı paramparça ederim ben" tehditi savurdu yüzüme hoyratça.
10 yaşlarındaki bu çocuğun beş yıl sonrası canlandı gözümde. 
Ne saçma bir dünyaydı burası böyle...
****
Hep düşündüğüm oydu ki; bir çocuğun yeri sokaklar olmamalıydı.
Bir çocuk araba camı silmemeliydi, bu şekilde para dilenmemeliydi, kendisini ezik hissedip diğer insanlara öfkelenmemeliydi, çocuk kalbinde kapkara kinler birikmemeliydi...
Kimse ona acımamalıydı, kimse onu aşağılamamalıydı, kimse onu kovalamamalıydı...
Da;
Söylemekle olmuyordu işte. ‘Allah korusun’ demekle olmuyordu. 
Eğitimsizliğin, eşitsizliğin ve ihmal edilmişliğin ceremeleriydi hepsi.
Görmezden geldiğimiz her şey artık içimizdeydi.

Peki ya ben ne kadar sorumluydum bu durumdan acaba?
Çocukluğumun mütevazı günlerinde bir Allah'ın kulunun yolunu mu kesmiştim? Şartlarımın olduğu kadarına rıza göstermemiş miydim? Hiç isyan etmemiş, elimdekilerin kıymetini hep bilmiş, kimseye öykünmemiş değil miydim? 
Açlık yaşamamıştım evet, çaresizin halinden anlamazdım...
Ya büyüklerim?
Birinci Dünya Savaşı'nda evlerini barklarını bırakarak Anadolu'ya sığınmış, yaşadıkları yoklukları delice dilenerek, insanları taciz ederek değil, çalışarak aşmış, buralara kök salmışlardı...
Onların sayesinde ulaştığımız refahtan dolayı niçin suçlanıyor ve niçin böyle suçlu hissettiriliyorduk peki? 
Bu yaşananlara üzülüp, utancımızdan yerin dibine girmiyor muyduk? Oh olsun mu diyorduk?
Ne yazık ki bu hassasiyetimiz ile bir de dört bir yandan darbe üzerine darbe yiyiyorduk.
****
Sorulacak soru çok aslında.
Ne yapmak lazımdı o günlerde?
Ne yapmak lazım şimdi bugünlerde?
Biz yanıbaşımızdakileri nasıl görüyoruz?
Yanıbaşımızdakiler bizi nasıl görüyor?

Karşılıklı korku ve nefretle bilenen insanların yaşadığı bir ülkede huzur, kardeşlik, sevgi, barış gibi kavramlardan medet umuyor olmak çaresizliğin en romantik hali midir?
Peki ya tüm insani değerlerin üzerinden acımasızca geçmek çaresizliğin hangi halidir?
Not: Kapak fotoğrafı 17 Ocak 2015 tarihinde yine aynı yerde benim çektiğim bir fotoğraftır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder