19 Mayıs 1919 tarihinin belleğinde yer etmediği kimse var mıdır?
19 Mayıs, Samsun, Mustafa Kemal, Karadeniz’in hırçın dalgaları ve Bandırma vapuru…
Mustafa Kemal 16 Mayıs’ta Bandırma vapuruyla İstanbul’dan Samsun’a hareket etmiş, 19 Mayıs’ta da Samsun’a çıkarak Kurtuluş Savaşı’nı başlatmıştı. Cumhuriyet’in ilanından sonra da bu tarihte kutlanmak üzere gençlere bir bayram armağan etmişti.
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı...
12 Eylül darbesinden sonra değiştirilen adı ile, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı...
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı...
12 Eylül darbesinden sonra değiştirilen adı ile, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı...
Atatürk çocukların neşesine ve masumiyetine ne kadar hayransa, gençlerin de dinamik, açık fikirli, sağlıklı ve kültürlü olmasına o kadar özenliydi.
Sağlam bir kafanın sağlam bir vücutta olacağına olan inancıyla olsa gerek gençleri spora özendirmek için böyle bir bayram kararı verdi belki de. Gençlerin spor yapmalarını teşvik ederken, bir yandan da sporcunun zeki, çevik ve ahlâklısını severim diyerek beden terbiyesi kadar ruh terbiyesinin de önemine dikkat çekti.
Her 19 Mayıs’ta gençler hazırladıkları gösterilerle gelecekte yurdun ve Cumhuriyetin bekçileri olabileceklerini kanıtlamaya çalıştılar.
O gençlik dönemlerimizde 19 Mayıs gösterileri hazırlıkları biz öğrenciler için biraz derslerden kaytarma, biraz güneşin alnında yanma ve hareketlerin zorluğundan dolayı bolca şikayet konusu olurdu. Hareketlerin sırasını kaçırmamak için hepsini iyice ezberleme, uyum sağlayabilmek için gayret gösterme, görevini tamamlayınca da bir rahatlama.
Prova çalışmalarının her zaman güneşin kızgın sıcaklığının altında olduğunu, gösteri günü geldiğindeyse havanın serin ve yağışlı olup törenin bir sonraki haftaya ertelendiğini de unutmayalım.
Renk renk kıyafetler, cıvıl cıvıl gencecik bir kitle, bir telaşe, bir heyecan. Gösterilerin bitimindeyse bando takımının marşları eşliğinde yapılan resm-i geçit ve dağılma...
Aslında o koşturmacalar içinde toplulukla uyumlu hareket etmeyi öğrenmişiz farkında olmadan. Bir bütünün parçaları olmayı, aidiyeti ve sorumluluğu öğrenmişiz. O yaşlarda bize anlamsız ve gereksiz gelen her şeyin esasen bizi geleceğe taşıyan küçük dokunuşlar olduğunu, bunun farkında olan öğretmenlerimizin gayretleriyle nakış işler gibi işlendiğimizi daha sonraları idrak etmişiz.
Atatürk; gencin yetişkin bir birey olarak saygı görmesini, kendi ayaklarının üzerinde durarak güçlü olmasını ve ülkesini ayaklar altına aldırmamasını istemiş sadece. Bu anlayışla yetişmiş gençlere emanet etmek istemiş bu gencecik Cumhuriyeti.
‘Gençler! Cumhuriyeti biz kurduk, sizler yaşatacaksınız!’ demesi de emaneti teslim alacak gençliğe verilmiş bir vazife değil midir?
‘Gençler! Cumhuriyeti biz kurduk, sizler yaşatacaksınız!’ demesi de emaneti teslim alacak gençliğe verilmiş bir vazife değil midir?
Cumhuriyet’in bu anlayışıyla yetişmiş kadınlarından birisi olan Türkan Saylan’ın vefat tarihinin 19 Mayıs'ın bir gün öncesine isabet etmesi ilahî bir rastlantı mıdır bilmem.
Eline aldığı öncü kuvvet bayrağını sonsuz bir azim ve şevkle taşıyan, gittiği her yeri taşıdığı bilgi meşalesinin ışığıyla aydınlatan Türkan Saylan’a gıpta etmemek mümkün değil.
Türkan Saylan Atatürk’ün hayalini kurduğu o ‘GENÇ’lerden birisiydi işte. Kendisi gibi gençler yetiştirebilmek için insanüstü bir gayret sarf eden Saylan’ın son günlerinde vatan haini ilan edilmesiyse Atatürk’e ve ideallerine yapılmış elim bir saldırıdan başka bir şey olamaz.
Türkan Saylan Atatürk’ün hayalini kurduğu o ‘GENÇ’lerden birisiydi işte. Kendisi gibi gençler yetiştirebilmek için insanüstü bir gayret sarf eden Saylan’ın son günlerinde vatan haini ilan edilmesiyse Atatürk’e ve ideallerine yapılmış elim bir saldırıdan başka bir şey olamaz.
Vatanseverlik ruhunu iliklerine kadar hisseden genç insanların yurdun dört bir yanına dağılarak kendi dallarında birer nefer gibi çalışmalarıyla ülke ilk yıllarında kendisinden beklenmeyen bir yükselişe geçmişti. Daha sonraysa o ruha sahip kişilerin azalması ya da azaltılması ile ilerleme yavaşlamaya başladı.
Şimdilerdeyse sanki Osmanlı Devleti’ni tek başına yıkan Atatürk imiş gibi bir izlenim yaratılmaya çalışılıyor. Yabancı devletlerin Osmanlı için ‘hasta adam’ dediği unutulmuş, masa başlarında yapılan paylaşımlarla Osmanlı’nın paramparça edilişi unutulmuş, bütün bunlar unutulmuş ve sanki her şey mükemmelmiş de Mustafa Kemâl gelip düzen bozmuş gibi bir izlenim yaratılmaya çalışılıyor.
Ki o Mustafa Kemâl birçok cephede devletine zaferler kazandırmış, devleti için Çanakkale’de askerlerine ölmelerini emretmiş bir Osmanlı Devleti askeri değil miydi? Kendisinin kazandırdığı zaferlerin devletini kurtarmaya yetmediğini gördüğündeyse ülkesi ve milleti için devletinin karşısında durarak "isyankâr bir asi" olmayı göze almış, kendisini bile bile ateşlere atmamış mıydı? Ve bu sayede ülkeyi içinde yaşayanlarına kazandırmış ve onlara teslim etmişti. Halkın kimsenin boyunduruğunda yaşamaması için mücadele vermişti. Yani anlamadığınız için sevmediğiniz o Atatürk bize, yurdumuzda özgürce yaşayabilme hakkını vermişti.
Ki o Mustafa Kemâl birçok cephede devletine zaferler kazandırmış, devleti için Çanakkale’de askerlerine ölmelerini emretmiş bir Osmanlı Devleti askeri değil miydi? Kendisinin kazandırdığı zaferlerin devletini kurtarmaya yetmediğini gördüğündeyse ülkesi ve milleti için devletinin karşısında durarak "isyankâr bir asi" olmayı göze almış, kendisini bile bile ateşlere atmamış mıydı? Ve bu sayede ülkeyi içinde yaşayanlarına kazandırmış ve onlara teslim etmişti. Halkın kimsenin boyunduruğunda yaşamaması için mücadele vermişti. Yani anlamadığınız için sevmediğiniz o Atatürk bize, yurdumuzda özgürce yaşayabilme hakkını vermişti.
O zaman bir kez daha sindire sindire Atatürk’ün Gençliğe Seslenişini okuyalım:
"Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder