Televizyon denen icatla ilk tanıştığımız yıllar. 70'ler...
Televizyonu olan evlerin hıncahınç misafirlerle dolduğu, ev sahibesine dahi oturacak yerin kalmadığı o meşhur ‘telesafir' geceleri.
Televizyondaki dizilerle birlikte ‘dizi' diye bir kelimenin doğuşu.
O zamana kadar dizi niyetine radyoda dinlediğimiz Arkası Yarın programının televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte eski önemini kaybedişi. Ki biz o programı dinlerken duyduğumuz bütün konuşmalarla ve efektlerle hikâyeyle ilgili bütün görüntüler zihnimizde canlanır, adeta bir filme dönüşürdü. Herkesin filmi de kendine özeldi.
Çarşamba günleri sinemada üç film birden izleyebilen bir ırkın ahfadı olan bizlerin, televizyonun evlerimize girmesiyle birlikte onun karşısına çakılıp kalmamız, ona bu kadar müptela olmamız pek de anormal sayılmazdı. Açılışından kapanışına kadar, hattâ arada sırada oluşan elde olmayan teknik arızalarda ekrana sürülen meşhur ‘Necefli Maşrapa' görüntüsüne kadar her şeyi gözümüzü kırpmadan seyredişimizi düşünüyorum da; o zamanlarda seyredilmeye değer esas görüntü bizim o şaşkın hallerimizmiş diyorum.
Kaçak, Bonanza, Küçük Ev, Zengin ve Yoksul, Dallas, Kökler, Aşağıdakiler Yukarıdakiler, Dük Caddesi Düşesi, Lavern&Shirley, Taksi, Kaynanalar, Aşk-ı Memnu ve sayamayacağım kadar çok diziler bizim ilk gençlik yıllarımıza imzalarını atıp geçtiler.
Tabii bu arada ders notlarının tepetaklak oluşu, daha önceleri karnelerde hiç görülmeyen kırıkların oluşmaya başlaması da kaçınılmazdı. Sonra bu delicesine televizyon izleme durumuna alışıldı, kanıksandı ve nihayet her şey eski düzenine girdi.
Bir ara Güney Amerika dizilerinin işin içine girmesiyle bu durum öyle hale geldi ki, insanlar o dizileri izlerken evleri soyuldu ve fark etmediler. Şaka gibi ama gerçek. Bu da oldu..
İzleyenler bilir; Marianna için, Köle Isaura için, Kunta Kinte için az gözyaşları dökülmedi o ekranlar karşısında...
Televizyonlarda sayamayacağımız kadar çok kanal ve dolayısıyla bir o kadar da çok program var. Bazen yarışma programları furyası oluyor, bazen eğlence programları, çok zaman da diziler...
Son senelerde yerli diziler televizyon programlarının baş tacı durumundalar. Bizler gecede iki dizi üst üste izliyoruz bıkmadan usanmadan. Yetmiyor tekrarlarını izliyoruz, yetmiyor özetlerini izliyoruz, yetmiyor özel bölümlerini izliyoruz..
Artık evlerde televizyonlar çifter çifter, herkes kendi odasında kendi istediği programı izlemekte. Erkekler kadınların dizi merakını anlamıyor, kadınlar da erkeklerin oynanıp bitmiş bir maçın ardından sabahlara kadar pozisyon tartışmaları yapılan programları nasıl olup da bıkmadan usanmadan izleyebildiklerini.
Bu arada diziler için farklı farklı yorumlar yapılıyor. Beğenenler var beğenmeyenler var.
Pek çok kişi dizilerden şikayet ediyor, beğenmezlik ediyor, dudak büküyor. Bir yandan da bütün dizilerde geçen hikayelerden, hâttâ dizi karakterlerinin özel hayatlarından dahi haberleri var. İstemem ama yan cebime sanki biraz.
Bir dizi için ahlâk bozguncusu deniyor, bir bakıyorsunuz ki izlenme rekorlarını kıran o dizi. Bir diğeri için insanları kabadayılığa özendiriyor deniyor, o da aynı şekilde sıralamalarda hep üst sıralarda. Hele de en çok ağlatan dizi, bu listedeki en makbûl dizi oluyor.
Bir yandan acımasızca eleştiriliyorlar, bir yandan da en çok onlar izleniyorlar. Tam bir çelişki.
Genelde taammüden yapılan kötülüklerin baskın olduğu kâh sinir bozucu, kâh üzücü bu hikâyeleri izlerken içimizde sıkışıp kalmış alt benlikler mi can buluyor, hata yapmamak adına içimizde engellediğimiz her şeyi pervasızca gerçekleştiren bu karakterler bizim eksik parçalarımızı mı tamamlıyor, toplum baskısı, kanun korkusu, cennet-cehennem derken kendimize yasakladığımız iyi-kötü ne varsa dizilerle birlikte bizim içimizde de mi yaşanıyor? Hangisi?
Dizi başladığı anda hikâyenin içine çekilip aynı hayatı sen de onlarla birlikte yaşamaya başlıyorsun. Onlara ağlarken kendi hayatındaki ağlanacak durumlar geliyor belki aklına. Güçlü görünmek adına ya da susturulmuşluğundan dolayı beyninin en derinlerine gömdüğün her ne varsa koşup geliyorlar sıra sıra. Belki bir rahatlama, belki daha da büyük bir bunalma yaratıyor bu durum. Her ne yaratıyorsa yaratsın, sen bu durumdan vazgeçemiyorsun.
Ya da gülüyorsun delice. Yapmak isteyip de yapamadığın bütün çılgınlıkları, en absürt konuşmaları onlar yapıyorlar. Saçmalıyorlar, zırvalıyorlar, yer yer hicvediyorlar, düşündürüyorlar, düşüyorlar, kalkıyorlar, seni güldürüyorlar. Mutlu ediyorlar. Ağlatmaktan çok daha zor bir işi beceriyorlar üstelik..
İnsan bir hikâyede eğer kendisinden bir şeyler buluyorsa daha bir ilgiyle izliyor olmalı.
Bir kitabı okuduğumuzda ya da bir filmi izlediğimizde bütün diyalogları, bütün sahneleri, bütün cümleleri tek tek hatırlayamayız. Unuturuz.
Sadece içimizde tarifsiz bir ŞEY kalır.
İşte bu dizileri izleyince içinizde o ŞEY kalıyorsa izlemeye devam edin...
Yok kalmıyorsa;
Buyrun, kumanda sizde!
Dizi dizi diziler / 7 Ocak 2011
Şimdi reklamlar / 24 Mayıs 2011
Televizyon dediğin dizisiz olmaz / 9 Eylül 2011
Osmanlı İmparatorluğu, Sezon II / 23 Şubat 2012
Zam-bak Zum-bak! / 24 Ocak 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder