İlişki henüz çoğul hale gelmemişken, analar-babalar ve akraba-i tarikat her kim varsa hiçbirisi henüz işin içine girmemişken, yani o ilişki henüz iki kişilik iken ne güzeldir değil mi?
Heyecanı, hevesi, arzusu her şeyi tam tadındadır.
Bu tat tadından yenmez hale gelince hadi evlenelim de bu ilişkiyi kalabalıklaştıralım basamağına geçilir.
Sözdü, nişandı derken ilişki gittikçe kalabalıklaşmaya başlar. Kayınvalideler, kayınpederler, görümceler, baldızlar, kayınçolar, bacanaklar, eltiler, yengeler, dayılar, amcalar uzaktan yakından bütün hısım akrabalar doluşur iki kişinin çevresine.
Soyut kavramlar gittikçe somut hale dönüşmeye başlar.
Gelinlik seçiminden ayakkabı çantaya, hangi takı takılacağından evin perdesine lambasına, halısından koltuğuna, velhasıl elle tutulup gözle görülebilen her şeye herkes müdahil olmaya başlar.
Birbirleriyle evlenmeye karar veren çocuklar bu karmaşa üzerine evlilik kararlarını sorgulamaya ve hâttâ kararlarından caymaya meylederler. Konuşulanlar çiftin arasında tatsızlıklara neden olmaya başlamıştır sonunda.
Kız tarafı bir yandan çekiştirir ikisini, erkek tarafı bir yandan. Kısacası aileler tarafından -güç bende- tavırları sergilenmektedir.
O anlarda sittin sene sürecek kırgınlıkların ilk temelleri atılıyordur aslında.
Ve temel atma törenine herkes davetlidir...
Evlenince her şey biter mi sandınız?
Durun, daha bunun ikinci ayağı var, üçüncü ayağı var.
Bu badireleri atlatıp evlenebilen çift ailelerine bebek müjdesi verdiğinde tekrar alevlenir herşey. Doğum sonrası eve doluşan kız tarafı ve erkek tarafı bitmek bilmez savaşlarını sürdürmeye canla başla devam ederler.
Bebeğin kime benzediği dahi tartışma konusudur.
Hamilelik boyunca ve ardından lohusalık sebebiyle alt üst olan hormonları yüzünden yeni anne zaten darmadağındır. Neyi nasıl yapması gerektiğini öğretecek olanlar da kendi dertlerine düşmüş didişip duruyorlardır. Lohusalık dönemi sona erip de herkes evine dönene kadar kâh sıcak, kâh soğuk savaşlar sürer gider.
****
Bu anlattıklarımı bugünlerde Cem Yılmaz ve eşi herkesin gözleri önünde yaşıyorlar.
Yılmaz'ın kayınpederinin sitem dolu sözlerini görüyoruz basında. Kız tarafı olarak ezildiğini, torununun olduğundan bihaber olduğunu, bu yüzden de torununu görmeye gitmeyeceğini söylüyor. Bu sözlerinde kendisini haklı dahi görsem, Ahu Hanım'ın bebeğin doğumunu ailesine niçin haber vermediği sorusu takılıyor aklıma...
Eminim ki Kemal büyüyene kadar sular durulur. Her şey güllük gülistan olur, hâttâ hiç yaşanmamış gibi olur.
Lâkin söz uçar yazı kalır ve o yazılar yıllar ve yıllar sonrasına dahi ulaşır.
O yüzden aile içi karmaşaların aile içinde kalması belki daha doğrudur...
****
Onları bir tarafa bırakırsak;
Yeni bir hayat kurmaya çalışan insanların acemiliklerinde onlara köstek olmak yerine destek olmak gerekir diyorum.
Nihayetinde şu yaşında her şeyi mükemmel bildiğini ve mükemmel yaptığını zanneden insanlar da bu yollardan geçmişlerdir.
Lâkin insan hafızası unutmaya meyilli. Yoksa niye sanki böyle doğmuş, sanki hep böyle olmuş gibi davransın değil mi?
Ellere karışmak zordur denir ya hani, ellere karışmanın en büyük zorluğu da diline hakim olmak olsa gerek.
Büyük ve deneyimli kişiler olarak akıldan her geçenin dile dökülmemesi, dökülecekse de adabıyla dökülmesi gerektiğini artık öğrenmiş olmalı insan.
Bir sözü söylemenin bin hali vardır. İçlerinde en kırıcı ve en hakaret edici olan hal seçilirse ardından sevgi ve saygı beklemek nafile olur.
Ben'ce; saygıyı hak etmek için önce saygın olmak lâzım...
****
Bu arada; nişandı, düğündü, doğumdu derken süregelen kız tarafı - erkek tarafı savaşları bir gün gelir biter mi dersiniz?
Hiç heveslenmeyin,
O savaşlar cenazelerde dahi ilk günkü aleviyle devam eder.
Sonra; yorgan gider, kavga biter...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder