28 Nisan 2019 Pazar

Göbeklitepe'den Aktopraklık Höyüğü'ne

Ömer Hayyam'ın başını göğe kaldırıp da "Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye?" diye sorduğu ve "Kimse bilmez" diye cevapladığı tarihler, Alparslan'ın Anadolu'ya giriş yaptığı tarihlere rastlıyordu ihtimal. 1071'den yıllar ve yıllar sonra Mehmet Güreli bu sözleri alıp bestelediğinde kimileri "kimse bilmez" nakaratını söylerken kendi derdine yanıyor, kimileri yine en çok merak edilen o soruya cevap arıyordu:
"Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye?" 
Ah, bilmem...
Enuma Eliş der ki:
"Yükseklerdeki gök henüz isimlendirilmemişken, 
Ve aşağıda sağlam zemin çağrılmamışken,
Tatlı sular, tuzlu sular ve ilksel var olanlar ile ilksel doğanlar henüz dünya yüzünde yok iken,
Ve göksel gürültüler dört bir yanı titretiyor iken,
Marduk Tiamat'ı ikiye böldü ve dünya yeri ile dünya göğünü yarattı."

Oradan Beyt Nahrin'e, yani Mezopotamya'ya gelir ve Bereketli Hilâl'in kutsal topraklarına şöyle bir bakarsak, insanlığın (şimdilik) en eski zamanlarını görürüz. 

Tarihin Sıfır Noktası
1995 yılında arkeolog Prof. Klaus Schmidt tarafından Alman Arkeoloji Enstitüsü desteğiyle başlayan kazılar sonucu ortaya çıkan ve 2018 yılında UNESCO Dünya Miras Lisesi'ne alınan Göbeklitepe için "Tarihin Sıfır Noktası" derler. Avcı toplayıcı düzenden yerleşik düzene geçiş ve yerleşik düzenin en belirleyici özelliği olan tarım için "Tarım mı dini doğurmuştur, din mi tarımı?" sorusunun cevabını "İbadet tarımı doğurmuştur" olarak verirler. 
Topluluklar ibadet için bir araya gelerek uzun süre bir arada kaldıklarında beslenme sorunu ortaya çıkmış olmalı.

Şimdilik En Eski O
Avlanacak hayvanların ve toplanacak otların peşinde oradan oraya sürüklendikten sonra tarım ve hayvancılık yapmayı keşfettiler, toprağa kök saldıkça toprağa daha bağlandılar ve daha sosyal bir hayat yaşamaya başladılar, sonra da inanç ve ibadet ihtiyacı doğdu diye biliniyordu oysa değil mi?
Dünya tarihini alt üst ederek tarihi 12 bin sene öncesine taşıyan Göbeklitepe, bu değişimin belki de ilk örneği. İnşası M.Ö. 10 bin yıllarına uzanan Göbeklitepe tarihteki en eski ve en büyük ibadet merkezi olarak biliniyor. Göbeklitepe İngiltere'de bulunan Stonehenge'den 7 bin, Mısır piramitlerinden ise 7 bin 500 yıl daha eski. Ayrıca yerleşik hayata geçişi temsil eden kültür bitkisi buğdayın atasına da Göbeklitepe eteklerinde rastlanmış. İnşa edildikten 1000 yıl sonra üstleri insanlar tarafından kapatılarak gömülen bu yapı gizemini korumaya devam ediyor. 
Bu bölgede yaklaşık 20 tapınak tespit edilmiş ve şu ana kadar yalnızca 6 tapınak gün ışığına çıkartılmış.

Stonehenge-Göbeklitepe
İngiltere'de yapılan bir DNA araştırması sonucu, Stonehenge'i inşa edenlerin Anadolu'dan geldikleri tespit edilmiş. Bu insanlar yaklaşık 6.000 yıl önce bugünkü Türkiye'nin bulunduğu topraklardan göç eden Neolitik insanların soyundanmış. 
Su seviyesinin daha düşük ve karaların daha büyük yüz ölçümlere sahip olduğu dönemlerde yaşayan ve sürekli hareket halinde olan toplulukları düşünürsek, bu tespiti pek de garipsemeyiz değil mi?

Göbeklitepe'nin gerçek adı ne?
Göbeklitepe keşfedilmeyi bekleyen sırlarıyla uzun yıllara yayılacak bir yolculuğun kapısını araladı insanlığa.
Buralar bin yıllık bir kullanımın sonunda neden gömülerek terk edilmişti mesela?
Taşlar neden T şeklindeydi, çemberin ortasındaki iki taş neden daha büyüktü, taşların üzerindeki kabartmalar (tilki, yaban domuzu, turna, akrep, örümcek, akbaba, eşek, leopar, sığır, ceylan) neleri temsil ediyordu, çember şeklindeki yapıda niçin çepeçevre seki vardı, ibadet edenler nerelerden geliyorlardı ya da burada nerede kalıyorlardı, henüz bulunan bir mezarlıkları yoktu, peki ya ölülerini ne yapıyorlardı? 
Biz buraya Göbeklitepe dedik de, onlar ne diyordu?
Buraların gerçek adı neydi?
O insanlar artık buralarda yaşamaktan neden vazgeçmişlerdi?
Giderlerken onlar için kutsal olan bu alanlar bulunmasın ve zarar görmesin diye mi gömmüşlerdi?
Açıkta olursa bir saldırı olmasa dahi doğal şartlar sebebiyle bozulmaya uğrar diye mi düşünmüşlerdi?
Her biri tonlarca ağırlıktaki taşların taşınması ve toprağa çakılır gibi dikilmesi bugünün şartlarıyla bile olacak iş değilken, (ki Göbeklitepe'deki dev kaya-heykelleri inceleyen National Geographic araştırmacısı, konuyla ilgili belgeselde meseleyi özetleyen şu cümleyi kurmuş: "Bu dönemde yaşayan insanların bu tapınakları yapabilmesi, üç yaşında bir çocuğun elindeki oyuncak tuğlalarla Empire States'i inşa etmesine benziyor!") bir de bu devasa alanı tonlarca toprak ile örtmek, bir bakıma toprağa gömmek insanın aklının sınırlarını zorluyordu.
Hem de öyle bir gömmek ki, 11-12 bin yıldır kimse bulamamacasına gömmek. 
Sizin de aklınızdan aynı soru geçti değil mi:
"Acaba daha kaç medeniyet var böyle gömülerek gizlenen ya da kendiliğinden toprak altına gömülen?"

Sorunun cevabını yine ben vereyim:
Harran Ovası'nı çevreleyen Tek Tek Dağları üzerinde Göbeklitepe ile çağdaş 12 yerleşim yeri daha olduğu biliniyor.

Anadolu'da Yerleşik Yaşamın Kökeni, Son Avcılar ve Göbeklitepe 
Bursa Unesco Derneği'nin 2019 Göbekli Tepe Yılı Etkinlikleri kapsamında düzenlediği etkinliklerin 4.'sünde, İstanbul Üniversitesi'nden (İstanbul Üniversitesi, Tarihöncesi Arkeolojisi) Prof. Dr. Necmi Karul, "Doğudan Batıya, 11 bin yıl öncesi Güneydoğu Anadolu'dan 3 bin yıl sonra Bursa Aktopraklık Höyük'e" konulu bir konferans verdi. (Tarih içinde bin yılları ifade etmek ne kadar da kolay.)
Konferans öncesi Bursa Etnomüzikoloji Derneği Başkanı olan Uludağ Üniversitesi'nden Doç. Dr. Özlem Doğuş Varlı'nın Üçleme Topluluğu ile sundukları yöresel müzik dinletisini dinledim.
Bursa Etnomüzikoloji Derneği Üçleme Topluluğu
Daha sonra da Prof.Dr. Necmi Karul'un Göbeklitepe ve ardından Aktopraklık Höyüğü üzerine verdiği konferansı izledim. Bursa Ticaret ve Sanayi Odası'nda düzenlenen etkinliğe katılım hiç de fena değildi. 
Binlerce yıl yaşındaki Göbeklitepe tüm gizemiyle hepimizin ilgisini çekiyordu.

İyi ki National Geographic İşaret Etti
Prof.Dr. Necmi Karul Göbeklitepe'nin ancak National Geographic işaret ettikten sonra görünürlük kazanıp merak edilmeye başlandığını söyleyerek başladı konuşmasına. "Bu akşam akademisyen olarak konunun popüler olmayan kısmına bakacağız." diyerek devam etti.
12 bin yıl önce dünyanın bir yol ayrımına girdiğini, havaların ısınmaya başlayarak buzulları erittiğini, yavaş yavaş bugünkü koşulların oluşmaya başladığını, bitki türlerinin farklı yörelere yayıldığını, hayvan sayısının arttığını, gezgin (göçebe) yaşama biçiminin yerini yerleşik (üretici) yaşama biçiminin aldığını, topluluğa dayalı davranış biçiminin yerine bireysel yaşama biçiminin geldiğini, kısacası çevreyle birlikte insanın da değiştiğini söyledi.
Neolitik dönemde yağışların artması ile birlikte yabani tahıllar çoğaldı ve epey uzun bir zaman süren değişimde üretilebilir ve işlenebilir hale geldi, hayvanlar evcilleştirildi, yeni aletler ve aletleri üretecek teknoloji ortaya çıktı, mega köyler oluştu. 
İnanç sistemlerinde gezginci toplumlarda görülmeyen "anıtsallık" görülmeye başladı.

Neolitik-Kent Devrimi-Endüstri Devrimi
Neolitik kavram evrildi. Üretim biçimleri değiştikçe sosyal düzenin buna uyumunu sağlayan bir devrim gerçekleşti.
Besin krizi yaşandı, semboller değişti, tarıma geçiş tek bir merkezde değil, birçok yerde birden başladı. Besin Üretimi; yerleşik yaşam ve bunun getirdiği sosyal dönüşümün nedeni değil, sonucu oldu.

Göbeklitepe'yi Gördüm
Necmi Karul bunları anlatırken ben geçen yıl gidip gördüğüm, üzerine pek çok konferans dinlediğim Göbeklitepe'yi yeniden yaşadım. (Gezinin fotoğraf albümüne buradan ulaşabilirsiniz.)
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi'ndeki Göbeklitepe canlandırmasını, Göbeklitepe'nin tepesinde tek başına duran ağacı, yerdeki çakmaktaşlarını, kazı alanının ortasındaki iki sütunu (T şeklindeki sütunların tümü ellerini kasıklarının üzerinde birleştiren dev insanlar) ve iki sütunun çevresine dizelenmiş sütunları, tesadüfen bulunan ve dünyanın en eski gerçek insan boyutundaki heykeli (bu heykel de ellerini kasıklarında birleştirmiş bir insanı betimler) olan Urfa Adamı/Balıklıgöl Heykeli'ni ve Haleplibahçe Müzesi'ndeki o muhteşem mozaikleri görmüş, Balıklıgöl'ün hazin hikâyesindeki İbrahim Peygamber'in, Nemrut'un (Nimrod) ve Ayn Zeliha'nın, bir de Eyüp Peygamber'in hikâyesini dinlemiştim. 
Bereketli Hilâl'in sahip olduğu bu kültür zenginliği toprağın bereketinden ötürüydü.
Kimler gelmişti buralara, kimler geçmişti, kimler geçiyordu. 
Ve daha kim bilir kimler geçecekti...
Göbeklitepe Kazı Alanı
Göbeklitepe sunumunun ardından verilen arada önce Necmi Karul Hoca ile tanışıp birkaç yıl önce (31 Temmuz 2016 günü) Aktopraklık Höyüğü'nde kendisini dinlediğimi söyledim ve hâttâ o gün yaptığım video kaydını da gösterdim. Aktopralık bana yabancı değildi.
Verilen kısa arada izleyiciler arasında bulunan Uzman Antropolog ve Tarihçi Dr. Levent Sevik ile Göbeklitepe üzerine koyu bir sohbete daldık. 25 Şubat 2019 tarihinde kendisini UNESCO Derneği ve BUSİAD işbirliğinde düzenlenen Kültür Söyleşileri'nde, BUSİAD Evi'nde izlediğimi söyleyince, o da bana yakın bir zaman içinde Göbeklitepe üzerine yazdığı kitabın yayımlanma aşamasına geldiğinin müjdesini verdi.
22 Nisan 2019 günü, Göbeklitepe'de ilk kez Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası konser verdi. (Doğuş Grubu 2015 yılında Göbeklitepe için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile 20 milyon dolarlık ve yirmi yıllık sponsorluk anlaşması yapmışlar.)
Göbeklitepe konusu o kadar bilinmezlerle dolu, o kadar yeniliklere açık bir konuydu ki, ne dinlemekle bitiyordu, ne de anlatmakla...

Aktopraklık Höyük Arkeopark ve Açık Hava Müzesi'ni Gördüm
Necmi Karul hocanın konferansın ikinci bölümünde anlattığı, Bursa’ya en fazla yarım saatlik mesafede olan Aktopraklık Höyüğünü, az evvel dediğim gibi, 31 Temmuz 2016 tarihinde yaptığımız bir pazar günü gezisinde tesadüfen öğrendim. 
Bursa İl merkezinin 25 km. güneybatısında, Nilüfer İlçesi'nin batısında, Ulubat Gölü'nün doğu kıyısında yer alan Aktopraklık, 2002 yılında, sanayi sitesi yapılması planlanan alanda, İstanbul Üniversitesi Prehistorya Bölümü’nden bir ekibin yaptığı yüzey araştırmasında keşfedilmiş. İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı'ndan Prof.Dr. Necmi Karul başkanlığında 2004 yılında kurtarma kazılarına başlanmış. 2005 yılı kazılarının hemen ardından Bursa Arkeoloji Müzesi'nin sit alanı belirleme çalışmaları sırasında höyüğün 100 m. kadar kuzeyinde; yine doğal bir sırtın üzerinde Kalkolitik Çağ'a tarihlenen bir mezarlık tespit edilmiş. Buraya ilişkin kazı çalışmaları 2006 yılı projesine dahil edilmiş. Malzeme üzerinde yapılan ilk değerlendirmeler sonucuna höyükteki yerleşimin Neolitik Çağ'da başladığı; Son Neolitik'ten sonra hemen hemen aynı yerde yeniden kurulduğu ve burada İlk ve Orta Kalkolitik boyunca yerleşilmiş olduğu belirtilmiş.
Akçalar Mahallesi Hasanağa Sanayi Bölgesi’nde yapılan arkeolojik çalışmaların ardından arkeopark haline getirilen Aktopraklık Höyük Arkeopark ve Açık Hava Müzesi ile günümüzden 5 bin ila 10 bin yıl öncesi yaşamın, ziyaretçilere daha iyi aktarılması amaçlanmış.
Akçalar Aktopraklık Höyük
Yaklaşık 187 dönüm alan üzerinde yürütülen proje kapsamında; giriş takı ve meydan düzenlemesi, bilgilendirme ve sergilerin yer aldığı karşılama binası, atölyelerin yapılabileceği çocuk kazı evi binası ile kazıdan çıkarılan buluntuların saklanacağı depo yapıları bulunuyor. Ayrıca kazı alanlarının daha yüksek bir seviyeden görülebilmesi için de bir gözetleme kulesi bulunuyor.

Orada olduğum o gün o kuleye çıktım, oradan ören alanına, Kızılelma evlerine ve uzaktan görünen Gölyazı'ya baktım, bolca da fotoğraf çektim. (Gezinin fotoğraf albümüne buradan ulaşabilirsiniz.)
Kızılelma Evleri
Proje kapsamında Neolitik Köy Canlandırması, Kalkolitik Köy canlandırması ile geleneksel mimarlık örneklerinin aslına uygun bir şekilde yaşatılması için Kızılelma köyü inşa edilmiş. 
Alanın ortasında yer alan dere üzerinde de farklı zaman dilimlerine sıçramaların yapılacağı köprüler inşa edilmiş. Sit alanının içi, gezi güzergahları, yollar ve tabelalar ile birlikte bir kompleks oluşturacak biçimde düzenlenmiş.
Canlandırılan köyün çevresi kalker ile sıvanmış hendek ile çevriliydi, toprak fırınlarda ateş yanıyordu, yerde körükler, evlerin içinde yaşam alanını gösteren mizansenler vardı. 
Zamanda yolculuğa çıkmış gibiydim.
Aktopraklık sakini bir taş uzattı bana binlerce yıl ötesinden, aldım elindeki taşı binlerce yıl sonrasından.
Büyülü anlardı...

Ayak İzi
Aktopraklık Höyüğü'nde devam eden arkeolojik kazıda, 2018'in kasım ayında yaklaşık 7 bin 500 yıl öncesinde yaşayan bir insana ait 42-43 numara ayak izine rastlandı. Bulunan bu iz beni çok heyecanlandırmıştı. 
Ben böyleysem, Necmi Karul Hoca ve ekibini kim bilir ne kadar heyecanlandırmıştı...

Aktopraklık Arkeoloji Okulu'nu Gördüm
31 Temmuz 2016 günü biz o gün Arkeopark içinde dolanırken, hocaları öğrencilerine obsidyen camından ok ucu yapmayı gösteriyordu. 
Aktopraklık Arkeoloji Atölyesi
Her yıl 50 kadar öğrenciyi ağırlayan Aktopraklık Arkeoloji Okulu, öğrencilere derslerde görüp pratik yapamayacakları konuları atölye çalışmalarında gösteriyormuş.
Konferansın sonunda tarih içinde epey bir gerilere gitmiş, insanlığın aldığı yolları, bu yolculukta geçtiği merhaleleri görmüş, geldiğimiz noktanın geçmişine bir nebze de olsa vakıf olmuştuk.

Bursa Arkeoloji Müzesi'ni Gördüm
Geçtiğimiz günlerde önünden sürekli geçtiğim ama bir türlü ziyaret edemediğim Bursa Arkeoloji Müzesi'ni ziyaret ettim. Reşat Oyal Parkı (Kültürpark) içindeki müzede diğer dönem buluntularıyla birlikte Aktopraklık Höyüğü'nden çıkartılmış pek çok kalıntı sergileniyor.
Bursa Arkeoloji Müzesi
Her şey değişiyor, gelişiyor, bir bozuluyor, bir düzeliyor, ama sistem hiç durmuyor.
Dünya durmaksızın dönüyor.
Dünyayla birlikte tüm canlı hayat dönüp duruyor.
Ve bu sistemi anlamak için geçmişe çok ama çok iyi bakmak gerekiyor…

(Göbeklitepe ve Aktopraklık yazısını yazarken Necmi Karul’un sunumundan, Göbeklitepe gezisinde rehberimiz Özge Ersu’nun anlattıklarından, Atlas Dergisi’nin internet sitesinde konuyla ilgili yazılmış yazılardan ve arkeoloji sitelerindeki bilgilerden yararlandım.)

23 Nisan 2019 Salı

Anlatılan Bizim Hikâyemizdir

Levent Üzümcü
An itibarıyla "Bursa ve Tiyatro" araması yaptığımda karşıma izlenmeye hazır 21 tiyatro oyunu çıktı. 
Bu oyunlar Ahmet Vefik Paşa Bursa Devlet Tiyatrosu'nda, Nâzım Hikmet Kültürevi'nde, Nilüfer Uğur Mumcu Sahnesi'nde, Podyum Sanat Mahal'de, Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nde, Bursa Kültürpark Açık Hava Tiyatrosu'nda ve Nilüfer Sahnesi'nde oynanacaktı.

3-27 Mart 2019 tarihleri arasında düzenlenen Nilüfer Tiyatro Festivali'ni, Bursa Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nu, Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu'nu, Tayyare Kültür Merkezi'ni, amatör tiyatro gruplarını ve dahasını sayacak olursam Bursa'nın tiyatroyla epey haşır neşir olduğuna şaşırmanız mümkün.
Biz şaşırmıyoruz. Ne de olsa bizim tiyatro öncüsü bir Ahmet Vefik Paşamız var...
****
1975 yılında Ahmet Vefik Paşa Bursa Devlet Tiyatrosu'nda izlediğim ilk oyunun adını hatırlamıyorum. İzlediğim son oyun bu akşam, henüz 16 Nisan günü açılışı yapılan, açılır açılmaz da Bursalıları birbirinden özel oyunlar ile buluşturan Nilüfer Sahnesi'nde, Genco Erkal'ın tek kişilik oyunu olan Bir Delinin Hatıra Defteri oldu.
Nilüfer Sahnesi
Bu gecenin bir öncesinde aynı sahnede Levent Üzümcü'nün tek kişilik oyunu "Anlatılan Senin Hikâyendir"i, onun bir öncesinde de "Sokrates'in Son Gecesi" oyununu izlemiştim.
Bu gecenin bir sonrasında, yani 26 Nisan'da "Düğüm", 27 Nisan'da "Furuğ Ferruhzâd", 4 Mayıs'ta "Yaralarım Aşktandır" ve 17 Mayıs'ta da "Nihayet Makamı" oyunlarını izleme niyetindeyim.

Tiyatroyu Seviyorum
Niyetindeyim diyorum, çünkü tiyatroyu seviyorum. Lakin ne yalan söyleyeyim, bir Nilüferli olarak şehir merkezinde olan tiyatrolara pek sık gidemiyorum. Akşam trafiği, zamanlama derken şehir merkezine gitmek niyeyse bana külfet geliyor. Ama tiyatro Nilüfer'deyse, yani tiyatro ayağıma kadar gelmişse, "Gitmemek ne demek?"...
Ataevler'deki Basın Kültür Sarayı'nın birinci katında açılan Nilüfer SahnesiBursa Gazeteciler Cemiyeti iş birliğiyle, Sabahyıldızı A.Ş. tarafından Bursa'ya kazandırılmış. 300 metrekarelik fuaye alanına ve 320 izleyici kapasitesine sahip olan salon, ses, akustik, ışık, kulis, teknik altyapı ve salon düzeniyle tam bir tiyatro.
Kulis kısmını özellikle belirtmeden geçemeyeceğim. İçinde duşu, tuvaleti, lavabosu, makyaj aynası, geniş bir uzanma koltuğu, büyük bir giysi askısı olan, buzdolabından klima sistemine kadar ilave detayların ekleneceği büyükçe iki odadan bahsediyorum. Ki sanatçıların en büyük şikâyeti kulis şartlarının yeterince iyi olmamasıdır.
Kulisin temiz, özenli ve ihtiyaca cevap verecek şekilde olması da sanatçıya saygıdır.

Şimdilik Sadece Tiyatro
Sanat Yönetmenliğini AVP Bursa Devlet Tiyatrosu oyuncularından Serap Uluyol'un yaptığı Nilüfer Sahnesi'nde şimdilik tiyatro oyunları sahnelenecek. Bunun yanı sıra salon, seminer, panel, söyleşi, konferans, konser ve çeşitli gösterilere de ev sahipliği yapacak. 
Kim bilir, bir bakmışsınız Nilüfer Sahnesi kendi tiyatro kadrosunu bile kurmuş.
Neden olmasın?

Bir Delinin Hatıra Defteri
Ülkemizde oynanan ilk tek kişilik oyun olan Bir Delinin Hatıra Defteri'ni Genco Erkal 50 yıl sonra yeniden yorumluyor. Nikolay Gogol'un en sevilen öykülerinden olan Bir Delinin Hatıra Defteri 1965 yılında sahneye uyarlanmış ve ülkemizde ilk tek kişilik oyun olarak Genco Erkal tarafından Ankara Sanat Tiyatrosu'nda oynanmış. Yıllar boyunca sanatçı aynı eseri üç kez, üç değişik yorumla sahnelemiş. Şimdiki yapım, oyunun 50. yıl kutlaması olarak gündeme geliyor.
Genco Erkal
Oyunda kırk iki yaşında ve yedinci dereceden memur olan Aksentin Ivaneviç Poprişçev genel müdürünün kızına aşıktır, kızın da kendisine aşık olabileceğini umar. Aşık olduğu kızın kendisi değil de bir aristokratı tercih ettiğini öğrendikten sonra gerçeklikten tamamen kopar. Delirme önlenemez.
Bu arada, Poprişçev'i canlandıran Genco Erkal'ın 81 yaşında olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı?

Oyunu izlerken, yaşadığım şu yıllarda aklıma mukayyet olmak için ne kadar büyük bir direnç gösterdiğimi, ancak tüm bunların beynimin arka odacıklarına gizlendiğini bildiğimi, bir gün gelip frenler tutmaz olduğuna neler konuşabileceğimi düşündüm de, umarım o gün hiç gelmez dedim.
Gelirse ben değil, yanımdakiler yandı... 

Alkışlasak mı, alkışlamasak mı?
Niyedir bilmem, izlediğim üç oyunda da ben dahil tüm seyirci "alkışlasak mı alkışlamasak mı" tedirginliği yaşadı. Tedirginlik aşıldıktan sonra, özellikle de oyunun sonunda sanatçılar ayakta alkışlandı.

Alkış!
Levent Üzümcü sahneye çıkmadan önce boş tenekeyi kumaş panellerin arasından sahneye fırlatıp sahneye çıkmak için izleyiciden alkış bekliyor, eline tenekeyi her alışında izleyiciden kahkahalar eşliğinde sıkı alkış alıyor. 
Sokrates son gecesini izleyicilerin gözü önünde kendisiyle cebelleşerek geçiriyor.
Genco Erkal sahne ışıklarının birkaç saniyelik kararmasından istifade sahne pozisyonunu ve kıyafetlerini küçük dokunuşlarla değiştiriveriyor.

Hepsi de ayakta alkışlanmayı hak ediyor…

Mavi Işık
Ah, hani şu bir türlü kopamadığımız o mavi ışık var ya o mavi ışık, çok az da olsa birkaç kişinin yüzünde yandı söndü birkaç kez. Salon görevlileri lazer tutarak ya da yanlarına giderek uyardılar cep telefonu ile meşgul olanları. 
Levent Üzümcü telefonuyla bik bikleyen izleyicilerin sahneden nasıl göründüğünü kendisi canlandırıverdi sahnede. Tüm ışıkları kapattırdı ve elindeki cep telefonunu açtı. O karanlıkta yüzüne alttan vuran mavi ışık ve o ışığa taparcasına gülümseyen adam görüntüsü epey (traji)komikti. Aynayı yüzümüze tutuvermişti ve biz de kendi halimize gülüvermiştik. O gülmelerin ardına utanç saklanmıştı aslında.
Neyse ki oyunun ortasında çalan bir tane bile telefon olmadı da utancımız artmadı
Oyun öncesi yapılan "telefonlarınızı kapatınız" uyarısı işe yarıyor demek.

Tiyatro İyidir
27 Mart Dünya Tiyatro Günü'ne özel yazdığım "Bir Dünya Tiyatro" yazımda dediğim gibi, tiyatro bir yansıtma sanatıdır. İnsana ayna tutar, gerçeğini gösterir.
İşte bu sahnelerde anlatılan hep bizim hikâyemizdir...

Tiyatro Yazılarım:
Ha Romalı, Ha Aromalı / 29 Eylül 2013
Savaşın öteki yüzü / 11 Mart 2015
Babaanneler unutmasın / 11 Mart 2016
Kadının Peşinde Şiir / 16 Mart 2018
Sahnedeyiz, İnmeyiz / 27 Mart 2018
Aşk mı, Kalori mi? / 25 Şubat 2019
Orada Duruverdi Zaman / 6 Mart 2019
Aşk Varsa Sanat Var / 21 Mart 2019
Bir Dünya Tiyatro / 29 Mart 2019
Hora Hora Barışa / 20 Haziran 2019

21 Nisan 2019 Pazar

Sayma, Bereketi Kaçar

Ak Parti, İstanbul seçiminin iptali için YSK'ya, KHK ile kamu hizmetinden çıkarılan seçmenlerin bulunduğu listeyi içeren ek dilekçe sunmuş.
Kaç kişi var listede? 
14 bin 712.
İmamoğlu seçimi kaç oy fark ile kazandı?
13 bin 729.
Oley!
Dokuz yüz seksen üç oyla öne geçtiniz bile.
Haydi biraz daha çalışın. Nereden ne çıkartabilirim diye biraz daha etrafa bakının. Proje üretin, olmadı yapay seçmen üretin...

"Sayma, bereketi kaçar"
Sayma, eksilir derdi anneannem. Saymak hırsın göstergesiydi, o da insanı yanlış yollara yöneltirdi.
Bu söz nereden çıkmış diye merak edip Google'a sorduğumda karşıma Ekşi Sözlük'te bir paylaşım çıktı: "İlkel kavimlerin bir kısmında saymanın Tanrıları kızdıracağı ve lanete yol açacağı inancının günümüze değin evrimleşerek geldiği son nokta. Afrika'daki birçok ilkel kabile sayım memurlarına bu yüzden direnmişlerdir. Avrupa'nın bazı yörelerinde uzun süre saymanın uğursuzluk getireceği kanaati kabul görmüştür der matematikçi John D. Barrow. Hatta sayma olayından dolayı Hz. Davud'un Tanrı tarafından cezalandırıldığı Tevrat'ta yazılıdır. Bizde de İslam öncesi inanışlardan kalma olması muhtemeldir saymaya karşı olumsuz tutum. Zamanla İslamla birlikte bereket kaçma gibi bir kılıf uydurulmuş gibi görünüyor."

Neyin bekası, kimin bekası?
Beka meselesi yaptığınız belediye başkanlığı seçimlerinde oylar koca memlekette şıp diye sayıldı, İstanbul ise say say bir türlü sonuçlanmadı. Yok soyadına göre seçmen dediniz, yok çekmecede unutulanlar dediniz, yok fetö dediniz, yok bir daha sayalım dediniz, olmadı bir daha sayalım dediniz. Baktınız bir türlü istediğiniz sonuç çıkmıyor, şimdi de KHK'lıları öne sürerek seçimi toptan iptal edelim demeye getiriyorsunuz.

Boşverin KHK'lıları
Bu seçimde kimi saymayı unuttuğunuzu biliyorum ben.
Mezardaki ölüleri saymayı unuttunuz mezardaki ölüleri!
"Mezardakileri bile kaldırarak referandumda evet oyu kullandırmak lâzım" demişti hani sizin bir büyüğüNüz zamanında. Onun emri ile "Yaşar ne yaşar ne yaşamaz" deyip deyip saymış, saymadığınız milleti de kendinize bolca saydırmıştınız.
Bunca yıl böyle böyle seçim kazanırken kaybedince de öyle öyle kaybettiniz sandınız.

Yok arkadaş yok;
Bakın sokaklara, 
Bakın 17 gün boyu sayımı sabırla bekleyen halka,
Bakın sonuçları edebiyle kutlayan insanlara,
Bakın özlenen sevgi dilini kullanan başkanlara,
Bakın saygıyı baş tacı eden adaylara,
Bakın hasret kalınan anlayışa,
Bakın 17 yılda dönen devrana,
Ve bir de dönüp bakın saydıkça eksilen itibarınıza...

8 Nisan 2019 Pazartesi

Kanserle "Yaşamına" Dans

K-A-Z-A-N-A-C-A-K-S-I-N-I-Z
Dünya tarihi yazının bulunuşuyla başlıyorsa ve bilinmezliklerle dolu çağlara Tarih Öncesi Çağlar deniyorsa, Auguste Comte'nin "Bir bilim ancak tarihi bilinirse tanınabilir" sözündeki gibi hastalıklar da geçmişi ile bilinir.
Kanser Haftası'nda olduğumuz şu günlerde kanserin tarihine bakacak olursak, kanserin geçmişinin insanlık tarihi kadar eski olduğunu görürüz. Arthur Aufderheide'nin: "Kanserin erken tarihi, kanser üzerinde çok az şey bulunmasından ibarettir." demiş. O yüzden kanser son yüzyılda daha bilinir ve daha görünür oldu.
Tarih öncesi çağlarda ceza ya da lanet olarak görülen bu hastalıktan kurtulmak için büyücülerin, şifacıların ve din adamlarının adaklı, kurbanlı ve dualı uygulamalarının kanseri ne kadar tedavi ettiğini, bu laneti lanetlenen kişiden ne kadar uzaklaştırdığını bilmiyoruz. 
Bizim bildiğimiz, kanser denen illeti başımıza sarmamak, sardıysak da söküp atmak için günümüz tıp biliminden sonuna kadar faydalanmak.

Bizimle Dans Eder Misiniz?
Bursa Kanserle Savaş Derneği'nin "1-7 Nisan Kanser Haftası" kapsamında kansere dikkat çekmek üzere düzenlediği, "Bizimle Dans Eder Misiniz?" etkinliği bir çeşit "Kansere Karşı Farkındalık" buluşmasıydı ve etkinlik Bursa Medical Park Hastanesi'nde gerçekleşti.
Biliyorduk ki kanser hastaları zaten kanserle dans eden cesur yüreklerdi. Marifet o kanser hastaları ile birlikte dans edebilecek, kanser hastalarına el verebilecek, ellerini taşın altına koyabilecek cesur yürekleri bir araya getirmekteydi.
Etkinlikte; kanserin tarihini, belirtilerini ve tedavi yöntemlerini Medikal Onkoloji Uzmanı Prof.Dr. Murat Arslan; kanser hastalarında radyoterapiyi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Uzm. Dr. Kemal Ekici; kanser hastaları ve yakınlarında görülebilecek psikolojik sorunları Psikolog Esma Kınalı; kanserde beslenmenin nasıl olması gerektiğini Diyetisyen Beyza Köse ve kemoterapi ve radyoterapi esnasında oluşabilecek yan etkileri ve öz bakım uygulamalarını Eğitim Hemşiresi Deniz Doğru anlattı.
Etkinlik Turhan Tayan Anadolu Lisesi öğrencilerinin ve salondaki izleyicilerin de katıldığı Zumba dans dersi ve terasta üzerlerine maske takılmış rengarenk balonların gökyüzüne uçurulması ile nihayetlendi.
Bursa Kanserle Savaş Derneği
Bursa Kanserle Savaş Derneği Başkanı Ümit Ecemiş, 1973 yılında kurulan ve 1985 yılında TBMM Bakanlar Kurulu kararı ile Kamu Yararına Çalışan dernek statüsü kazanmış olan Bursa Kanserle Savaş Derneği'ni, derneğin hizmetlerini, kansere ve kanser hastalarına yaklaşımını anlattı. Kanser hastanelerine, kanser tanı merkezlerine, kanser hastalarına ihtiyaç doğrultusunda destekte bulunup, hastalara yönelik rehabilitasyon çalışmalarını yürüttüklerini, hastalarla atölye çalışmaları yaptıklarını, evlerinde ziyaret kabul etmeyen hastaların üretkenliklerini atölyelerde ortaya koyduklarını anlattı. 
Ümit Ecemiş
1-7 Nisan Kanser Haftası ve 4 Şubat Dünya Kanser Günü, Meme Kanseri Farkındalık Ayı gibi özel gün ve haftalarda halkı bilgilendirerek farkındalık yaratan dernek, erken tanının önemini vurgulamak için proje bütünlüğünde eğitim programları düzenliyor, etkinlikler yapıyor.

NELER NELER ÖĞRENDİK 

Kanser nedir?
Kanser, normal çoğalma mekanizmalarının bozulması sonucunda hücrenin aşırı çoğalmaya başlaması, bu hücrelerin bağışıklık hücreleri tarafından tanınma mekanizmalarının durdurulmuş olması nedeniyle yok edilememeleri neticesinde vücutta yaşama şansı bulmaları ile başlayan ve diğer organlara yayılma yeteneği kazanarak yaşamı tehdit edici organ fonksiyon bozulmasına neden olan bir hastalıktır.

Kanserin Tarihi
Yazının başında kanserin dünya tarihi kadar eski olduğunu söylemiştim. Hazırsanız biraz derinlere inelim o zaman. 
Kanserle ilgili ilk tanımlara Mısır papirüsleri, Babil çivi yazısı tabletler ve eski Hint yazmalarında rastlanmaktaymış. Edwin Smith Papirüsü (M.Ö. 16. yüzyıl) dünyanın en eski cerrahi dokümanı imiş ve Hiyeroglif sistemi ile yazılmış. 
Edwin Papirüsü
Ebers Papirüsü'nde (M.Ö. 15. YY), tümör tedavisinin öldürücü olabileceği belirtilmiş. Antik döneme ait Yunan tıbbi kayıtlarında ve Galen'in (Claudius Galenus) çalışmalarında, ne tür tümörler olduğu bilinmese de birçok kanser olgusuna rastlandığı anlatılmış. Ayrıca M.Ö. 2698'de doğduğu belirtilen Çin İmparatoru Huang-Di'nin yazdığı tıp kitabında da genel olarak tümörlerin tanımlaması yapılmış ve tedavi yöntemleri anlatılmış.
Hipokrat (M.Ö. 460-370) tarafından vücut yüzeyinde kırmızı, sıcak, ağrılı, diğerlerinden farklı karakterde olup daha yavaş büyüyen şişliklere "karkinos" ya da "karkinoma" denilerek ilk defa kanser tanımlaması yapılmış. "Carcinos" Yunanca’da yengeç demekmiş ve Hipokrat da oluşan girinti çıkıntılardan dolayı görüntüsünü yengece benzeterek hastalığa bu adı vermiş. 
Romalı Hekim Celsus (M.Ö. 50-28) Hipokrat'ın bu terimini Latinceye çevirerek, insanın kendi hücreleri ile kendi bedenini öldüren bu hastalığa "Cancer-Kanser" demiş ve kanser için "Tek yapabileceğimiz izlemek ve ne olacağını görmektir." sözüyle tarihe geçmiş. 
Bir başka Romalı hekim Galen ise (M.S. 129-200), oluşan tümörleri tanımlamak için "oncos" (Yunancada şişlik anlamına gelir) sözcüğünü kullanmış.
Onkoloji olarak da bildiğimiz alana adını veren "onkos" sözcüğü Yunanca'da kütle ya da yük manasına geliyormuş. 
Yunan tıbbında, "praeter naturam" olarak isimlendirilen anormal patolojik büyüme ise tümör olarak adlandırılıyormuş. 
Kanser tedavisinde dönüm noktası olan "kemoterapi", ortaya çıkışını tekstil ve savaş endüstrisine borçluymuş.
Discovery News tarafından yapılan habere göre, Lizbon'daki Ulusal Arkeoloji Müzesi’nde muhafaza edilen M1 adlı mumyada radyolojik incelemeler yapan uzmanlar, o dönemlerde Mısır’da yaşamış 51-60 yaşları arasındaki bir erkeğin "prostat kanseri" sebebiyle "yavaş ve ağrılı" bir ölüm yaşadığını belirlemişler.
M1 adlı mumya, 2001 yılı itibarıyla, dünyada kayıtlara geçen ikinci en eski prostat kanseri vak'asıymış. İlk prostat kanseri kaydı ise  Sibirya’da bulunan 2700 yıllık bir İskit kralına ait imiş.

Türk Tıp Tarihinde Kanser
Kanser, Türk Tıp Tarihinde de adı geçen bir hastalık. Tarsuslu Osman Hayri Efendi'nin "Kenzüsıhhatül Ebdaniye" adlı eserinde "seretan" (o dönem kansere verilen ad), fındık ya da küçük yumru büyüklüğünde, etrafı damarlı bir oluşum olarak tanımlanmış. (Dünyada ve ülkemizde kanserin tarihine daha kapsamlı olarak buradan ve buradan ulaşabilirsiniz.)

Biz tarihi tarihte bırakıp bugüne gelelim ve kanser olmamak için, olduysak da kanserle mücadele edip onu yenmek için neler yapacağız ona bakalım.
Prof.Dr. Murat Arslan'ın sunumunda söylediği gibi, kanser olma oranları gelişmiş ülkelerde daha fazla, kanserden ölüm oranları ise gelişmemiş ülkelerde daha fazla. Sanayileşme hem hasta, hem de iyi eden oluyor bu durumda.
Medikal Onkoloji Uzmanı Prof.Dr. Murat Arslan
Hava kirliliğinden tutun da büyük şehirlerin yaşama şartlarının kaçınılmazı olan "stres"e kadar her şey kanser sebebi. Genetik ve çevresel faktörlerin yanında bir de risk faktörleri var. Alkol, sigara, obezite, enfeksiyon, üreme sağlığı etmenleri, hareketsiz hayat gibi faktörler kişiyi risk grubunda "FIRST CLASS/VIP!" kategorisine alıveriyor. 

Sinsi Düşman
Bunların dışında kanserin oluşması için bir neden olmaksızın ve hiçbir belirti göstermeksizin, bir anda ortaya çıkan kanserler var ki, kişi için bu tam bir şok.
Düşman sinsice büyüyüp güçlenmiş ve aniden saldırıyor. Geç kalınırsa eğer delice üreyen hücreler kendileri beslemek için içinde yaşadıkları bedeni yiyecek, sonunda "Alien" misali bedenle birlikte hepsi yok olup gidecekler. 
Soluğu doktorun kapısında alan kişi teşhis konduğu anda neye uğradığını şaşırıyor. Önce Şok/İnkâr, ardından Kızgınlık/Öfke, Pazarlık, Depresyon ve Kabullenme süreci yaşıyor hasta sırasıyla. Kişi hastalık öncesi nasıl yaşıyorsa tedavi sürecini de öyle yaşıyor. Bir yandan da çaresizlik, panik, kaygı ve depresif belirtiler yakasını bırakmıyor. Bu evrelerde en büyük iş hasta yakınlarına düşüyor. Psikolog rehberliğinde alınacak bu yolda yükü bir kişinin üzerine bırakarak değil de, dağıtarak ve paylaşarak taşımaya çalışmak lazım. 
Hastalığın teşhisinden sonra tedavi aşamasına gelindiğinde, hasta kişi, cerrahi, kemoterapi, hedeflenmiş tedavi, hormon baskılama tedavisi, imminoterapi, radyoterapi gibi tedavi yöntemleri arasında gidip gelirken bedeni çok hırpalanıyor. 
Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Uzm. Dr. Kemal Ekici
O dönemlerde hastanın beslenmesine çok daha ihtimam göstermek gerekiyor. Hastanın yemesi gerekenler ve yememesi gerekenlerin neler olacağı beslenme uzmanları tarafından belirlenirken, bir yandan da pişirme teknikleri anlatılarak mümkün olan en sağlıklı beslenme sağlanmaya çalışılıyor.
Bu zaman zarfında hasta görsel olarak da değişikliklere uğruyor. İstemsiz kilo veriyor, istemsiz kilo alıyor, saçları dökülüyor. El ayak sendromu, ateş, ağız yaraları, tırnaklarda değişiklikler, ciltte renk değişikliklikleri, vücut sıvılarında değişiklikler yaşanıyor.
Eğitim Hemşiresi Deniz Doğru
Güzel haber ise, tüm bu yan etkilerin %90'ı geçici ve tedavinin bitiminden 2-3 ay sonra hepsi gerilemeye başlıyor

Şu Amansız Hastalık yazımda anlattığım gibi eskiden adını dahi anmaktan imtina ettiğimiz bir hastalıktı kanser. Sonrasında "Ben kanserim!" diyerek hastalığı kabul ettik ve bu kabul edişle birlikte hastalığı alt etme savaşına giriştik. Hasta olmamak için yaşantımıza dikkat etmeyi, olduysak da yenmek için hastalığa direnmeyi öğrendik. 

Ringlerde Dans
Direnirken bir bakıma kanserle partner olup, adeta dans ettik. Ama bu dans ne vals'e, ne tango'ya ne de halay'a benziyordu. Bu dans daha çok boks ringinde boksörlerin birbirleri ile yaptıkları sağlı sollu kroşeli, sert aparkatlı, bazen çengel, bazen direk, bazen de swing vuruşlu, ayak figürleri bol bir dansa daha çok benziyordu. Kanser bir vuruyorsa hasta iki patlatıyordu. Hasta iki patlattı mı kanser hırslanıp bel altı vuruşa geçiyor, bazen de hastaya abanıyordu. Ara ara iki taraf da köşesine çekilip şöyle bir soluklanıyor, sonra tekrar ayaklanıp saldırıya geçiyorlardı. Kenarda izleyiciler tezahürat yapıyor, hastanın köşesindeki doktorlar hastayı ayakta tutmak için çabalıyor, kanser ise hastayı devirmek için açık arıyor, farklı şekillere bürünüp farklı yerlerden saldırıyordu. 
Bazen hasta yere düşüyor hakem hastanın ayağa kalkması için sayıyordu, bazen de kanser yere seriliyordu.
Çılgın ve acımasız bir danstı bu yaşanan. Biri kazanırken diğeri hep kaybediyordu...

Erken Tanı Hayat Kurtarır
Sıkı bir dans sonrası kanseri nakavt eden cesur bir yüreğin hikâyesini anlatayım size kısaca. 
Bir insan genç, sağlıklı, neşeli, hayat dolu, sporcu ve hiçbir şikâyeti yok iken 1 ay içerisinde 10 kilogram verdiği zaman burada bir problem var demektir değil mi? 
O günkü etkinlikte tanıdığım Recep Serbest bundan 1 yıl önce saydığım belirtiler üzerine doktora gittiğinde, midesinde ve iç organlarına yayılmış (3. evrenin sonu, 4. evrenin başı) bir hâldeki kanser ile karşılaşmış. Aynı gün eve dahi gönderilmeden hemen hastaneye yatışı yapılmış, ardından hemen ameliyata alınmış. Kaybedecek 1 dakikasının dahi kalmadığı o günün üzerinden geçen 1 senenin ardından Recep bugün tüm neşesi ve tüm karizması ile karşımdaydı. 
Recep hastalığı gözünde hiç büyütmemiş, yaşaması gerekenleri yaşamış, yapması gerekenleri yapmış, içindeki saldırgan düşmanı yenmişti.
Kısacası Recep kendisini hızla kemiren kanseri erken tanı, doğru tedavi ve kendisine olan inancı ile nakavt etmişti.
Recep Serbest
Teslim Olmak Yok!
Kanser ne kadar şekil değiştirip kendine yeni saldırı yöntemleri bulsa da, bilim insanları da boş durmuyor haliyle. En iyi tanı ve en iyi tedavi cihazları, en az yan etkisi olan ilaçlar, en az hasar veren uygulamalar ile kanserle savaşıyor, çok zaman savaşı kazanıyorlar, kaybettikleri her savaştan ise yeni bir şeyler öğrenip, öğrendikleri ile belki üç savaş kazanıyorlar.
İyileşen hastalar da hayatlarının farkına varıyor, hayatı ötelemeyerek hayatlarını çok daha yaşanır kılıyorlar.
****
"Kanser insanlık tarihi kadar eskidir." demiştik yazının başında. Bizden yıllar ve yıllar sonra yaşayanlar "Bir zamanlar kanser diye bir hastalık varmış." diyecekler belki.
Belki de onlar da bizim gibi "Kanser insanlık tarihi kadar eskidir." demeye devam edecekler.
Kim bilir...

YALNIZ DEĞİLİZ 
Bursa Kanserle Savaş Derneği'nin yanında, Bursa'da kanserle mücadele eden hastaları ve hasta yakınlarını yalnız bırakmayan derneklerden Onko-Day, LÖDER ve LÖSEV'i gıptayla izliyorum dersem yalan olmaz. Zaman zaman yollarımız kermeslerde olsun, konserlerde olsun, tiyatrolarda olsun kesişiyor. Bazen izliyorum, bazen yazıyorum, bazen video kaydı yaparak sohbet ediyorum.
Bir de özellikle kendilerini ziyaret ederek ettiğim sohbetler ve haklarında yazdığım yazılar var.

LÖDER ziyareti sonrası yazdığım yazı:
"Siz de bu destek kuvvetin bir neferi olun"
Onko-Day ziyareti sonrası yazdığım yazı:
"Onko-Day hastalarını yuvasız bırakmıyor" 
LÖSEV Bursa Koordinatörü Füsun Emecan Özcan ile LÖSEV Bursa binasında, hâttâ atölye çalışmaları arasında ettiğimiz sohbet:
LÖSEV Bursa / Füsun Emecan Özcan