Market raflarındaki bin bir çeşit üründen hangisini alacağına karar vermek için ürünün sağına soluna uzun uzun bakan, etiketinde yazan son kullanma tarihinden içeriğine ve dahi ürünün standart belgeli olup olmadığına kadar ince eleyip sık dokuyan, kısacası hem bedenini hem de kesesini koruyarak alış veriş yapan kaç kişi var aramızda?
Az değil mi?
Eski nesil önceleri bu konuda sınıfta kalsa da, şimdi de sosyal medya paylaşımlarında gördükleri her şeye inanıyorlar ve kılı kırk yarıyorlar. Orta nesil sağlıklı gıda konusunda biraz daha dikkatli, yeni nesil ise "aşırı dikkatliler" ve "aşırı dikkatsizler" arasında gidip geliyor.
Eski nesil sınıfta kalıyor dedik ama sebebi var.
Çünkü onlar sahtekârlığın tek tük olduğu, daha masum bir dönemin insanları. O yüzden de sorgulamak nedir pek bilmiyorlar. Çünkü onlar öyle öğrenmediler.
Onların zamanında komşudan aldıkları süte su, bakkaldan aldıkları kırmızı bibere kiremit tozu, bala fruktoz ve glukoz, yoğurda jelatin, peynire bitkisel yağ ve nişasta katılmamış, tarlalardaki ürünlere kimyasal gübre atılmamıştı.
Yazılan çizilen, alınan satılan hiçbir şeyin ardında bir kötülük aramıyolarlardı.
Bu iyi niyet yüzünden 1950'lerde Marshall yardımı olarak okullara dağıtılan süt tozunu da suya karıştırıp afiyetle içtiler, zeytinyağlı yiyemem türküsü eşliğinde ekmeklerinin üzerine sürüp üzerine şeker serptikleri margarini bayıla bayıla yediler. Demediler ki bizim Sarıkız'ın sütü memelerinden gürül gürül çağıldarken biz niçin süt tozundan yapılan sütü içiyoruz, demediler ki Ege ve Marmara Bölgelerimiz birer zeytin cenneti iken biz niçin margarin yiyiyoruz?
Dedim ya, masumiyet çağıydı. Her söylenen doğru kabul ediliyor ve hiç sorgulanmıyordu.
Hani belki sokağın karşısındaki bakkal efendi şeytanın o baştan çıkarıcı sesine uyardı da, koskoca devlet halkına zarar verecek bir iş yapar mıydı hiç?
Su uyuyup düşman uyumazken düşman içeride büyümeye başladı yavaş yavaş. Aklın yerini kurnazlık aldı. İnsanlar hak ettiğinden fazlasını kazanmak hastalığına tutuldu. Üretici ürününü ucuza mâl edip pahalıya satmaya kalkıştı. Tüketici de ucuz ürünün peşine düşünce kalitesiz ürünleri (aslında) pahalıya almaya başladı.
Ekonomik sıkıntılar bir yandan, bilinçsizlik, cahillik ve adamsendecilik bir yandan derken, "Ucuz mal alacak kadar zengin değilim" sözü rafa kalktı.
"Her pahalı ürün iyi ürün müdür?" diye sorarsanız, "Kalitenin bir standardı, bu standardın da hak ettiği kadar bir bedeli olmalı, standardın altında ürün olmamalı ve standardın üzerinde üretilen ürünler tercihe kalmalı" derim.
Standardın altında üretilen ürünler ucuzlukları ile iki yakasını bir araya getiremeyen insanların aklını çeliyor elbette. "Kalite" kavramının yerini alan "Ucuz-Pahalı" kavramı kişinin cebindeki paranın miktarı ile değişiyor.
Kalite ve güven arayan vatandaşlan sığınacağı, onları bilgilendiren ve haklarını koruyan kurumlar da yok değil. Yasalar derseniz yeteri kadar var. Derdimiz ise her zamanki gibi yanlış bilgilendirmeler ve uygulanmayan yasalar.
Tüm bu yanlışlar arasında üzerlerinde halkı doğru bilgilendirme sorumluluğu olan doktorlar, gıda mühendisleri ve medya mensupları da zaman zaman kâh konuşarak, kâh yazarak, kâh susarak yanlışa sebep olabiliyorlar.
DOĞRULARI KONUŞALIM
TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şubesi ve Bursa Kükürtlü Lions tarafından düzenlenen "Gıda-Sağlık-Medya İlişkisi" panelinin afişini gördüğümde, üzerine de Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Başkanı Lale Yıldız'ın panele davet mesajını aldığımda "Bu panel kaçmaz!" dedim.
Panelin konuşmacıları TGMOB Başkanı Lale Yıldız, Op.Dr. Güven Atasoy ve Olay Gazetesi Başyazarı Ahmet Emin Yılmaz idi.
Bursa Kükürtlü Lions Kulüp Başkanı Ayça Tayar'ın açılış konuşmasının ardından ilk konuşmacı olarak Op.Dr. Güven Atasoy'u dinledik:
Op.Dr. GÜVEN ATASOY
Doğal Gıda ve İşlenmiş Gıda olarak iki yol sürülüyor önümüze. Doğal gıdalar iyidir, işlenmiş gıdalar kötüdür deniliyor. Aslında yol iki değil. Bunların yanında "İyi ve Kötü"yü konuşmamız lazım. Gıdayı saklama sorunu binlerce yıldır var. Gıdalar binlerce yıldır tütsülenerek, konserve edilerek ve kurutularak saklanmış. Tütsülenen gıdalarda karbon, konserve edilen gıdalarda "clostridium botulinum" bakterisi, kurtulan gıdalarda "aflatoksin" olabiliyor. Gıda saklama konusuna bilim ve endüstri tarafından bakmak lazım.
Etki Doz'dadır
Bilimin görevi doğruyu bulmak. Bilim yol gösterecek, endüstri de bu yolu izleyecek. İyileşme süreklidir. Paracelsus der ki, 'Her şey zehirdir. Etkiyi oluşturan miktarıdır.' Mesela canlılar için en gerekli ve en masum bir madde olan suyun bile dozunu kaçırırsanız ortaya su zehirlenmesi çıkar. (Bir bitkiyi susuz bırakmak kadar aşırı sulamak da zararlı değil midir?) Mesela mucize ilaç Aspirin az dozda alınınca kan sulandırıcı, daha yüksek dozda alınınca ağrı kesici, daha da yüksek dozda alınınca anti romatizmal bir etki yaratıyor.
İşlenmemiş - Az İşlenmiş - Çok İşlenmiş
Gıdaya tuz eklemek bile gıdayı işlemektir aslında. Patates topraktan çıktığı hali ile yenmez ve onu pişirerek işlemek gerekir. Ya da buğday işlenmezse un olmaz, un olmazsa ekmek olmaz gibi. Burada da yine doz önemli. İşleme dozu arttıkça bazı (yararlı) şeyler eksilir, bazı (zararlı) şeyler artar.
İşlenmiş gıdaların kabahatleri olduğu kadar işlenmemiş gıdaların da var. O kabahatlere şöyle bir göz atarsak:
İşlenmiş Gıda Kabahatleri
* Lifsizlik
* Eser madde eksikliği
* Omega 3, Omega 6 oranı
* Trans yağlar
* Emulsifiye edici maddeler
* Nitratlar
* Tuz, şeker
Doğal Gıda Kabahatleri
* Enfekte, kirli gıdalar
* Bozulmuş gıdalar
* Zehirli gıdalar
* Doğal olmayan "doğal" gıdalar
* Sahtekarlar, fırsatçılar, şarlatanlar
Sorgula - Emin Ol
LALE YILDIZ / TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Başkanı
Yediğimiz içtiğimiz her şeye gıda diyoruz. Gıda derken, insan sağlığı için tehlike oluşturmayan GÜVENLİ GIDA’dan bahsediyoruz. Gıdanın kalitesini ve tüketilebilirliğini arttırmak, raf ömrünü uzatmak, gıda kayıplarını azaltmak ve daha çok kişiye ulaşabilmesini sağlamak için işlenmesi şart. Gıda işleme sırasında teknolojik amaçla kullanılan gıda katkı maddeleri konusunda ise kamuoyunda ciddi bir bilgi boşluğu var ve bu boşluk konunun uzmanı olmayan kişiler tarafından ne yazık ki bilimsellikten uzak söylemlerle dolduruluyor.
Gıda, bir üretim zinciri sonunda sofralarımıza geliyor. Bu yolculuk esnasında gıda güvenliği sistemi doğru kurulmazsa eğer, üretilen gıda insan sağlığını tehdit eder hale gelebilir.
Gıdalar için mikroorganizmalar büyük risk oluşturuyor. Örneğin çiğ sütte bulunan Brucella bakterisi, sütü ısıl işleme tabi tutmadan (pastörize veya sterilize etmeden) tüketmeniz ya da çiğ sütten yapılan peynir ya da dondurma yemeniz halinde sağlığınız için büyük tehdit oluşturur. Çiğ yumurtada bulunan Salmonella bakterisi ona keza. Bu ve benzeri biyolojik, kimyasal ve fiziksel riskleri bilim eşliğinde bertaraf etmek ve riski minimize etmek gıda sanayinin amacıdır. O yüzden bakanlığın kayıtlı/onaylı işletmelerinde, kontrollü şartlarda üretilen ve denetlenen ambalajlı gıdalar güvenilirdir. Nasıl ve hangi hammaddeden üretildiğini bilmediğiniz, açıkta satılan, ambalajsız, etiketsiz, hiçbir kontrol ve denetimden geçmeyen gıdalar güvenilir değildir ve sağlık riski taşır.
Dünya nüfusunun artması ve beraberinde kentlerde yaşamın yoğunlaşmasıyla birlikte gıdaların işlenmesi de kaçınılmaz hale gelmiştir. Gıdaların işlenmesiyle, ürünün lezzeti gelişir, gıda zehirlenmeleri önlenir, yararlılığı ve sindirilebilirliği artar, hazırlanma, depolama, taşıma ve dozlama kolaylığı sağlanmış olur.
Uygunsuz teknoloji ve uygun olmayan üretim koşullarında üretilen gıdalar ise riskli gıdaya dönüşebilir. Yine bazı ısıl işlemler esnasında zararlı bileşikler oluşabilir. Besin öğelerinde kayıplar oluşabilir. Bilim dünyasının ve gıda teknolojisinin amacı da bu riskleri en minimum seviyeye indirmektir.
Uluslararası Gıda Güvenliği
Her ülke her ürünü üretemediği için ülkeler ithalat-ihracat ile sahip olmadıkları ürünleri satın alıp, sahip olduklarını da yurt dışına pazarlıyorlar. Böylece gıdalar sınır tanımıyor ve sürekli bir ülkeden bir ülkeye yolculuk ediyorlar. Bu arada da ortaya uluslararası bir gıda riski çıkıyor. O yüzden de gıda güvenliği uluslararası işbirliğini gerektiriyor.
Gıdadaki tüm riskler ve tehlikeler uluslararası düzeyde bağımsız bilim insanlarından oluşan kurumlar tarafından değerlendiriliyor ve tüm dünyanın ortak benimsediği mevzuatlar, kurallar ve yasal limitler bu şekilde belirleniyor.
Kodeks Alimentarius Komisyonu
Dünya Sağlık Örgütü WHO ve Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO tarafından 1963 yılında kurulan Kodeks Alimentarius Komisyonu, dünyada gıda ile ilgili uygulamaların sağlık ve teknoloji yönünden standartlaştırılmasını sağlar. 180 ülkenin üye olduğu kuruluşun bu amaçla hazırladığı belgeler tüm dünya ülkeleri için güvenli gıda üretimine referans olarak kullanılmaktadır.
JECFA
1956 yılında kurulan JECFA (Gıda Katkıları Ortak Uzmanlar WHO/FAO Komitesi) gıda katkı maddelerinin insan sağlığı yönünden değerlendirilmesi için toplanan uzmanlar komitesidir. Gıda katkı maddeleri için tüm bilimsel verileri inceleyerek değerlendirmeler yapar ve ASIN (Acceptable Daily Intake - Günlük alınmasına izin verilen miktar) değerlerini tespit ederler.
EFSA
2002 yılında kurulan Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi EFSA, gıda zincirindeki her risk ile ilgili değerlendirmeyi ve iletişimi yapmakla görevlidir. Avrupa Komisyonu'na ve Avrupa Parlamentosu'na bilimsel danışmanlık yaparak gıda konusundaki politikaların ve Avrupa Topluluğu direktiflerinin oluşturulmasına yardımcı olur.
IARC
Dünya Sağlık Örgütü WHO'ya bağlı olarak 1965 yılında kurulan Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı IARC, kanser yapıcı olma şüphesi olan her kimyasal hakkında tüm bilimsel araştırma verilerini toplar, dünya çapındaki bilim insanlarından oluşan bir komisyon tarafından tüm verilerin incelenmesini sağlar. Sonuçları raporlar ve ilgili kimyasal maddenin kanserojen sınıflandırmasını yapar. Devamında da JECFA, EFSA gibi kurumlar risk değerlendirmesi yaparlar.
Gıda Katkı Maddeleri
Gıda katkı maddeleri, gıda maddelerine teknolojik amaçla eklenen maddelerdir.
Gıda katkı maddelerinin kullanım amaçlarını; kaliteyi koruyarak raf ömrünü uzatmak, hazırlama ve pişme özelliğini geliştirmek, aroma ve lezzet geliştirmek olarak sıralayabiliriz. (Bu konuda çok büyük bir bilgi kirliliği var.)
E Kodu nedir?
E, Europe kelimesinin baş harfidir. E Kodu, AB'nin ilgili sağlık/gıda otoritelerinin güvenlik testlerinden geçmiş ve AB'de kullanımı onaylanmış gıda katkı maddelerine verilen koddur. Bu kod gıda katkılarında bir güven işaretidir ve gıdanın tüm kalite standartlarını belirler. AB tarafından Türkiye'de 329 katkı maddesine E kodu verilmiştir. Türkiye'deki tüm gıda katkı maddelerinin kullanımı, AB'ye uyumlu olarak hazırlanan ve 30 Haziran 2013 tarih ve 28693 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan "Türk Gıda Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliği"ndeki esaslar dahilinde Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülmektedir.
NOAEL Değeri
Toksisite test sonuçlarından elde edilen verilerden ulaşılan ilk değer NOAEL'dir (No Observed Adverse Effect Level - Gözlenebilen hiçbir yan etki göstermeyen doz). Diğer bir deyişle deney hayvanları ortalama yaşam sürelerini %70-80'ini kapsayacak sürede test edilen gıda katkısını almışlar ve NOAEL dozunda hiçbir yan etki görülmemiştir.
ADI (mg/kg)
ADI, (Acceptable Daily Intake - Günlük alınmasına izin verilen miktar) değeri insanlarda güvenli doz olarak kabul edilir. Bugün kullanılan her katkı maddesi uluslararası ve ulusal kuruluşlar tarafından güvenlik yönünden sürekli izlenmekte ve en ufak bir şüphede ADI değeri tespiti için yeniden değerlendirme yapılmaktadır. (Konuyla ilgili daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.)
Ambalajlı mı değil mi?
Ambalajlı satılan ürüne mi daha çok güvenirsiniz, yoksa açıkta satılana mı diye sorarsak; tabii ki hammaddeden yenilebilir hale gelene kadar yolculuğun şeceresinin yazılı olduğu ambalajlıya daha çok güveniriz dememiz lazım. Nerelerde hangi şartlarda üretildiğini bilmediğimiz ürünlere güvenmek risk almak demek.
Gıda Etiketi
Net bilgi: Etiketinde işletme kayıt numarası, gıda sicil numarası/çalışma izin numarası, Tarım ve Orman Bakanlığı üretim izin numarası olmayan, yani kayıt dışı olan hiçbir ürünü satın almayın.
Sosyal Medya Yalanları / Şehir Efsaneleri
Anlı şanlı bir üniversitenin ya da bilinen bir kurumun, olmayan biriminin olmayan yetkili kişisi, ki çoğunlukla o kişi bir profesördür, tarafından verilen beyanatlarla dolu sosyal medya. Gıda Mühendisleri Odası tarafından yapılan sorgulamalar sonucu bu tip haberlerin pek çoğunun tamamen uydurma olduğu kanıtlandı. Bunların en meşhuru da "Süt ve süt ürünlerinde solitin var!" uydurmacasıdır ki, bırakın bölüm başkanlığının ve açıklamayı yapan hocanın olmamasını, kimya literatüründe "solitin" diye bir madde dahi yoktur.
E kodlarında pek çok kodu kanserojen olarak niteleyip, E 330'u en tehlikeli kod olarak tanımlayan ve Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü'nden Doç.Dr. Mustafa Türkmen imzasıyla dolaşan e-posta da bir başka şehir efsanesidir. Bu efsane üzerine üniversite tarafından üniversitede böyle bir araştırma yapılmadığı ve üniversitede çalışan ya da çalışıp ayrılmış böyle bir isme rastlanılmadığı açıklaması yapılmıştır.
Palm Yağı, kanatlılarda hormon ve (tedavi harici) antibiyotik kullanımı haberleri de almış başını gitmiştir.
(Her duyduğumuza inanmamız gerektiğini söylemiş miydik?)
AHMET EMİN YILMAZ / OLAY GAZETESİ
Ahmet Emin Yılmaz konuşmasına Lale Yıldız ve Güven Atasoy'a dönerek ve esprili bir hâl ile söylediği "Söylediklerinize aynen katılıyorum." sözleriyle başladı. Salonda bulunan izleyiciler arasında kadınların daha büyük çoğunlukta olduğuna, bunun da kadınların bilgiye daha açık olduğunu gösterdiğine dikkat çekti.
Bursalı olan Ahmet Emin Yılmaz çocukluk günlerinde sabahları kümesteki folluktan aldığı sıcacık yumurtaları anlatırken, gün gelip yumurtanın bakkallarda/marketlerde satılacağını kimsenin konuşmadığını söyledi. "Şimdi geldiğimiz noktada yumurtanın üzerindeki kodlardan o yumurtayı yumurtlayan tavuğu dahi tespit edebiliyoruz. Lakin tavuğun yediği yemin ne olduğunu bilmiyoruz" dedi. (Güven Atasoy, tercih edilen yeme göre tavuğun tercih edilen renkte yumurtalar yumurtladığını söylemişti.)
Süthaneden alınan yoğurtlar, tel dolaplarda saklanan gıdalar, kış boyu bozulmayan portakallar ile çocukluk günlerine giderek, o günleri bugünler ile mukayese ederek, teknoloji ilerledikçe bir şeylerin geri gittiğini dile getirdi. Oysa tam tersinin olması gerekmez miydi?
Gıda Güvenliği ve Medya
Gıda herkesin ilgi alanında ve çok zaman medya (daha çok izlenmek uğruna) "her konuda uzman" ama aslında uzman olmayan kişileri ekranlarda konuşturmakta ya da gazete sayfalarında köşeler vererek bilimsel(!) yazılar yazdırmakta bir sakınca görmüyor. Bu da halkın kafasının iyice karışmasına sebep oluyor. İtibarı olan, sözüne güvenilen gazeteler ve yazarlar önlerine gelen bir haberi teyit edip önünü ardını araştırmadan halka iletiyorlar. Habere magazinel bakarak haberi köpürten gazeteciler bu yaptıkları ile haberin gerçeğinden ve ciddiyetinden uzaklaşılmasına sebep oluyorlar.
Bu arada Akademik Odalar ve uzmanlara da seslenerek, halka daha yakın durarak uzmanlıklarınızı halkla daha sık paylaşmalısınız diyor Ahmet Emin Yılmaz.
Ve ekliyor: "Coğrafi özelliklerimizden olsa gerek, yanlış bilgi çok hızlı yayılıyor, doğrunun ise müşterisi yok."
Panel, soru-cevap ile devam edip, konuşmacılara plaket takdimi ile nihayetleniyor.
****
Sonuç itibarıyla:
Her doğal masum değil, her işlenmiş günahkâr değil.
Sigara sağlığa zararlı ama tütün ekimi ve sigara üretimi tüm dünyada yasal.
Gazlı içecekler zararlı ama film başlamadan önce neredeyse yarım saat zararlı gıda reklamı izliyoruz. Hâttâ sinemalar zararlı diye bildiğimiz yiyecek-içecekli bilet kampanyaları düzenliyorlar,
Ülkemizde at eti ya da domuz eti kesilmesi yasak değil, yasak olan bu etleri koyun-kuzu-dana eti olarak pazarlamak.
Teknoloji yönünden geliştikçe daha hastalıklı ve daha mız mız olduk.
Gıda güvenliği üzerine bu kadar çok çalışma varken nasıl oluyor da yediğimiz içtiğimiz her şeyden bu kadar endişe duyuyoruz.
Yeni nesillere etini yumurtasını yiyip sütünü içtiği hayvanları tanıtmak ve sofraya gelen gıdaların yolculuğunu anlatmak lazım.
Beslenme yoksa hayat yok.
Beslenme varsa hayat var.
Kötü beslenme varsa kalitesiz bir hayat var.
Mideniz bir çöp kutusu değil.
Hayatımız hep risk. Riski en aza indirmeyi bilmemiz gerek. Gıdada da pek çok risk var, ancak güvenli ve kontrollü şartlarda üretilmiş gıdalar insan sağlığına zarar vermiyor.
Otlu çöplü kirli gördüğünüz her ürün doğal değil.
Suyumuz, havamız, gıdamız bilirkişiler tarafından denetlensin.
Fırına vereceğimiz mercimek dahi yurt dışından geliyor. Türkiye artık bir tarım ülkesi değil, Türkiye artık tarım arazilerini imara açan bir TOKİ ülkesi.
Taş baskı diye avuç dolusu para sayarak aldığınız sızma bir zeytinyağı herhangi bir firmadan ucuza alınıp, şık bir şişeye doldurulup, üzerine yapıştırılan şık etiket ile size bir güzel "yedirilmiş" olabilir.
Cahil kurnazlığı can yakar.
Eğitimli kişi paranoyası da can yakar.
Duyduğunuz her şeye inanıp yalanı ve yanlışı kefir gibi üretmeyin.
Medya reklamla ayakta kalıyor ancak hiçbir bedel insan hayatından daha üstte değil.
Muhafazakârlığın tavan yaptığı ülkemizde kurnazlık ve dolandırıcılık da tavan yapmış durumda.
Arıya güvenmeyip balını kendi imal eden "arı gibi çalışkan ağabeylerimiz" var.
Ekmek arası köfteye 5 lira verdiğinizde, ekmeğin arasındaki köfteye benzeyen şeyin köfte olmadığını bilin.
Dışarıda yemek yiyecekseniz mutfak kısmı da "şık ve temiz" olan lokantalarda yemek yiyin.
Her ürünü mevsiminde yiyin.
"Yeterince kazancımız olsa her şeyin organiğini satın almayı biz de biliriz" demeyin, tercihlerinizi gözden geçirin.
Son kullanma tarihleri hayatımızın olmazsa olmazı.
Eve laboratuvar kurmanıza gerek yok, ambalajlanmış her üründe işletme kayıt numarası, gıda sicil numarası/çalışma izin numarası, Tarım ve Orman Bakanlığı üretim izin numarasını kontrol edin.
Ve;
Markete giderken yanınıza sadece poşet değil, yakın gözlüğünüzü de muhakkak alın...
****
Bursa Gıda Mühendisleri Odası'nı 0 224 453 47 41 numaralı telefondan arayarak merak ettiğiniz tüm konuları bizzat öğrenebilirsiniz...
Lale Yıldız'ın konuşma videosunu izlemek için tıklayınız:
Ahmet Emin Yılmaz'ın konuşma videosunu izlemek için tıklayınız:
Bu kadar verimli bir panelin ardından güzel bir fotoğrafı hak ettik doğrusu.
Az değil mi?
Eski nesil önceleri bu konuda sınıfta kalsa da, şimdi de sosyal medya paylaşımlarında gördükleri her şeye inanıyorlar ve kılı kırk yarıyorlar. Orta nesil sağlıklı gıda konusunda biraz daha dikkatli, yeni nesil ise "aşırı dikkatliler" ve "aşırı dikkatsizler" arasında gidip geliyor.
Eski nesil sınıfta kalıyor dedik ama sebebi var.
Çünkü onlar sahtekârlığın tek tük olduğu, daha masum bir dönemin insanları. O yüzden de sorgulamak nedir pek bilmiyorlar. Çünkü onlar öyle öğrenmediler.
Onların zamanında komşudan aldıkları süte su, bakkaldan aldıkları kırmızı bibere kiremit tozu, bala fruktoz ve glukoz, yoğurda jelatin, peynire bitkisel yağ ve nişasta katılmamış, tarlalardaki ürünlere kimyasal gübre atılmamıştı.
Yazılan çizilen, alınan satılan hiçbir şeyin ardında bir kötülük aramıyolarlardı.
Bu iyi niyet yüzünden 1950'lerde Marshall yardımı olarak okullara dağıtılan süt tozunu da suya karıştırıp afiyetle içtiler, zeytinyağlı yiyemem türküsü eşliğinde ekmeklerinin üzerine sürüp üzerine şeker serptikleri margarini bayıla bayıla yediler. Demediler ki bizim Sarıkız'ın sütü memelerinden gürül gürül çağıldarken biz niçin süt tozundan yapılan sütü içiyoruz, demediler ki Ege ve Marmara Bölgelerimiz birer zeytin cenneti iken biz niçin margarin yiyiyoruz?
Dedim ya, masumiyet çağıydı. Her söylenen doğru kabul ediliyor ve hiç sorgulanmıyordu.
Hani belki sokağın karşısındaki bakkal efendi şeytanın o baştan çıkarıcı sesine uyardı da, koskoca devlet halkına zarar verecek bir iş yapar mıydı hiç?
Su uyuyup düşman uyumazken düşman içeride büyümeye başladı yavaş yavaş. Aklın yerini kurnazlık aldı. İnsanlar hak ettiğinden fazlasını kazanmak hastalığına tutuldu. Üretici ürününü ucuza mâl edip pahalıya satmaya kalkıştı. Tüketici de ucuz ürünün peşine düşünce kalitesiz ürünleri (aslında) pahalıya almaya başladı.
Ekonomik sıkıntılar bir yandan, bilinçsizlik, cahillik ve adamsendecilik bir yandan derken, "Ucuz mal alacak kadar zengin değilim" sözü rafa kalktı.
"Her pahalı ürün iyi ürün müdür?" diye sorarsanız, "Kalitenin bir standardı, bu standardın da hak ettiği kadar bir bedeli olmalı, standardın altında ürün olmamalı ve standardın üzerinde üretilen ürünler tercihe kalmalı" derim.
Standardın altında üretilen ürünler ucuzlukları ile iki yakasını bir araya getiremeyen insanların aklını çeliyor elbette. "Kalite" kavramının yerini alan "Ucuz-Pahalı" kavramı kişinin cebindeki paranın miktarı ile değişiyor.
Kalite ve güven arayan vatandaşlan sığınacağı, onları bilgilendiren ve haklarını koruyan kurumlar da yok değil. Yasalar derseniz yeteri kadar var. Derdimiz ise her zamanki gibi yanlış bilgilendirmeler ve uygulanmayan yasalar.
Tüm bu yanlışlar arasında üzerlerinde halkı doğru bilgilendirme sorumluluğu olan doktorlar, gıda mühendisleri ve medya mensupları da zaman zaman kâh konuşarak, kâh yazarak, kâh susarak yanlışa sebep olabiliyorlar.
DOĞRULARI KONUŞALIM
TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şubesi ve Bursa Kükürtlü Lions tarafından düzenlenen "Gıda-Sağlık-Medya İlişkisi" panelinin afişini gördüğümde, üzerine de Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Başkanı Lale Yıldız'ın panele davet mesajını aldığımda "Bu panel kaçmaz!" dedim.
Panelin konuşmacıları TGMOB Başkanı Lale Yıldız, Op.Dr. Güven Atasoy ve Olay Gazetesi Başyazarı Ahmet Emin Yılmaz idi.
Ayça Bayraktar Tayar |
Op.Dr. GÜVEN ATASOY
Doğal Gıda ve İşlenmiş Gıda olarak iki yol sürülüyor önümüze. Doğal gıdalar iyidir, işlenmiş gıdalar kötüdür deniliyor. Aslında yol iki değil. Bunların yanında "İyi ve Kötü"yü konuşmamız lazım. Gıdayı saklama sorunu binlerce yıldır var. Gıdalar binlerce yıldır tütsülenerek, konserve edilerek ve kurutularak saklanmış. Tütsülenen gıdalarda karbon, konserve edilen gıdalarda "clostridium botulinum" bakterisi, kurtulan gıdalarda "aflatoksin" olabiliyor. Gıda saklama konusuna bilim ve endüstri tarafından bakmak lazım.
Güven Atasoy |
Bilimin görevi doğruyu bulmak. Bilim yol gösterecek, endüstri de bu yolu izleyecek. İyileşme süreklidir. Paracelsus der ki, 'Her şey zehirdir. Etkiyi oluşturan miktarıdır.' Mesela canlılar için en gerekli ve en masum bir madde olan suyun bile dozunu kaçırırsanız ortaya su zehirlenmesi çıkar. (Bir bitkiyi susuz bırakmak kadar aşırı sulamak da zararlı değil midir?) Mesela mucize ilaç Aspirin az dozda alınınca kan sulandırıcı, daha yüksek dozda alınınca ağrı kesici, daha da yüksek dozda alınınca anti romatizmal bir etki yaratıyor.
İşlenmemiş - Az İşlenmiş - Çok İşlenmiş
Gıdaya tuz eklemek bile gıdayı işlemektir aslında. Patates topraktan çıktığı hali ile yenmez ve onu pişirerek işlemek gerekir. Ya da buğday işlenmezse un olmaz, un olmazsa ekmek olmaz gibi. Burada da yine doz önemli. İşleme dozu arttıkça bazı (yararlı) şeyler eksilir, bazı (zararlı) şeyler artar.
İşlenmiş gıdaların kabahatleri olduğu kadar işlenmemiş gıdaların da var. O kabahatlere şöyle bir göz atarsak:
İşlenmiş Gıda Kabahatleri
* Lifsizlik
* Eser madde eksikliği
* Omega 3, Omega 6 oranı
* Trans yağlar
* Emulsifiye edici maddeler
* Nitratlar
* Tuz, şeker
Doğal Gıda Kabahatleri
* Enfekte, kirli gıdalar
* Bozulmuş gıdalar
* Zehirli gıdalar
* Doğal olmayan "doğal" gıdalar
* Sahtekarlar, fırsatçılar, şarlatanlar
Sorgula - Emin Ol
Peki iyi ürünü nasıl bileceğiz, kime güveneceğiz diye soralım. Gıda güvenliği üzerine yeterli yasalarımız var. Ancak yasa tek başına yeterli değil. Yasaları uygulamak, denetlemek ve caydırıcı olmak da gerekli. Endüstriyel gıdalar günah keçisi gibi görünse de aslında denetlenmesi ve takibi kolay. Doğal gıdalarda ise işimiz Allah'a kalmış. Ayşe teyzenin bahçesinde gezen tavukların ne kadar gezdiğini, Himmet amcanın arılarının hangi çiçeklere konduğunu, Mehmet Ağanın ineklerini hangi yem ile beslediğini tek tek takip edemeyeceğimize göre, dediklerine sadece güvenmekten başka çaremiz yok.
Endüstride ise kayıt ve belge var. Yeter ki bunu nasıl sorgulayıp nasıl emin olacağımızı bilelim. Bilinenden korkmayalım. Bilinmezlikten korkalım. Akıl ve bilimin yolundan ayrılmayalım. LALE YILDIZ / TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Başkanı
Yediğimiz içtiğimiz her şeye gıda diyoruz. Gıda derken, insan sağlığı için tehlike oluşturmayan GÜVENLİ GIDA’dan bahsediyoruz. Gıdanın kalitesini ve tüketilebilirliğini arttırmak, raf ömrünü uzatmak, gıda kayıplarını azaltmak ve daha çok kişiye ulaşabilmesini sağlamak için işlenmesi şart. Gıda işleme sırasında teknolojik amaçla kullanılan gıda katkı maddeleri konusunda ise kamuoyunda ciddi bir bilgi boşluğu var ve bu boşluk konunun uzmanı olmayan kişiler tarafından ne yazık ki bilimsellikten uzak söylemlerle dolduruluyor.
Gıda, bir üretim zinciri sonunda sofralarımıza geliyor. Bu yolculuk esnasında gıda güvenliği sistemi doğru kurulmazsa eğer, üretilen gıda insan sağlığını tehdit eder hale gelebilir.
Gıdalar için mikroorganizmalar büyük risk oluşturuyor. Örneğin çiğ sütte bulunan Brucella bakterisi, sütü ısıl işleme tabi tutmadan (pastörize veya sterilize etmeden) tüketmeniz ya da çiğ sütten yapılan peynir ya da dondurma yemeniz halinde sağlığınız için büyük tehdit oluşturur. Çiğ yumurtada bulunan Salmonella bakterisi ona keza. Bu ve benzeri biyolojik, kimyasal ve fiziksel riskleri bilim eşliğinde bertaraf etmek ve riski minimize etmek gıda sanayinin amacıdır. O yüzden bakanlığın kayıtlı/onaylı işletmelerinde, kontrollü şartlarda üretilen ve denetlenen ambalajlı gıdalar güvenilirdir. Nasıl ve hangi hammaddeden üretildiğini bilmediğiniz, açıkta satılan, ambalajsız, etiketsiz, hiçbir kontrol ve denetimden geçmeyen gıdalar güvenilir değildir ve sağlık riski taşır.
Dünya nüfusunun artması ve beraberinde kentlerde yaşamın yoğunlaşmasıyla birlikte gıdaların işlenmesi de kaçınılmaz hale gelmiştir. Gıdaların işlenmesiyle, ürünün lezzeti gelişir, gıda zehirlenmeleri önlenir, yararlılığı ve sindirilebilirliği artar, hazırlanma, depolama, taşıma ve dozlama kolaylığı sağlanmış olur.
Uygunsuz teknoloji ve uygun olmayan üretim koşullarında üretilen gıdalar ise riskli gıdaya dönüşebilir. Yine bazı ısıl işlemler esnasında zararlı bileşikler oluşabilir. Besin öğelerinde kayıplar oluşabilir. Bilim dünyasının ve gıda teknolojisinin amacı da bu riskleri en minimum seviyeye indirmektir.
Lale Yıldız |
Her ülke her ürünü üretemediği için ülkeler ithalat-ihracat ile sahip olmadıkları ürünleri satın alıp, sahip olduklarını da yurt dışına pazarlıyorlar. Böylece gıdalar sınır tanımıyor ve sürekli bir ülkeden bir ülkeye yolculuk ediyorlar. Bu arada da ortaya uluslararası bir gıda riski çıkıyor. O yüzden de gıda güvenliği uluslararası işbirliğini gerektiriyor.
Gıdadaki tüm riskler ve tehlikeler uluslararası düzeyde bağımsız bilim insanlarından oluşan kurumlar tarafından değerlendiriliyor ve tüm dünyanın ortak benimsediği mevzuatlar, kurallar ve yasal limitler bu şekilde belirleniyor.
Kodeks Alimentarius Komisyonu
Dünya Sağlık Örgütü WHO ve Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO tarafından 1963 yılında kurulan Kodeks Alimentarius Komisyonu, dünyada gıda ile ilgili uygulamaların sağlık ve teknoloji yönünden standartlaştırılmasını sağlar. 180 ülkenin üye olduğu kuruluşun bu amaçla hazırladığı belgeler tüm dünya ülkeleri için güvenli gıda üretimine referans olarak kullanılmaktadır.
JECFA
1956 yılında kurulan JECFA (Gıda Katkıları Ortak Uzmanlar WHO/FAO Komitesi) gıda katkı maddelerinin insan sağlığı yönünden değerlendirilmesi için toplanan uzmanlar komitesidir. Gıda katkı maddeleri için tüm bilimsel verileri inceleyerek değerlendirmeler yapar ve ASIN (Acceptable Daily Intake - Günlük alınmasına izin verilen miktar) değerlerini tespit ederler.
EFSA
2002 yılında kurulan Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi EFSA, gıda zincirindeki her risk ile ilgili değerlendirmeyi ve iletişimi yapmakla görevlidir. Avrupa Komisyonu'na ve Avrupa Parlamentosu'na bilimsel danışmanlık yaparak gıda konusundaki politikaların ve Avrupa Topluluğu direktiflerinin oluşturulmasına yardımcı olur.
IARC
Dünya Sağlık Örgütü WHO'ya bağlı olarak 1965 yılında kurulan Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı IARC, kanser yapıcı olma şüphesi olan her kimyasal hakkında tüm bilimsel araştırma verilerini toplar, dünya çapındaki bilim insanlarından oluşan bir komisyon tarafından tüm verilerin incelenmesini sağlar. Sonuçları raporlar ve ilgili kimyasal maddenin kanserojen sınıflandırmasını yapar. Devamında da JECFA, EFSA gibi kurumlar risk değerlendirmesi yaparlar.
Gıda Katkı Maddeleri
Gıda katkı maddeleri, gıda maddelerine teknolojik amaçla eklenen maddelerdir.
Gıda katkı maddelerinin kullanım amaçlarını; kaliteyi koruyarak raf ömrünü uzatmak, hazırlama ve pişme özelliğini geliştirmek, aroma ve lezzet geliştirmek olarak sıralayabiliriz. (Bu konuda çok büyük bir bilgi kirliliği var.)
E Kodu nedir?
E, Europe kelimesinin baş harfidir. E Kodu, AB'nin ilgili sağlık/gıda otoritelerinin güvenlik testlerinden geçmiş ve AB'de kullanımı onaylanmış gıda katkı maddelerine verilen koddur. Bu kod gıda katkılarında bir güven işaretidir ve gıdanın tüm kalite standartlarını belirler. AB tarafından Türkiye'de 329 katkı maddesine E kodu verilmiştir. Türkiye'deki tüm gıda katkı maddelerinin kullanımı, AB'ye uyumlu olarak hazırlanan ve 30 Haziran 2013 tarih ve 28693 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan "Türk Gıda Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliği"ndeki esaslar dahilinde Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülmektedir.
NOAEL Değeri
Toksisite test sonuçlarından elde edilen verilerden ulaşılan ilk değer NOAEL'dir (No Observed Adverse Effect Level - Gözlenebilen hiçbir yan etki göstermeyen doz). Diğer bir deyişle deney hayvanları ortalama yaşam sürelerini %70-80'ini kapsayacak sürede test edilen gıda katkısını almışlar ve NOAEL dozunda hiçbir yan etki görülmemiştir.
ADI (mg/kg)
ADI, (Acceptable Daily Intake - Günlük alınmasına izin verilen miktar) değeri insanlarda güvenli doz olarak kabul edilir. Bugün kullanılan her katkı maddesi uluslararası ve ulusal kuruluşlar tarafından güvenlik yönünden sürekli izlenmekte ve en ufak bir şüphede ADI değeri tespiti için yeniden değerlendirme yapılmaktadır. (Konuyla ilgili daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.)
Ambalajlı mı değil mi?
Ambalajlı satılan ürüne mi daha çok güvenirsiniz, yoksa açıkta satılana mı diye sorarsak; tabii ki hammaddeden yenilebilir hale gelene kadar yolculuğun şeceresinin yazılı olduğu ambalajlıya daha çok güveniriz dememiz lazım. Nerelerde hangi şartlarda üretildiğini bilmediğimiz ürünlere güvenmek risk almak demek.
Gıda Etiketi
Net bilgi: Etiketinde işletme kayıt numarası, gıda sicil numarası/çalışma izin numarası, Tarım ve Orman Bakanlığı üretim izin numarası olmayan, yani kayıt dışı olan hiçbir ürünü satın almayın.
Doğal mı, Organik mi?
Sorudan da anlaşılacağı üzere doğal ile organik ürün aynı değil. Doğal diye satılan ürünler belki ilaçlanmayan, kimyasal gübre verilmeyen, kendiliğinden yetişen ürünler olabilir. Böyle yetişip yetişmediğinin kanıtı ise üreticinin beyanıdır. Bu beyana inanıp inanmamak tüketicinin tasarrufundadır. Organik ürünler ise topraktan başlayıp ürünün tüketime sunulduğu ana kadar her aşaması kontrol altında ve denetlenen, kimyasal gübre ve kimyasal tarım ilacı kullanılmayan ve çevreden gelebilecek her türlü riskin ortadan kaldırıldığı, sertifikalı ürünlerdir. Bir ürünün organik olduğunun kanıtı sertifikasıdır.Sosyal Medya Yalanları / Şehir Efsaneleri
Anlı şanlı bir üniversitenin ya da bilinen bir kurumun, olmayan biriminin olmayan yetkili kişisi, ki çoğunlukla o kişi bir profesördür, tarafından verilen beyanatlarla dolu sosyal medya. Gıda Mühendisleri Odası tarafından yapılan sorgulamalar sonucu bu tip haberlerin pek çoğunun tamamen uydurma olduğu kanıtlandı. Bunların en meşhuru da "Süt ve süt ürünlerinde solitin var!" uydurmacasıdır ki, bırakın bölüm başkanlığının ve açıklamayı yapan hocanın olmamasını, kimya literatüründe "solitin" diye bir madde dahi yoktur.
E kodlarında pek çok kodu kanserojen olarak niteleyip, E 330'u en tehlikeli kod olarak tanımlayan ve Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü'nden Doç.Dr. Mustafa Türkmen imzasıyla dolaşan e-posta da bir başka şehir efsanesidir. Bu efsane üzerine üniversite tarafından üniversitede böyle bir araştırma yapılmadığı ve üniversitede çalışan ya da çalışıp ayrılmış böyle bir isme rastlanılmadığı açıklaması yapılmıştır.
Palm Yağı, kanatlılarda hormon ve (tedavi harici) antibiyotik kullanımı haberleri de almış başını gitmiştir.
(Her duyduğumuza inanmamız gerektiğini söylemiş miydik?)
Lale Yıldız'ın akademik bilgilerle dolu konuşmasının sonunda Albert Einstein'ın değerli bir sözü yansıyor perdeye:
"EVRENDE EN BÜYÜK ZİYAN, SORGULAMA YETENEĞİNİ YİTİRMİŞ BİR BEYİNDİR!"
Mesaj alınmıştır, değil mi?
Mesaj alınmıştır, değil mi?
AHMET EMİN YILMAZ / OLAY GAZETESİ
Ahmet Emin Yılmaz konuşmasına Lale Yıldız ve Güven Atasoy'a dönerek ve esprili bir hâl ile söylediği "Söylediklerinize aynen katılıyorum." sözleriyle başladı. Salonda bulunan izleyiciler arasında kadınların daha büyük çoğunlukta olduğuna, bunun da kadınların bilgiye daha açık olduğunu gösterdiğine dikkat çekti.
Bursalı olan Ahmet Emin Yılmaz çocukluk günlerinde sabahları kümesteki folluktan aldığı sıcacık yumurtaları anlatırken, gün gelip yumurtanın bakkallarda/marketlerde satılacağını kimsenin konuşmadığını söyledi. "Şimdi geldiğimiz noktada yumurtanın üzerindeki kodlardan o yumurtayı yumurtlayan tavuğu dahi tespit edebiliyoruz. Lakin tavuğun yediği yemin ne olduğunu bilmiyoruz" dedi. (Güven Atasoy, tercih edilen yeme göre tavuğun tercih edilen renkte yumurtalar yumurtladığını söylemişti.)
Süthaneden alınan yoğurtlar, tel dolaplarda saklanan gıdalar, kış boyu bozulmayan portakallar ile çocukluk günlerine giderek, o günleri bugünler ile mukayese ederek, teknoloji ilerledikçe bir şeylerin geri gittiğini dile getirdi. Oysa tam tersinin olması gerekmez miydi?
Ahmet Emin Yılmaz |
Gıda herkesin ilgi alanında ve çok zaman medya (daha çok izlenmek uğruna) "her konuda uzman" ama aslında uzman olmayan kişileri ekranlarda konuşturmakta ya da gazete sayfalarında köşeler vererek bilimsel(!) yazılar yazdırmakta bir sakınca görmüyor. Bu da halkın kafasının iyice karışmasına sebep oluyor. İtibarı olan, sözüne güvenilen gazeteler ve yazarlar önlerine gelen bir haberi teyit edip önünü ardını araştırmadan halka iletiyorlar. Habere magazinel bakarak haberi köpürten gazeteciler bu yaptıkları ile haberin gerçeğinden ve ciddiyetinden uzaklaşılmasına sebep oluyorlar.
Bu arada Akademik Odalar ve uzmanlara da seslenerek, halka daha yakın durarak uzmanlıklarınızı halkla daha sık paylaşmalısınız diyor Ahmet Emin Yılmaz.
Ve ekliyor: "Coğrafi özelliklerimizden olsa gerek, yanlış bilgi çok hızlı yayılıyor, doğrunun ise müşterisi yok."
Panel, soru-cevap ile devam edip, konuşmacılara plaket takdimi ile nihayetleniyor.
****
Sonuç itibarıyla:
Her doğal masum değil, her işlenmiş günahkâr değil.
Sigara sağlığa zararlı ama tütün ekimi ve sigara üretimi tüm dünyada yasal.
Gazlı içecekler zararlı ama film başlamadan önce neredeyse yarım saat zararlı gıda reklamı izliyoruz. Hâttâ sinemalar zararlı diye bildiğimiz yiyecek-içecekli bilet kampanyaları düzenliyorlar,
Ülkemizde at eti ya da domuz eti kesilmesi yasak değil, yasak olan bu etleri koyun-kuzu-dana eti olarak pazarlamak.
Teknoloji yönünden geliştikçe daha hastalıklı ve daha mız mız olduk.
Gıda güvenliği üzerine bu kadar çok çalışma varken nasıl oluyor da yediğimiz içtiğimiz her şeyden bu kadar endişe duyuyoruz.
Yeni nesillere etini yumurtasını yiyip sütünü içtiği hayvanları tanıtmak ve sofraya gelen gıdaların yolculuğunu anlatmak lazım.
Beslenme yoksa hayat yok.
Beslenme varsa hayat var.
Kötü beslenme varsa kalitesiz bir hayat var.
Mideniz bir çöp kutusu değil.
Hayatımız hep risk. Riski en aza indirmeyi bilmemiz gerek. Gıdada da pek çok risk var, ancak güvenli ve kontrollü şartlarda üretilmiş gıdalar insan sağlığına zarar vermiyor.
Otlu çöplü kirli gördüğünüz her ürün doğal değil.
Suyumuz, havamız, gıdamız bilirkişiler tarafından denetlensin.
Fırına vereceğimiz mercimek dahi yurt dışından geliyor. Türkiye artık bir tarım ülkesi değil, Türkiye artık tarım arazilerini imara açan bir TOKİ ülkesi.
Taş baskı diye avuç dolusu para sayarak aldığınız sızma bir zeytinyağı herhangi bir firmadan ucuza alınıp, şık bir şişeye doldurulup, üzerine yapıştırılan şık etiket ile size bir güzel "yedirilmiş" olabilir.
Cahil kurnazlığı can yakar.
Eğitimli kişi paranoyası da can yakar.
Duyduğunuz her şeye inanıp yalanı ve yanlışı kefir gibi üretmeyin.
Medya reklamla ayakta kalıyor ancak hiçbir bedel insan hayatından daha üstte değil.
Muhafazakârlığın tavan yaptığı ülkemizde kurnazlık ve dolandırıcılık da tavan yapmış durumda.
Arıya güvenmeyip balını kendi imal eden "arı gibi çalışkan ağabeylerimiz" var.
Ekmek arası köfteye 5 lira verdiğinizde, ekmeğin arasındaki köfteye benzeyen şeyin köfte olmadığını bilin.
Dışarıda yemek yiyecekseniz mutfak kısmı da "şık ve temiz" olan lokantalarda yemek yiyin.
Her ürünü mevsiminde yiyin.
"Yeterince kazancımız olsa her şeyin organiğini satın almayı biz de biliriz" demeyin, tercihlerinizi gözden geçirin.
Son kullanma tarihleri hayatımızın olmazsa olmazı.
Eve laboratuvar kurmanıza gerek yok, ambalajlanmış her üründe işletme kayıt numarası, gıda sicil numarası/çalışma izin numarası, Tarım ve Orman Bakanlığı üretim izin numarasını kontrol edin.
Ve;
Markete giderken yanınıza sadece poşet değil, yakın gözlüğünüzü de muhakkak alın...
****
Bursa Gıda Mühendisleri Odası'nı 0 224 453 47 41 numaralı telefondan arayarak merak ettiğiniz tüm konuları bizzat öğrenebilirsiniz...
Lale Yıldız'ın konuşma videosunu izlemek için tıklayınız:
Ahmet Emin Yılmaz'ın konuşma videosunu izlemek için tıklayınız:
Bu kadar verimli bir panelin ardından güzel bir fotoğrafı hak ettik doğrusu.
Canan Ekinci Yılmaz, Lale Yıldız |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder