Çocukluğumda bir dergide Dostoyevski'nin Cürüm ve Ceza (Suç ve Ceza) romanının çizgilerle canlandırılmış halini okumuştum.
Resimlere bakarken ve konuşma baloncuklarını okurken içimin nasıl ürperdiğini hâlâ hatırlarım.
Suç işlemek, saklanmak, kaçmak, sürekli yakalanma korkusu içinde yaşamak dayanılmaz bir şey olmalıydı.
Okumamış olanlar için romandan kısaca bahsedeyim:
Fakir bir genç olan Raskolnikov, başarılı olmasına rağmen hukuk fakültesini maddi sebeplerden ötürü yarıda bırakmak zorunda kalmıştır. Para; parayla neler yapılabileceğini bilmeyen ve insanları sömürerek yaşayan aşağılık insanların elinde iken, toplumun gelişmesine büyük katkılar sağlayabilecek kişilerin para sıkıntısı çekmesinin yanlış bir düşünce olduğunu düşünmektedir. Bu yanlışlığı düzeltmek üzere önce yaşlı ve zengin bir tefeci kadını, daha sonra da -arkasında görgü tanığı bırakmamak için- olaya şahit olan kadının kız kardeşini öldürür. Kimsenin kendisini görmediğini ve geride bir iz bırakmadığını bildiği halde, Raskolnikov müthiş bir tedirginlik içine düşer. Artık insanlığını ve masumiyetini yitirmiştir.
Suçluluk psikolojisiyle hiçbir şeyden haberi olmayan ailesinin yanından ayrılır. Daha sonra aşık olduğu temiz kalpli Sonya'ya suçunu itiraf eden Raskolnikov, polise teslim olur ve cezasını çekmek üzere Sibirya'ya gider.
Romandaki ana düşünce, "yapılan kötülüğün cezası mutlaka çekilir" esasına dayanmaktadır.
Romanın kahramanı Rodion Raskolnikov yoksul bir öğrencidir, gururlu ve ihtiraslıdır. Üstün zekasından ötürü duyduğu gururla suç işler. Sonunda kendisine bağlı bir kadının aşkı ile doğru yolu bulur.
Herkes bir gün...
Suç işlemek için illa ki eğitimsiz ya da diplomasız, yoksul ya da muhtaç olmak gerekmiyor.
Herhangi birisi, hiç beklemediği bir anda, hiç düşünmediği halde, aniden bir suça karışabiliyor.
Ya da suç işlemeyi sıradan bir davranış görüp, hayatını sürekli ve düzenli suç işleyerek geçirebiliyor.
Suçu işleyen bazen cezasını çekiyor, bazen de arada kaynayıp gidiyor.
Raskolnikov gibi vicdanının sesine kulak verenler yok artık. Hatta galiba artık vicdan diye birşey de yok.
Ne iç ses, ne dış ses. Ne sağdaki melek, ne soldaki melek.
Sanki hepsi birden işi bırakmış. Hepsi çekip gitmiş.
Onlar gidince de insanlık başıboş kalmış, zıvanadan çıkmış.
****
Son günlerde üst üste yaşanan çocuk cinayetlerinden sonra insanlar bunları yapanları elleriyle parçalamak ister hale geldi.
Sabır bitti, anlayış tükendi.
Dişe diş, kana kan, hatta idamsa idam...
Şiddetten uzak anlayışımız bile bize bunu söylüyor.
Çok zaman söylemekle kalmıyor, hesabı da kapatıyor.
Bu tür yüz kızartıcı suç işleyenlerin cezası genelde hapishanede diğer mahkûmlar tarafından kesiliyor.
Onlara göre 'suç'un bile bir namusu var...
Brezilya'da 1 yaşındaki üvey oğluna tecavüz edip öldürmekten tutuklanan adam, hapishanedeki diğer mahkûmların 'adalet' anlayışlarının kurbanı olmuş mesela. Jiu Jitsu hocası olduğu bildirilen Daryell Dickson Meneses Xavier, hapiste 20 mahkûmun tecavüzüne uğramış. İşkence de gören Brezilyalının, vücudunun hemen her yerinde yaralar oluşmuş. Bu olay ülkede tartışılırken; halk, adamın hak ettiği asıl cezayı bu yolla bulduğu görüşünde.
****
Maalesef ki toplumun yargıya olan inancı kayboldukça kişilerin cezayı bizzat verme arzusu daha şiddetleniyor.
Hani bulsalar paramparça edecekler. Linç nasıl olurmuş tüm dünyaya gösterecekler.
Suçlu gözlerinin önünde idam edilsin, o minicik bedenin çektiği acının kat be katını çeksin ve böylece de bir nebze olsun acılı yüreklere su serpilsin istiyorlar delice.
Bu da yaşanan acıyla çoğalan ve karşı tarafa yaşatılan bir vahşet.
Adalete olan inançsızlık ve cezayı anında kesme arzusu zaman zaman tehlikeli boyutlara ulaşabiliyor.
Kafasını kızdıranı öldürmek için kendince haklı bahaneler yaratabiliyor insan.
Ne hak, ne hukuk, ne yasa dinliyor.
Ve böyle düşününce "kendisi de" cezalandırdıklarından farklı olmuyor.
Anneden ders gibi ceza
Okuduğumda etkilendiğim haberlerden birisinde, İran'da yedi yıl önce 18 yaşındayken bıçaklanarak öldürülen Abdullah Hüseyinzade'nin annesi, oğlunun katilini idam sehpasında son dakikada affediyor ve onu tek bir tokatla cezalandırıyordu.
İdamdan ağırdır o annenin tokadı diye düşünmüştüm haberi okuduğumda.
Hani öldürse daha iyi...
O anne ceza kesilip de uygulanana kadar geçen yedi yılda kim bilir kaç kez öldü öldü dirildi de katilin ölüp ölmemesinden 'geçti'.
İlk anlarda evladının katilinin aynı acıları çekerek yok olmasını istedi elbet. Sonraysa acısı içine çöktü.
Artık onun için evladının ölmüş olmasıydı mesele.
Öldürenin ölüp ölmemesi değil.
Benim evladım gittikten sonra...
Lakin işkenceyi, tacizi ve cinayet işlemeyi işten bile saymayan, suç makinesi haline gelmiş, ne vicdan, ne ahlâk ve ne de korku bilen kişiler topluma sorumsuzca salınmamalı.
'Cezasını çekti, her şey bitti' sanılmamalı.
Dışarıya çıktığı anda daha beterini yapacağı unutulmamalı.
Suçlu, cezasını çekerken bir yandan da olabildiğince tedavi olmalı.
Cezalar da caydırıcı bir şekilde arttırılıp, uygulanması da zamana yayılmamalı.
Malum, geç gelen adalet, adalet değildir...
2 Mayıs 2014 / C.E.Y.
Kadına Şiddet ve Kadın Cinayetleri Yazılarım
Nerde kalmıştık? / 4 Ocak 2011
Öyle bir ceza ki! / 1 Şubat 2011
Diğerleri’nin meraklıları / 8 Şubat 2011
Aşkım için yaptım Hakim Bey! / 18 Şubat 2011
Bugün kutlayacaksınız, ya yarın? / 8 Mart 2011
Meclis’te Kadın Olmak / 19 Nisan 2011
At — Avrat — Silah / 27 Mayıs 2011
Katil Kadınlar / 28 Haziran 2011
Şafak’ın Eteği / 5 Temmuz 2011
8 bin 372 / 12 Temmuz 2011
Taammüden / 26 Temmuz 2011
Gitmek mi zor, kalmak mı? / 6 Eylül 2011
İsyan bu, haykırış… / 16 Eylül 2011
O kadın bir kez de o manşette öldürüldü / 11 Ekim 2011
Suçlu, ayağa kalk! / 3 Kasım 2011
Tecavüzcüden koca olur mu? / 4 Kasım 2011
Son karar: Kendi rızası ile! / 18 Kasım 2011
Aklından bile geçirme! / 29 Aralık 2011
Hırsızın hiç mi suçu yok! / 2 Şubat 2012
Şiddete şiddetle karşıyım! / 18 Şubat 2012
Benden artık bu kadar… / 3 Mart 2012
Siz hiç dayak yediniz mi? / 24 Mayıs 2012
Şeytan da bir Melek ise… / 15 Haziran 2012
Tabancamın sapinu gülle donatacağum / 3 Aralık 2012
Toplumsal Cinsiyet Bilinci / 8 Aralık 2012
Onlar, toplu tecavüzcüler / 15 Aralık 2012
Anlayan anladı Bakan Bey, anlayan anladı! / 15 Nisan 2013
Kan Kırmızı, Ruj Beyaz / 30 Nisan 2013
Eline, beline, en çok da diline… / 13 Temmuz 2013
Göbek değil, bebek bebek! / 25 Temmuz 2013
4 parmakla değil, 5 parmakla STOP! / 22 Ağustos 2013
Kanla yıkanınca temizlenen namusumuz var bizim / 15 Eylül 2013
Ajda’yı sahneden kovan paralı adam… / 16 Eylül 2013
Anne 9 günlük tatilde, 2 aylık bebek evde! / 21 Ekim 2013
Şeytan bu işin neresinde? / 5 Kasım 2013
Allah da sizi güldürsün e mi! / 23 Ocak 2014
Bu kadar günahın vebali öte tarafta mı ödenecek? / 7 Mart 2014
Bu kez neyi kutluyoruz? / 8 Mart 2014
Kıyım kıyım kıyıyorlar hiç acımadan / 18 Nisan 2014
Anlaman için her gün sana ‘çüş’ mü dememiz gerek? / 23 Nisan 2014
Dişe diş, kana kan, hattâ idamsa idam! / 2 Mayıs 2014
Bırakınız gülelim, bırakınız sevelim / 1 Ağustos 2014
Susturamadığından korkar insan / 23 Ağustos 2014
Sen kimsin be adam! / 22 Eylül 2014
Duvağın altındasın, SOBE! / 14 Ekim 2014
Gelenekler binlerce olsa da gerçek tektir! / 15 Ekim 2014
Dünya’nın derdi ‘KADIN’ olmuş / 26 Kasım 2014
Her şeyin müsebbibi kadın! / 10 Aralık 2014
O kadınlar hep Anan, Bacın, Avradın! / 7 Ocak 2015
Bir 14 Şubat’a daha ulaştık sürünerek / 14 Şubat 2015
Soysuzun soyu kurusun, çoğalmasın / 15 Şubat 2015,
Artık utanan taraf kadın olmayacak! / 16 Şubat 2015
Kadın Doğdum Ben / 10 Mart 2015
Savaşın öteki yüzü… / 11 Mart 2015
Biz mi gidelim, siz mi gidersiniz? / 7 Mayıs 2015
‘Topuklularımı hiç çıkartmadım’ / 15 Mayıs 2015
Hoşgörüsüzleri hoş görmüyorum / 29 Mayıs 2015
“Oraya geri dönemem!” / 3 Haziran 2015
Bir insan olarak sus! / 1 Ağustos 2015
Sizin olsun bu dünya / 7 Kasım 2015
Bitmeyen savaş yapmışlar / 13 Aralık 2015
Çocuklar İYİYMİŞ! / 26 Aralık 2015
Hodri Meydan / 4 Ocak 2016
Namussuz! / 26 Ocak 2016
Beleşçisin arkadaş! / 29 Ocak 2016
Bu kadar günahın vebali kimin boynunadır? / 30 Ocak 2016
Benimle Dans Eder Misin? / 1 Şubat 2016
Kadın yiyen canavar / 24 Şubat 2016
Katil oldum ben… / 10 Mart 2016
“İffetli kadın olmak istemiyoruz!” / 16 Mart 2016
Zevk alıyor muyuz? / 31 Mart 2016
Çocuk sayını söyle bana porsiyonunu söyleyeyim sana / 6 Haziran 2016
Neye güldün arkadaş? / 28 Ekim 2016
Hesapta biz de varız! / 5 Aralık 2016
Ben erkek olsaydım / 9 Aralık 2016
Buz yanığı yürekler / 30 Aralık 2016
Eşitlik Berekettir / 7 Mart 2017
Seçmece bunlar! / 22 Eylül 2017
Bir kızım olsaydı eğer / 11 Ekim 2017
Ne nikâh bağlar bizi, ne mahkeme ayırır / 18 Ekim 2017
Yazık, çok yazık… / 15 Aralık 2017
Şeytan üflemekle kalmamış / 26 Aralık 2017
İzin verme, BEKLET! / 4 Ocak 2018
Fırsatçı yağmacılar / 9 Ocak 2018
Cennet-i âlâ / 18 Ocak 2018
Son Perde inmeden / 29 Ocak 2018
Tüyden Elbiseli Kadınlar / 25 Şubat 2018
Koş koş, asansörcü ağabeyi getir! / 28 Şubat 2018
Umutsuz değil, Umut Dolu Kadınlar / 6 Mart 2018
Hiç yaşamamışlar gibi, hiç ölmemişler gibi / 17 Nisan 2018
10 güncelleme onay gerektiriyor / 11 Mart 2018
Kadının Peşinde Şiir / 16 Mart 2018
Sahnedeyiz, İnmeyiz / 27 Mart 2018
Büyük Gözler Bizi İzler / 22 Ağustos 2018
Kaç Çocuk Yedin? 2 Temmuz 2018
Kadın, Şiddet, Medya ve dahası / 30 Ekim 2018
Çocukları kanatmayın / 20 Kasım 2018
Perperişan! / 4 Ocak 2019
Kadınlar Burada, Erkekler Nerede? / 3 Mart 2019
Türk Kadınının Savaşı Başka / 19 Mart 2019
Yasalarımız Var, Evet! / 25 Mart 2019
Kırmızı Başlıklı Kız da Değişti / 25 Haziran 2019
Sistem Hata Veriyor / 2 Temmuz 2019
Tekdîri geçelim, tokmağa gelelim! / 23 Ağustos 2019
Ben Kendimi Anlayamıyorum! / 5 Aralık 2019
Yapabilirim, Yapabilirsin, Yapabiliriz / 12 Aralık 2019
Kapı / 20 Aralık 2019
Şiirin Peşinde Kadın / 9 Mart 2020
Cinsiyetçi Dilden Yılanlar! / 15 Haziran 2020
Trafikte Kadın Olmak / 14 Ağustos 2020
Madalyonun Üç Yüzü / 23 Kasım 2020
Kadının Adı Mezar Taşında / 30 Aralık 2020
Katil Kadınlar / 9 Ocak 2021
Baldan Tatlı Zehirli Öfke! / 7 Mart 2021
Kraliçe olmak mı, ASLA! / 11 Mart 2021
Kadına Şiddet Haberlerinde Medyanın Sorumluluğu / 26 Kasım 2021
Zamansız Kadın Anadolu / 20 Mayıs 2022
Bursa’nın Zamansız Kadınları / 2 Mart 2024