İnsanın içinde haber alma ve haber yayma güdüsü olduğu sürece gazetecilik hiç bir şekilde engellenemez. Buradan engellersin, oradan çıkar sesi. Gider birini satın alırsın, satın alamadığın yayınlar haberi.
Gazetecinin toplum üzerindeki gücünü bilir ve gazeteciyi engellemek ile desteklemek arasında gider gelir "akıl".
"Benim istediklerimi yazarsan desteklerim, yazmazsan engellerim" der.
Doğruları araştırıp halkın önüne koyanlardan hiç hazzetmez mesela. O yüzden de önce ben bir okuyayım, izin verirsem yayınlarsın der. Yeni de değil, evvel ezel der bunu.
10 Mayıs 1876'da başlayan bir uygulama ile Osmanlı'da çıkan tüm gazeteler sansür memurlarının denetim ve kontrolünden geçtikten sonra yayınlanıyordu.
Bu uygulama İkinci Meşrutiyet'in yürürlüğe girmesi ile birlikte 24 Temmuz 1908 tarihinde sona erdi. 25 Temmuz 1908 günü yayınlanan gazeteler ve gazeteleri okuyan halk başka bir ülkeye açmışlardı gözlerini.
Bu uygulama İkinci Meşrutiyet'in yürürlüğe girmesi ile birlikte 24 Temmuz 1908 tarihinde sona erdi. 25 Temmuz 1908 günü yayınlanan gazeteler ve gazeteleri okuyan halk başka bir ülkeye açmışlardı gözlerini.
O günden bu yana jurnalcilik ve sansürleme sona erdi, gazetecilik de özgürleşti zannetmeyin.
Göz açacak kişileri ve açılmış gözleri hiç sevmez büyük ağabeyler. Kapalı olmasalar da en azından aralık dursunlar, her şeyi görmesinler isterler. İşlerine karışılsın istemezler.
Doğruları söyleyecek birilerine ihtiyaç vardır oysa.
Tebdil-i kıyafet bir halde halkın arasına karışamıyor ve halkı dinleyemiyorsan, hafiyelerine dinlettiklerini değil, bağımsız dinleyicilerin dediklerini dinleyeceksin.
Söylenenlerin arasında özellikle de "işine gelmeyenlere" dikkat kesileceksin.
Kesileceksin ki nerede durduğunu bilesin...
****
Heyhat;
Bugün yine aynı yerdeyiz.
Bugün yine aynı yerdeyiz.
Yıllar öncesi konuştukları için öldürülen onlarca gazeteci bir yana (ki bugün onların ne kadar doğru konuştuklarını daha iyi anlıyoruz); kimisi gazetecilik vasıflarını kaybetmiş, kimisi sapına kadar gazeteci, kimisi satılmış, kimisi satın alınamamış gazetecilerle dolu hapishaneler. (BİA Medya Gözlem Raporuna göre 2017'nin ilk üç ayında 118 gazeteci hapiste.)
BaĞzıları ise yeni duruma göre hemen pozisyon almışlar ve ekranlarda yeni kimlikleriyle program yapmaya devam ediyorlar. Halkın gözünde itibarları sıfırdan eksiye düşmüş, kimin umurunda...
Eskiden kendi taraflarına çekemedikleri için tehlikeli buldukları gazetecileri "Ya ölüsün, ya diri!" deyip öldürürlerdi. Öldürdükleri isimlerin efsaneleştiğini gördüklerinden beri ise itibarsızlaştırmayı hedefler oldular.
Gazetecilikte belirleyici olan sadece bir tane kural var şimdi;
"Ya benden yanasın, ya da düşman!"
Açılımı:
"Ya toksun, ya aç!"
Medya patronlarını bilemem.
Ya medya çalışanları ne sizden ne de düşmanınızdan yanaysa ve sadece ama sadece "adalet ve liyakat" arıyorlarsa.
İşlerini yaparken de HÜR olmak istiyorlarsa.
O zaman soralım:
Basının HÜR olabilmesi için daha kaç Meşrutiyet ilan edilmeli acaba?
****
İnternet gazeteciliği bir yandan, Blogger'lar bir yandan, yurttaş gazeteciliği bir yandan basında oluşan bu boşluğu ellerinden geldiğince dolduruyorlar şimdi. Doldururken de zaman zaman dozu aşırıp bilgi kirliliğine neden oluyorlar.
Onlardan dahi korkuluyor ve sosyal medya yasaklanıyor, internet kısıtlanıyor, yollar daraltılıyor, lakin bu akış bir türlü durdurulamıyor.
Bilinmez mi geçiş yolları daraldığı kadar taşkın akar minicik dereler.
Düzlüklerde ise sakin ve aheste salınır o koskoca nehirler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder