18 Ağustos 2025 Pazartesi

Bursa Miras Belleğini Tazeliyor

İnsan yaşadığı yerde istemsizce bir körlük oluşturuyor. Geçtiği sokakları fark etmiyor, oturduğu evi fark etmiyor, yanında yamacında var olan insanların değerini fark etmiyor. Çevresine dışarıdan bir gözle bakmayı hiç akıl etmiyor.

Başka şehre gittiğinde, başka bir eve konuk olduğunda ya da başka insanlarla tanıştığında öyle mi ya! O şehirdeki her sokak, her ağaç, her ev bakılası, görülesi, incelenesi bir şeye dönüşüyor. 
Aynı şekilde konuk olunan her ev tepeden tırnağa süzülüyor. Aynı şekilde yeni tanışılan bir kişinin özellikleri, becerileri ve yetenekleri öğrenilmeye çalışılıyor.
İş tam da 'komşunun tavuğu komşuya kaz görünür' hikâyesine dönüyor...
Kaz görünen tavuğu alıp kümese koysan bir-iki güne onu da diğerlerinden farklı görmemeye başlayacaksın, o da ayrı hikâye...

Oysa kişi evinden turist şapkası ile çıksa, kendi evinde sanki konukmuş gibi farklı koltuklara oturup evine farklı açılardan baksa, yanındaki insanları sıradanlaştırmayıp gözlerinden kalbine ulaşsa, bambaşka dünyalara ulaşacak. 
Ama dedim ya, insan yanındakini görmüyor. Çünkü gözünü hep uzaklara dikiyor.

Yıllar önce Bursa'ya konuk gelen arkadaşlarımı nerelere götürüp onlara neler anlatırım diyerek çıktığım ve "Kendi Şehrinde Turist Olmak" başlıklı video/fotoğraf/bilgi içeren albümler yaptığım yol, bugün Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından halka açık olarak düzenlenen bir yola çıktı.
Malum, yeni yerleşim bölgelerinde şehirden bir iz bulmak, şehrin karakteristiği bir binaya rastlamak ne mümkün. Birbirinin aynı binaların olduğu yerleşim yerlerinden hangi şehirde olduğunu çıkartmak imkânsız. 
O yüzden de eski şehirler, geçmiş zamanlar, yaşanmışlıklar korunmalı ve anlatılmalı. Anlatılmalı ki insanlar yaşadıkları şehrin ruhunu anlasın. Ona saygı duysun. Bu diyardan gelip geçmiş yüz binlerce, milyonlarca insanı duyumsasın. Bastığı yerleri toprak diyerek geçmesin, tanısın...
‘Tarihin İzinde Bursa’da Akşam’
Bursa Büyükşehir Belediyesi, Kent Tarihi ve Tanıtım Dairesi Başkanlığı'na bağlı Kent Tarihi Araştırmaları ve Arşiv Şube Müdürlüğü tarafından Bursa’nın sokaklarını, tarihini, mimarî yapılarını tanıtmak ve kentin ruhunu keşfetmek amacıyla ‘Tarihin İzinde Bursa’da Akşam’ isimli özel bir gezi programı yarattı.
Bir kereye mahsus düzenlenen geziye katılan 25 kişi, Tarihçi-Yazar Samet Altıntaş’ın anlatımı ile Bursa’nın tarih kokan sokaklarında geçmişe yolculuk yaptı. Kültürel gezi öyle ilgi gördü ki, ağustos (belki de eylül) ayının sonuna kadar cumartesi ve pazar günleri olmak üzere devam etmesine karar verildi.
Ben de "Tarihin İzinde Bursa'da Akşam" gezisinin 10 Ağustos tarihli konuklarından biriydim. Gezi saat 18:00'de Atatürk Heykeli önünde başladı, Heykel dahil 24 tarihî ve turistik yeri gezdikten sonra saat 22:00'de Alacahırka'daki Kavaklı Camii'nde sonlandı. 

Samet Altıntaş anlatımından neler öğrendik?
* Gezinin başlangıç noktası, binlerce kişinin her gün önünden geçtiği ama kafasını kaldırıp bakmadığı, Bursa dışından gelenlerin ise önünde hatıra fotoğrafı çektirdiği Atatürk Heykeli. Heykelin heykeltıraş Nejat Sirel tarafından yapıldığını ve 1930 yılında dört ton olarak döküldüğünü Bursa'da yaşayan pek çok kişi bilmez. Bursa Valiliği tarafından yaptırılan ve Bursa Hükûmet Meydanı'na 1931 yılında dikilen bu heykelin ilk adı Gazi Heykeli imiş. 1934'teki soyadı kanununun ardından heykelin adı Atatürk Heykeli olmuş. Heykel İstanbul'da yapıldıktan sonra parçalar halinde deniz yolu ile Mudanya'ya getirilmiş, oradan Bursa'ya taşınıp montajlanmış.
Heykelin kaidesinde görülen metinde şunlar yazıyor:
"Bu Aziz Heykelin Önünde Duran Türk, Hürmetle Eğil. O; Milletini Kurtaran, Cumhuriyeti Kuran, Aleme Yeni Bir Tarih Yaratan Gazi MUSTAFA KEMAL".
Kısa not:
Biz Bursalıların "Heykel'e çıkmak" sözü vardır. Bu söz yabancı birine çok garip gelir ama biz anlarız
1926 yılında Mimar Mühendis Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından yapılan ve şimdilerde Bursa Kent Müzesi olan binada Nâzım Hikmet Ran'ın yargılanmış.
* 1470 yılında Hacı Bakkal Sinan tarafından Kalkan Duvarlı olarak yapılan Hacılar Camii'nin kitabesi giriş kapısının üzerindeki nişe yerleştirilmiş. Kitabenin iki yanındaki sivri kemerli nişlerin içine tuğlalarla dalga motifi işlenmiş. Kalkan Duvar mimarîsini Gümüşçeken'de, Simkeş (Sırmakeş) Mescidi'nde, Ressam Şefik Bursalı Caddesi'ndeki Karaşeyh Camii'nde, Akbıyık Veled-i Hariri Camii ve Kocanaip Mahallesi'ndeki Koca Naip Camii'ni de görebiliriz. Kalkan Duvar Bursa'ya özgü bir mimarî ve Bursa'da karşınıza çok çıkar. Kayıtlarda 36 kalkan duvarlı mescit/cami vb. olduğunu okudum. Bu mimarî 16. yüzyılda Bursa’da etkisini kaybetmiş ve bir daha tercih edilmemiş.
Hacılar Çeşmesi, önceleri caminin duvarında imiş, daha sonra caminin yanına alınmış.
Ressam Şefik Bursalı'nın Doğduğu Ev, adının verildiği cadde üzerinde ama maalesef ki her şey "pilavcıya" kurban gitmiş.
Akbıyık Camii İstanbul'un fethinden sonra ilk inşa edilen güneydeki ilk cami. Bu özelliği ile o dönemde Kâbe'ye en yakın cami olarak anılıyor.
Ahşap Han (Akarsu-İpekçi İş Sarayı) ve Aralık Han adeta şehrin merkezinde birer vaha. Aralık Han'ın terasından görünen Bursa ve yukarıdan sarkan sarmaşıkları ile zemin kattaki serin mi serin avlu çok cezbedici. Ahşap Han da Aralık Han kadar nostaljik ve fotojenik. 
Ahşap Han
Aralık Han
Aralık Han teras
İllüzyonist/ Sihirbaz Zati Sungur'un doğduğu ev şaşırtıcı. Bu sarı boyalı ve avlulu evin önünden hep geçerdim ama tarihinin bu kadar tanıdık bir isme ait olduğunu bilmezdim.
Pınarbaşı Mezarlığı'na doğru yürürken camiler, kabirler, çeşmeler geçtik. Bursa Mevlevihanesi ile karşılıklı olan Pınarbaşı Mezarlığı'nda Evliya Çelebi'nin büyük dedesi Acı Yakup (Ece Yakup) yatıyor. Mezarlıktaki mezar taşları üzerindeki isimlerin bazıları tanıdık. Nam-ı diğer Deli Ayten (Ayten Şenaşık) de Pınarbaşı Mezarlığı'nda yatıyor. 11 Ağustos 1935 doğumlu Ayten, bizim ziyaretimizin ertesi günü 90 yaşına bastı...
Özbek Tekkesi, Mevlevihane, Kalenderhane derken Bursa'nın ilk mesire alanı olan Pınarbaşı Parkı'ndayız. Pınarbaşı suyunun kaynağı, su terazisi, şehre su dağıtan sistemin kalıntıları, durmaksızın akan Pınarbaşı Çeşmesi, Pınarbaşı İzzeddin Bey Camii hepsini birden Samet Bey'den dinledik. (İzzeddin Bey, kabri Doğanbey TOKİ'leri arasında kalan Doğan Bey'in kardeşi ve Doğan Bey de Yahya Kemal'in büyük büyük büyük dedesi imiş.)
Alacahırka'da, mevsim dolayısıyla ince akan Cilimboz deresi üzerindeki köprüden geçip, köprünün hemen yukarısındaki su kaynağı Asa Dede/Asa Suyu ile tanıştık.
Zindan Kapı önünden geçerken Bursa'nın kapılarını saydık: Fetih Kapı, Saltanat Kapı, Yer Kapı, Zindan Kapı, Tahtakale Kapı, Kaplıca Kapısı.
15'inci yüzyılda inşa edilen ancak zamanla doğal afetlerle yıkılan ve aslına uygun olarak (bölgede yapılan kazılar neticesinde ortaya çıkan kalıntılar dikkate alınarak oluşturulan sanat tarihi ve restitüsyon raporu doğrultusunda) yeniden inşa edilen Filiboz Mescidi on dokuzuncu durağımız oldu. (Cilimboz adı Filiboz'dan geliyormuş.)
Surlardaki gedikten geçip, Orhangazi'nin girdiği koridorda yürüyüp, Orhangazi'nin şehre girdiği, adını da bu fetihten alan Fetih Kapı'ya geldik. Bu kısa yürüyüş ile Bursa'yı bu kez de biz Bizans Tekfuru'ndan teslim almış saydım. (Bursa'nın 6 Nisan 1326'daki fethini  tam panoramik olarak resmeden Fetih 1326 Müzesi'ni ziyaret etmenizi şiddetle tavsiye ederim.)
Bursa Fetih Müzesi • Panorama 1326 
Yeşil Camii'nin de mimarı olan İvaz Paşa'nın kardeşi Çırağ Bey Camii'ne selam edip Emir Abdülkadir sokağı tabelası önünde, Cezayir'in Atatürk'ü olan Emir Abdükadir'e özel bestelenmiş marş/şarkıyı dinledik. Bu şarkı hepimizin bildiği bir şarkıydı ama öyküsünü dinlemek ayrı.
Bu gecenin yirmi dördüncü ve son durağı Bursa Kadısı Koca Naip'in yaptırdığı Kavaklı Camii. Cami bahçesinde Samet Altıntaş'ın yaptığı kısa konuşma sonrası herkes bir tarafa dağıldı. 

Bursa'nın Bursalı Turistleri
Biz bu 24 yeri Samet Altıntaş rehberliğinde gezerken kendi şehrimizin turistik olduk ve şehrimiz hakkında bilmediğimiz pek çok şey öğrendik. Bursa'yı canlı dinlemek ve farklı bilgilerle zenginleşmek, yerinde öğrenmek çok keyifliydi. Bursalıyım, şehri iyi bilirim demeyin ve gezilere katılın derim. Birinin anlatımı eşliğinde gezince verimli oluyor. O zaman her şey yerine oturuyor... 
Ben de defalarca bu sokaklardan geçtim, karelerce fotoğraf çektim, pek çok metin okudum, ancak Samet Bey'in soruların pek çoğunu cevaplayamadım. Önce kendime kızdım, sonra da zaten öğrenmek için buradasın deyip, kızmaktan vazgeçtim. Ne yalan söyleyeyim; Samet Bey keşke biraz daha az sorup biraz daha çok anlatsa da insana kendini bu kadar kötü hissettirmese diye düşünmeden de edemedim.
Yazının başında da söylediğim gibi; ücretsiz ama 25 kişi ile sınırlı bu geziler gören talep üzerine Cumartesi ve Pazar günleri devam edecek. Yapmanız gereken şey, Bursa Miras'ın sosyal medya hesaplarını takip ederek iletişime geçmeniz ve kayıt oluşturmanız. 
Tahtakale Buluşmaları ve Dijital Arşiv
Bursa Büyükşehir Belediyesi Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi Başkanlığına bağlı Kent Tarihi Araştırmaları ve Arşiv Şube Müdürlüğü tarafından başlatılan ‘Bursa Bellek-Kent Tarihi Söyleşileri’ ile Bursa’da doğmuş, büyümüş veya hayatının bir kısmını Bursa’da geçirmiş sanatçıların kent anıları kayıt altına alınıyor. Her ay farklı bir sanatçının konuk edildiği söyleşinin 16 Ağustos Cumartesi günkü konukları, ‘Tahtakale Buluşmaları’nı başlatan ve sürdüren Samet Altıntaş ve Cihan Taşan oldu. 
Erşan Solaklı’nın moderatörlüğünde gerçekleşen söyleşide Altıntaş ve Taşan,  Bursa’ya dair dijital bir ansiklopedi olan ve şimdiye kadar 135 programa ulaşan Tahtakale Buluşmaları’nın çıkış hikâyesini anlattı. Bu buluşmalarda, Bursa üzerine okuyan, araştıran, kaynak yaratan ve kaynak olan isimlerle yapılan sohbetler sözlü tarih olarak geleceğe kalacak ve araştırmalara (şimdiden olmuş bile) kaynak gösterilecek.
Söyleşide Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan zamanlar, Osmanlı Devleti'nde Bursa'nın kurucu rolü, Osmanlı ve Bizans öncesi Bursa, Prusa, Bitinya, Bizans Bursa'sının kuşatılması ve kuşatmaya dayanamayan şehrin Orhangazi'ye teslim edilmesi de ayrıca konuşuldu.
Program sonunda Kent Tarihi Araştırmaları ve Arşiv Şube Müdürü Deniz Dalkılınç, moderatör Erşan Solaklı, konuklar Samet Altıntaş ve Cihan Taşan’a çini tabak takdim etti. 
Bu arada;
Kültürel mirası kayıt altına alarak dijitalleştirme çalışmaları kapsamında başlatılan söyleşilerin beklenenin üzerinde talep görmesi hem konukların hem de ev sahiplerinin çıtasını daha yükseğe taşıyor.

‘Aktopraklık Arkeoloji Söyleşileri’
Bursa sadece Cumhuriyet Dönemi, Bizans Dönemi ya da Roma Dönemi'nden ibaret değil. Tarih öncesi çağlardan bu yana Bursa her zaman yerleşim yeri olarak seçilmiş. Bu seçimde bölgenin sulak ve verimli arazileri, ılıman iklimi ve su yolları ile denize ulaşımı belirleyici olmuş olmalı. Ortaya çıkışı 2002 olan Aktopraklık Höyüğü (Akçalar'da) de bu yerleşimlerden biri. 
27 Temmuz 2019
8500 yıllık geçmişi bulunan Aktopraklık Höyük Arkeopark ve Açık Hava Müzesi bugünlerde arkeoloji meraklılarına ev sahipliği yapıyor.
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen ‘Aktopraklık Arkeoloji Söyleşileri’, Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi Başkanlığı Müzeler Şube Müdürlüğü tarafından hazırlanıyor ve her ay alanında uzman bir konuğu Bursalılarla buluşturuyor. 
Aktopraklık Höyük Arkeopark ve Açık Hava Müzesi'ndeki programın ilk konuğu 9 Ağustos günü Arkeolog-Yazar Özlem Ertan oldu. Özlem Ertan ‘Arkeoloji ve Psikomitoloji ışığında Anadolu Tanrıçaları’ başlıklı bir sunum yaptı. 
Kendisinden tarih öncesi dönemlerden antik çağın sonlarına kadar Anadolu topraklarında yaşayan tanrıça figürlerini çok yönlü bir bakış açısıyla dinledik. Artemis, Hekate ve Kibele gibi Anadolu tanrıçalarının, değişen çağlarda değişen ya da değişmeyen özelliklerini dinledik. 
Tanrıçalar yalnızca dinî ya da kültürel figürler değildi. Aynı zamanda Carl Gustav Jung’un ortaya koyduğu kolektif bilinçdışı ve arketip kavramları bağlamında insan psikolojisinin derinliklerine işaret eden semboller idi. Ve Tanrıçalar da değişirdi...
Söyleşi sonunda Özlem Ertan katılımcıların sorularını yanıtladı. Soru-cevapların ardından Müzeler Şube Müdürü Dilek Yıldız Karakaş, Özlem Ertan'a teşekkür plaketi takdim etti.

Bir Bursa  Üç Yazı
Bursa şehrini tanımak ve anlamak için katıldığım bu programların üçünü bir yazıda anlatmak istedim. Çünkü hepsi aynı amaca hizmet ediyor:
Bursa'yı anlamak ve Bursa'yı anlatmak...
Siz de anlamak ve anlatmak istiyorsanız bu etkinlikleri takip edin. Şehrinizi her gezide bir kez daha, bir kez daha keşfedin.
Bu kadim şehir kazdıkça derinleşiyor, öğrendikçe güzelleşiyor.
Bir de şehre (Doğanbey Konutları gibi yapılarla) ihanet edilmese...
18 Ağustos 2025 / C.E.Y.

Fotoğraf Galerileri
Bursa Bellek / Bursa Gezisi / 10 Ağustos 2025

14 Ağustos 2025 Perşembe

Müstahakkını Alanlarda Bugün

Eninde sonunda kişi kendini layık olduğu yerde buluyor. 
Her parti kendine layık bulduğu kişiyi kendi tarafına çekiyor.
Saflar sıkılaşıyor. Kim öyle kim böyle ortaya çıkıyor.
Bir cenahtan aldığı oylarla seçilen bir siyasinin tam tersi bir tarafa geçmesi kendi kitabına pek güzel sığıyor.
Ancak bu toz duman içerisinde o kişiyi seçen ayrı, seçmeyen ayrı mağdur oluyor.
Kısacası seçmeni, yani halkı (yine) kimse umursamıyor.

Şurada anlaşalım: 
Parti değiştirenin makamı kesinlikle düşmeli.
Başka bir tasarrufun varsa istifanı sunarsın ya da affını istersin ve bir dahaki seçime istediğin partiden girersin.
Kime ne! 
Seçilirsin ya da seçilmezsin, o da senin marifetin. 

Arka taraftardan dolanarak Ak Partili belediyelerin sayısını çoğalmaya çalışmak her türlü değerin çok altında, çok karanlık ve çok kirli bir yol. 
Bu yolu seçmiş olmak bile her şeyi ortaya seriyor...
Nitelik ve nicelik konusunu da hiç duymamışlar besbelli.
Ama biz duyduk...

Arkadaş ya, bir arınalım artık.
Bu yollar iyiye çıkmaz. Çıkmıyor gördük. Görmeye de devam ediyoruz.
Efendi gibi bir iş yapamayacak mıyız?
Nedir bu haller böyle?

Abesle iştigal derdi babam.
İşte tam da onun dediği gibi nasıl da zaman kaybediyoruz, nasıl da kahroluyoruz, nasıl da geriye düşüyoruz.
Bu tabloya bakıp, "Vay be, ne kadar da güzel yönetiyorum!" diyebiliyor musunuz?
Yoksa avucunuzdaki çekirdekleri çitleyerek ve gerine gerine "Her şey tam da istediğim gibi gidiyor!" mu diyorsunuz?
14 Ağustos 2025 / C.E.Y.

Kısa not:
Kapak fotoğrafı seçerken Nihat Sırdar'ın Müstehak Parti sayfasına rastladım. Sayfanın profil fotoğrafı da bu resimdi. Yazıma uygun buldum. Ancak karikatürün yaratıcısı kim bilmiyorum. 

29 Temmuz 2025 Salı

Bu Ahval ve Şerait İçinde

Medya günlerdir kızgın bir ejderhanın ağzından kamçı gibi çıkan yalazı görüntüleriyle alev alev yanıyor. Arkasını deli esen rüzgârlara dayamış o kamçı bir solukta ağaçları tutuşturuyor, sonra bir bakıyorsunuz koskoca bir ormanı içindeki tüm canlılarla birlikte yalayıp yutmuş. 
Evet, dünya kurulalı beri kendi kendine çıkıp kendi kendine sönen yangınlar şimdilerde insan eliyle çıkartılıyor ama insan eliyle söndürülemiyor.
Çünkü söndürmek isteyenlerin karşısına orantısız gücü ile dikilen alevler onları da yutuveriyor.
Orantısız dedim, doğru. Ne kadar orman o kadar tedbir, ne kadar tedbir o kadar ekipman olması lâzım değil mi? 
Yok, değil. Bu hesaplamalara artık gerek yok. 
Çünkü çoğu ya yanmış ya da talana açılmış olduğundan kısa bir zaman içinde ortada yanacak orman kalmayacak. (Orman Genel Müdürlüğü’nün resmi istatistiklerine göre 2012-2022 döneminde orman arazilerinde toplam 109.884 hektar maden izni verildi.)
Kıyıda köşede kalanları da birkaç seneye küle çevirdik mi al sana tertemiz, pırıl pırıl bir memleket.
Yangın söndürme uçağıydı, helikopteriydi, bilmem neyiydi, daha fazla masraf etmeyelim boşu boşuna. 
Zaten Cumhurbaşkanımızın söylediğine göre ülkemiz 27 yangın söndürme uçağı, 105 helikopter, 14 İHA, 6 bine yakın kara aracı ve 25 bini aşkın personelle Avrupa'nın en hazırlıklı ülkelerinden biri imiş. 2002 yılında 73 ton olan havadan su atma kapasitesi, 2025 itibarıyla 438 tona yükseltilmiş. 
Valla ben bilmem. Benim gördüğüm jant üzerinde giden aracı ile su taşıyan köylü. Seferber olmuş halk. Yanan köyler. Yanan hayvanlar. Yanan ağaçlar. Söndürülemeyen ama yanacak bir şey kalmadığı için sönen bir yangın. Yangına elinde hortum, üzerinde itfaiye armalı bir tişört ile müdahale eden itfaiyeciler ve insanüstü bir gayret ile yangın alanına durmaksızın sorti yapan pilotlar...
Üzülmeyelim; Cumhurbaşkanımızın zikrettiği sayılar bugünkü yangınları söndürmeye yetmiyor ama ileride çıkacak birkaç yangını söndürmeye yeter de artar. 

Toplamda 23 milyon hektar olan ormanlık alanlarımızda 2024 yılında çıkan 3 bin 800 orman yangınında 27 bin hektar alan zarar görmüş.
(Maden izinleri)          109.884 ha
(Yanmış alan)                27.000 ha
Toplam kayıp:             136.884 ha
2025 izinlerini ve 2025 yangınlarını bilahare ekleyeceğiz artık.
(24-26 Haziran arasında 8 adet büyük ölçekli yangın çıktı. Yangınlar sonucu 17 kişi öldü ve 50 binden fazla kişi tahliye edildi. Yangınlardan dolayı 80 bin hektardan fazla alan kül oldu ve yerleşim yerlerine yangınlar sıçradı.)

Yağdır Mevlâm Su
Ha bu arada haklarını yemeyelim; Bursa'da bir türlü söndürülemeyen yangınlar için Yağmur Duası daveti yapıldı ve "28 Temmuz 2025 Pazartesi günü Ulu Cami ve tüm camilerimizde sabah namazına tüm halkımız davetlidir." dendiSabah namazı ve yağmur duası için camiye gelenlerden Allah razı olsun. 
Olsun da; akıllara düşen soru şu; "Niçin daha önce denmedi?" 
Neyse, ben müjdeyi vereyim: Meteorolojinin 5 günlük harita ve uydu görüntülerine göre 30 Temmuz Çarşamba günü yağmur geliyor. (Hava tahmini yapan Kızılderili kardeş, senin de kulakların çınlasın.)
1 gün yağacak bir yağmur devam eden yangınları söndürmeye yeter 
mi bilmem. Hem, sönse ne olacak. Hava sıcak, otlar kuru, rüzgâr kuvvetli, duyarlılık desen yok, temizlik desen yok, öngörü desen yok.
Üstelik yangın çıkartmak isteyen bir akıl için bir bidon benzin ve çakar çakmaz çakan bir çakmak ya da kendisi de ağaçtan yapılmış bir kibrit çöpü ne güne duruyor... Döküverirsin, çakıverirsin, yakıverirsin sonra da kaçıverirsin...

İşin Duan, Duan İşin Olsun
İnsan işini layıkıyla ve sorumluluk duygusuyla, yani dua eder gibi yaparsa onun en büyük duası olan yaptığı iş yerine ulaşır ve duası kabul olur.
25 Ocak 2020 tarihli bir yazımda:
"Vatandaş işin doğrusunu yanlışını bilemez her zaman. Cebinden çıkacak parayı hesaplayıp işin ucuzuna kaçabilir. Bunu belli bir standarda oturtmak ve kanunu nizamı uygulamak devlet kurumlarının işi. 
Göz kapatıp avanta alınca, üzerine de dua edince olmuyor.
Dua tek başına yetmiyor.
Duayı başından edeceksin.
Senin duan dürüstlüğün ve doğruluğun olacak.
Üzerine yine el açıp şefaat dile. Geri çevrilmezsin." demiştim. 
Yine aynısını diyorum.

Koru Kolla
Bir felaket olduktan sonra yapılan çalışmalar çok önemli ancak esas önemli olan felaketi oldurmamak. 
Bunun için konulacak hedef de, koruyucu hekimlik mantığı ile önce hasta olmamak. Yangın çıkmasını, çıkanın yayılmasını önleyebilmek. Halkı ayrı, yönetimleri ayrı, kurumları ayrı bilinçlendirmek. Kuralları koymak ve tartışmasız uygulamak. Bilimi ve teknolojiyi kullanmak. Ve her an teyakkuzda olmak.

Halk Burada
Her felakete koşan, her taşın eline altını koyan, vatanı vatan, devleti devlet bilen insanlar daha ne yapsın? Bir yandan orman talanını durdurmaya çalışıyor, bir yandan orman yangınıyla mücadele ediyor, bir yandan üzerine yüklenen yüklerin ağırlığı altında eziliyor. 
Vergi desen çifter çifter, zam desen yağmur gibi, maaş desen cücük kadar. Hak, hukuk, adalet diye haykırırsa da hop içeri.

Yurttan Sesler
* Yangın uçağı alma parası ve faiz. (Evrensel gazetesinden Uğur Zengin'in haberine göre: "Son 5 yılda 6.2 milyar TL faiz geliri elde eden Orman Genel Müdürlüğü, 2024 yılında Jandarma Genel Komutanlığı ve Rusya Acil Durumlar Bakanlığı ile protokol imzalayarak toplam 75 adet hava aracı kiraladı. 3 yıllık kiralama kapsamında; 50 helikopter için 2.1 milyar TL, 14 uçak için 1.2 milyar TL, Jandarma Genel Komutanlığından kiralanan 10 helikopter için 251.7 milyon TL ve Rusya Acil Durumlar Başkanlığından kiralanan 1 uçak için 164.6 milyon TL ödeme yapıldı. Buna göre toplam 75 uçak için üç yıllık kira tutarı 3.7 milyar TL oldu. Üç yıl için 75 uçağa yapılan harcama tutarı 2024 yılı parasal değerlerine göre son 5 yıllık faiz gelirinin yüzde 31.76’sı, son 5 yıllık toplam kârın ise yüzde 6.75’i kadar oldu. 2024 yılı uçak kiralamaları tutarının kâr ve faiz gelirine oranı ise sadece yüzde 5.57’si kadar gerçekleşti."Hatırlayın, Adıyaman depreminde de Kızılay çadır satmıştı.
* Kartalkaya yangınındaki gibi 'yanan alanların sorumluluğu kimde' konusu yine gündemde. (Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin, kırsal bir bölgedeki mahallenin yakın çevresindeki orman alanlarında çıkan yangından Orman Genel Müdürlüğü’nün sorumlu olduğunun altını çiziyor. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında özel kanunlarla düzenlenmiş kırsal alanlarda yetki ve sorumluluk büyükşehirde değil. Ancak yangın yerleşim alanlarına sıçrarsa Büyükşehir'in yetki alanına giriyor. Belediyelerin itfaiye hizmetleri de burada devreye giriyor. Şahin, eğer yangın bir yerleşim yerinde başlarsa ilk müdahale büyükşehir tarafından, yangın orman alanına sıçrarsa Orman Genel Müdürlüğü tarafından yapılması gerektiğini belirtiyor. Kaynak: teyit.org)
* Yangına koşan itfaiyeden köprü geçiş ve feribot parası almak nedir? (Osmangazi Köprüsü'nün geçiş ücretlerine ilişkin olarak yapılan sözleşmeler doğrultusunda ambulansların yanı sıra itfaiyelerin, sağlık kuruluşlarının araçlarının, askerî araçların ve polis araçlarının da geçiş ücreti ödediği ortaya çıktı. Bahsi geçen araçlar yalnızca köprü üzerinde veya otoyolda meydana gelen bir kazaya ya da olağan dışı bir duruma müdahale etmek için geçerlerse geçiş ücreti ödemeyecek. Bozcaada’daki yangına giden itfaiyenin tatilciler sıralarını vermediği için feribota binemediğini de unutmayalım.)
* CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır Meclis'te düzenlediği basın toplantısında, Atatürk Orman Çiftliği'nden 403.000 metrekare orman arazisinin eski Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın üniversitesine Cumhurbaşkanı'nın imzasıyla verildiğini söyledi.
* Yağmur duasına çıkanlara bir minik hatırlatma: Ağaç olmazsa yağmur olmaz!
* Sosyal medya paylaşımlarından birinde, yangının üzerine tekbirlerle gidenlerin, yangın üzerlerine ilerleyince tekbirle kaçıştıklarını gördüm. Erkan Yolaç'ın tabiriyle, Mehter Marşı'yla gelip İzmir Marşı'yla dönmek mi desem ne desem... Bu duruma söylenecek en güzel söz, 'önce tedbir sonra emanet' olmalı.
* Orta Çağ karanlığının karanlık rahipleri vebanın Allah'ın bir cezası olarak günahkâr  insanlar için gönderildiğini, böylece kötülerin cezalandırıldığını söylerdi. Ta ki kendileri de vebaya yakalanana kadar. 
* Yangının ortasında kalarak ölenler bir yanda, eğitim sırasında bedenleri susuz kaldığı için ölen askerler bir yanda, nasıl olduğu anlaşılmaz bir şekilde mağarada ölen askerler bir yanda, 'rüşvet değil sadaka' aldığını söyleyen Diyanet'in Mekke sorumlusu Ahmet Daştanbek bir yanda...

İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un dizeleriyle haykıralım; 
"Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda!" 
Tamam ama bunlar başka...

Bu ahval ve şerait içinde yaşamaya çalışıyoruz işte.
Şartlar adeta savaş şartları. 
Ama düşman nerede göremiyoruz. Hain kim bilemiyoruz.
İçimizde mi, dibimizde mi, yukarıda mı, aşağıda mı, nerede? 
Eyyy hainler, her nerede yaşıyor ve yaşatılıyor iseniz yaşattıklarınızı yaşamadan bu dünyadan göçmeyiniz...
29 Temmuz 2025 / C.E.Y.

Süphaneke dinimiz amin! / 25 Ocak 2020
Dip! / 13 Ağustos 2021
Artemis'i Yakan Adam! / 4 Temmuz 2025

16 Temmuz 2025 Çarşamba

Onuncu Köy Silivri

Bekir Coşkun'un Günaydın gazetesindeki köşesinin adı Dokuzuncu Köy idi. Sabah gazetesine geçtiğinde köşesinin adı Onuncu Köy oldu. Zaman içinde farklı gazetelerde yazsa da, On'dan başka köye taşınmadı. 
Abdullah Gül için "O benim Cumhurbaşkanım olamaz" dediği için kendisine "İstemeyen vatandaşlıktan çıkar!" diyen dönemin başbakanı Erdoğan'a, "Gidecek yerim yok" başlıklı yazısı ile cevap vermişti. Yazıda anlattığı gibi; Uğur Ergan kendisini aramış ve Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği ile konuştuğunu, Türkiye’den kovulma haberini gösterirse Coşkun'u mülteci kabul edeceklerini, ama bir de işkence-mişkence gibi, darp izi var mı diye sorduklarını söylemişti. Bekir Coşkun yurduna olan aşkını anlattığı yazısını, "Doğrusunu isterseniz bu toplumun göz göre göre dinimizi siyasete alet edenlerin peşine takılması, boşa giden yazılarım, o yalnız kalma duygusu... Bunların tümü canımı yaktı ve sevgili Uğur’a "Darp izi yok da, yürek yarası olur mu?" diye sordum. Olsa da, olmasa da... Benim gidecek başka bir yerim yok..." sözleriyle nihayetlendirmişti.
Bekir Coşkun 18 Ekim 2020 günü Onuncu Köy'den On Birinci Köy'e taşınana kadar yerinden kıpırdamadı. Coşkun'un On Birinci Köyü'nün adı, doğduğu köy olan Şanlıurfa'nın Tülmen Köyü idi...
Yaşıyor olsaydı bugünler için Onuncu Köy Silivri diye bir yazı kaleme alırdı...

En Entelektüel Köy Silivri
Yıllardır süren "Silivri soğuktur!" kara mizahı son aylarda alacakaranlık kuşağına dönüşmüş durumda. 
Güneydoğu şehirlerinde başlayan Ak Partili olmayan belediyelere "kayyum" operasyonları, Ak Parti'den CHP'ye geçen İstanbul ilçe belediye başkanları ve akabinde Mart 2025'te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile Marmara Bölgesi açılışını yaptı. Ardından Ege'de İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin önceki dönem başkanı Tunç Soyer, Akdeniz'de Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek ve Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar Temmuz 2025'teki operasyonlardan nasibini aldı. 
Sırada kimler var bilmiyoruz...

(Bu arada, yazıyı yazdığım esnada İmamoğlu'nun duruşmasında karar çıktı. Karara göre: 
"Tutuklu İBB Başkanı ve CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'i 'tehdit edip hedef gösterdiği' suçlamasıyla yargılandığı davada karar çıktı. Mahkeme heyeti İmamoğlu’nun "hedef gösterme" suçundan beraatına karar verdi. İmamoğlu'na "tehdit" suçundan 2 ay 15 gün "kamu görevlisine hakaret" suçundan 1 yıl 5 ay hapis cezası verildi. İmamoğlu'na, kamuoyunda 'siyasi yasak' olarak bilinen cezanın uygulanmasına da karar verildi. Cezanın onanması halinde İmamoğlu'na siyasi yasak getirilecek.")

2025'in ilk tutuklananı olan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ sonradan gelenlere ev sahipliği yaparak hepsini ağırladı. 148 gün süren tutukluluğunun ardından bayrağı içeridekilere devrederek tahliye oldu.
Silivri'nin sıcağını ya da soğuğunu yiyen sadece belediye başkanları ya da siyasiler değil. Sakinler arasında etki alanı epey geniş olan Fatih Altaylı da var. Zaten onun bütün suçu da etki alanının geniş olması ve kovdurtulacak bir patronunun olmaması.  
Üstüne bir de doğruları dosdoğru söyleyince...
Ona ve diğerler gazetecilere "dedindi, demedindi ya da demek istedindi" suçlamaları ve "Sen bi gel, suç arkandan gelir!" mantığı ile hop gözaltı, hop tutuklama ve marş marş Silivri.  
Tam bir süpürme hareketi ile Dokuz Köyden Kovulmuşların Köyüne Hoş Geldiniz!

Hoş; Bekir Coşkun gibi onlar da bir başka köyde onursuzca yaşamaktansa onuncu köyde onurlarıyla yaşamayı yeğliyorlar ve kendilerini anlatma derdine düşmüyorlar. Biliyorlar ki ortada suç muç yok, sadece suçlama ve muçlama var... Fatih Altaylı'nın eşi Hande Altaylı'nın dediği gibi: "Bazen hapse girenlerden olmak, hapse atanlardan olmaktan bin kat iyidir."

Üstelik bu muçlamalar ters de tepiyor. Fatih Altaylı'nın düzenli olarak içeriden yazdığı mektuplar (eminim ki bu mektuplar kitap olacaktır) program partneri Emre tarafından her gün itinayla okunuyor. Emre'nin sesi ve ekrandaki boş koltuk her gün her zamankinden daha fazla izleniyor. Uğur Dündar, Ahmet Ümit, İsmail Saymaz, Ümit Özdağ gibi isimler programı boş bırakmayarak Altaylı'nın koltuğuna oturup Altaylı'ya, aslında hepimize destek ve moral veriyor.

Daha düne kadar CHP'yi PKK ile iş tutup DEM'lenmekle suçlayan iktidar PKK ile yeni bir açılım başlatıyor. İçeride yatanların pek çoğu ise PKK sempatizanlığı ile suçlanıyor. ("Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" demek serbest.) Dava bir yerden düşerse, başka bir yerden tutulup tutukluluk devam ettiriliyor.
Kısaca deniyor ki: "Siz şu ara ayak altında dolaşmayın! Uslu uslu içeride oturun!"

Silivri davaları tarihe kara bir leke olarak düşerken dışarıdaki hayat da en kuvvetli leke çıkartıcıların bile fayda etmeyeceği kadar kirlenmeye devam ediyor.
Geçim derdi, adalet derdi, hak derdi, hukuk derdi gibi yaşama dair ne varsa hepsi ile dertlenen insanlar şaşkın, kırgın, kızgın, üzgün ve garip bir şekilde sessiz. 
Küçük bir kesimin ise dünya yansa hasırı yok.
Memleket gerçekten alev alev yanıyormuş, ne gam.
Onlar bağır çağır yaşamaya devam...
****
Dertlenmeyi bir kenara bırakalım ve biraz ileriye bakalım.
Bir gün gelir Marmara Açık Ceza İnfaz Kurumu Silivri Tutukevi ahalisinin katılımı ile Onuncu Köy Silivri programları yapılır/yaptırılır mı dersiniz?
Yapılırsa ne âlâ, yaptırılırsa kötü…
Hani 15 Temmuz’un ardından FETÖ kumpasları ile içeri atılanların sürekli televizyonlara çıkartılıp FETÖ şöyle kötüydü, Kötüydü Evet, böyle kötüydü, Kötüydü Evet, dedirtildiği gibi.
Ama biliyoruz ki kötü olan sadece onlar değildi.
Merak ediyorum, o gün bu işten Rabbim affetsin diyerek çıkanlar Rab katında affedildi mi?
16 Temmuz 2025 / C.E.Y.

4 Temmuz 2025 Cuma

Artemis'i Yakan Adam!

Yangınların yurdumuzun batısını ele geçirdiği şu günlerde yine Anadolu'nun batısında, o dönem bir liman kenti olan Efes'te Milat öncesi tarihlerde geçen bir öykünün anlatıldığı oyunu Bursa Baro Tiyatrosu Tiyatro Advocato'dan izledik.
Bir Efes Masalı oyununu Grigory Gorin'den Filiz Ofluoğlu çevirmiş, İzzet Boğa yönetmiş, müzikleri Nedim Yıldız bestelemiş, ışığı Bahadır Hançer ayarlamış, afişi Seda Sayar tasarlamış, oyunculara da oynamak kalmıştı.
Geceye özel davetiyelerimiz ayrıca kişiye özeldi
Ve Perde!
Oyun, oyuncuların tümünün sahnede olduğu, kimsenin kuliste sahne sırası beklemediği on iki kişilik canlı mı canlı bir oyundu. Tamamı avukatlardan oluşan Bursa Baro Tiyatrosu Tiyatro Advocato oyuncuları hukuk ve mahkeme içerikli bu oyunda tiyatro sahnesinde değil, adeta mahkeme sahnesindeydiler. Sesleri öyle gür, diksiyonları öyle sağlamdı. Oyunculukları ise parmak ısırtıyordu. 
Tarihin Bilinen İlk Kundakçısı
Biraz da oyunu anlatalım. Bir varmış bir yokmuş, iki varmış üç yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde Efes şehri Morpheus'un kollarında yatarken Efes'in ortasında bir Artemis Tapınağı varmış. Gel zaman git zaman bir gün bu tapınağı Efesli bir korkusuz adam olan Herostratus yakmış. Bu adam istemiş ki kimse kendisini unutmasın. İstemiş ki herkes ona "Artemis Tapınağını Yakan Adam!" desin.
* Bugün bir deyim olarak kullanılan Herostratik Şöhret tanımı ne olursa olsun şöhret uğruna her türlü zarar verici, yıkıcı eylemi yapmayı ifade ediyor. Herostratos Sendromu, tanınmak uğruna insanlara ve çevreye zarar veren saldırılar gerçekleştiren kişileri tanımlamak için kullanılıyor. Reklâmın iyisi kötüsü olmaz diyenleri de aynı sepete atabilir miyiz bilmiyorum.

Roma Yanıyorr
Bilinen ikinci kundakçının Neron olduğunu düşünebilirsiniz. Şehri kundaklayan o mudur değil midir bilinmez ama Suetonius ve Cassius Dio, Neron'u delice bir arzuyla şehri yok etmek isteyen bir kundakçı olarak tasvir eder. 64 yılının sıcak bir temmuz gecesi (18 Temmuz'u 19 Temmuz'a bağlayan gece) Circus Maximus etrafında kümelenen dükkânların arasında başlayan ve ahşap Insulaların tutuşmasıyla büyüyen yangının şehrin büyük bölümünü küle dönüştürdüğü sıralarda Neron'nun balkonunda bir müzik aleti çaldığı söylenir. 
Artemis'i Yakan Adam
M.Ö. 356 yılının 21 Temmuz'unda Antik Dünya'nın 7 Harikası'ndan biri olan Efes'teki Artemis Tapınağı'nı yakan o kişi tüm sisteme kafa tutan, her türlü düzeni ve makamı ters yüz eden, korkunun her türlüsünü yaşamış Efesli özgür adam Herostratus idi. 
"Artemis Tapınağı'nın mimarını kimse hatırlamayacak ama Artemis Tapınağı'nı yakan kişi olarak beni herkes hatırlayacak!" diyordu. Unutulmak istemiyordu. Tarihe geçmenin kabulleniş ile değil karşı çıkış ile olacağına inanıyordu. Bunun için sessizliğe değil isyana yöneliyordu. 
(Bilinçleninceye kadar asla başkaldırmayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler. George Orwell / 1984)
Kendisi hapisteyken drahomadan kalan katlanmış (aile meselesi bir uzun hikâye) borcunu kopartmak üzere koşa koşa hapse gelen tefeci Krisipus'un, ki kayınpederi olur, ek yerini bilip onu ayaküzeri dolandırıveriyordu mesela. Bu tavrı ile 'kendisini dolandırmak istemeyen hiç kimseyi dolandırmayan' Sülün Osman'ı hatırlatıyordu.
Krisipus • Herostratus
Artemis'i Yakan Adam olarak kendi marifetini itiraf edip bundan zevk alırken çevresindekilerin ve sistemin ne kadar iyi(!) olduğunu sorguluyordu. 

Kendisini aşağılayan Baş Yargıç Kleon'a Ben Herostratus'um. Artemis Tapınağı'nı yaktım. Adım çağlar boyunca hatırlanacak. Ama sen Baş Yargıç Kleon, seni kim hatırlayacak? Hayır, sen de beni yargıladığın için anılacaksın!” diye sesleniyor, daha sonra yargıç Kleon'u alaşağı ediyor, Persli Vali Tisafernes'i de Vali'nin karısı Klementina'yı da ayağına getiriyordu. 
Yaktığı sadece Artemis Tapınağı değil, iki yüzlü makam sahiplerinin iç yüzleriydi.
Kleon • Tisafernes • Klementina
Çünkü hepsinin Herostratus'un ayağına gitmek ve ters yüz olmak için yeterince zaafı ve yeterince günahı vardı. 
Nihayetinde hepsi yüzyıllar boyu zerre kadar değişmeyen İNSAN'dı.
Oyunda her karakterin yüzünde maske misali var olan ağır makyajın arkasında sahnedeki karakterlerin karanlık hayaletleri yaşıyordu.

Herostratus'un Korku Basamakları
Korkunun bütün basamaklarını tek tek çıktığını ve her aşamasını iliklerine kadar yaşayıp bitirdiğini söyleyen Herostratus oyunda, Artemis'i yakışı esnasındaki korku basamaklarını bu tirat ile resmetti:
"Birincisi, yaptığım şeyi ilk düşündüğüm an duyduğum korkuydu ama şan ve şöhret kazanacağımı bildiğim için bu korku uçup gitti. İkincisi, beni tapınağın içinde yakaladı. Duvarlara zift sürüp çırayla tutuştururken. En berbatı üçüncüsüydü. Tapınak yanıyordu. Sütunlar devriliyor, mermer parça parça oluyordu. İnsanlar benim yaktığım ateşi görmeye geliyordu. Bağırdılar. Saçlarını başlarını yoldular. Tapınağın yanında bir tümseğe çıktım ve haykırdım. Heeeey, beni dinleyin. Bu tapınağı ben yaktım ben. Benim adım Herostratus. Beni duydular, sus pus oldular. Ortalıkta sadece yanan tapınaktan çıkan sesler kaldı. Sonra insanlar üstüme yürümeye başladı. Gözlerinde alevleri gördüm. O suratlar. İşte o an dördüncü korkuyu duydum. Ölüm korkusu. Ama bu bütün korkuların yanında cılız kalırdı. Çünkü, ben ölüme inanmam."
İnsan korkularından arınınca nasıl da özgürleşiyor değil mi? Sizi korkuttukları ne varsa ellerinden aldığınızda artık kimse sizi korkutamıyor.

Unutturamaz Seni Hiçbir Şey
Ancak egemen güç onu "unutulmak" ile cezalandırmak istedi. Öldürmek ve adını bütün kayıtlardan silmek (damnatio memoriae) istedi... Hani bizim "Unut beni Google" dediğimiz gibi.
Ya da George Orwell'in 1984 kitabında insanları buharlaştıran Gerçek Bakanlığı gibi.
Oysa kimse unutulmak istemez. Geleceğe uzanmak ve sonsuzluğu yakalamak ister. Bunca portre, bunca tablo, bunca fotoğraf, bunca "Selfie", bunca eser ve bunca çocuk neden sanıyorsunuz?

Galka Galkina > Grigory Gorin
Oyunun yazarı Grigory Gorin 1940 Moskova doğumlu bir Rus Yahudisi. Sovyet Ordusu subayı olan Podolian Volochysk'li bir baba ve doktor olan bir annenin çocuğu olarak Moskova'da doğan Gorin, 1963'te Sechenov 1. Moskova Tıp Enstitüsü'nden mezun olduktan sonra bir süre ambulans doktoru olarak çalışmış. Öğrencilik yıllarında amatör oyun yazarlığıyla ilgilenmiş. 1960'lardan itibaren hiciv makaleleri ve çizimleri yayınlamaya başlamış. Sonunda profesyonel olarak yazmayı seçmiş. Yunost dergisinde Mizah Bölümü Şefi olarak çalışırken Galka Galkina takma adını kullanmış. 15 Haziran 2000'de henüz 61 yaşındayken Moskova'daki evinde ani bir kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Gorin, Vagankovo ​​Mezarlığı'nda yatıyor olsa da eserleriyle yaşamaya devam ediyor.

İnsanlığın Ateşle İmtihanı
Herostratus oyunda kendini Prometheus ile bir tutuyor. Mitolojiye göre Prometheus ateşi kendi gözyaşı ile yoğurduğu balçıktan yarattığı insana armağan etmek için Demirci Tanrı Hephaistos’un alevler saçan ocağından bir kıvılcım çalar ve insanlara armağan eder. O gün bugün dünya insan eliyle hem ilerler hem tükenir.
Sanırım ateşin (yaratıcılığın, bilimin ve uygarlığın) doğru ellerde olmadığında nelere mâl olduğunu gördükçe Prometheus'un kalbi alev alevdir. O ki tanrısal düzene kafa tutmuş, karşı çıkmış, insanoğlunu yaratarak ve onlara ateşi vererek bu düzeni değiştirmeyi başarmıştır. 
Düzeni değiştirmekle iyi etmiştir ancak insanların içindeki çamurun kıvamını ayarlayamamıştır. Kiminin suyu fazla gelmiştir, kiminin toprağı...
Herostratus da bozulan dengelere isyan ederek dengesini kaybedenlerdendir.

Oyundan Dökülen İnciler
* İnsanlar hikâyelere inanır gerçeklere değil. Ben ne anlatırsam insanlar için gerçek o olacak. 
Tarihi kim anlatırsa gerçek o olur. (George Orwell'in 1984 kitabında “Eğer bütün kayıtlar aynı masalı söylüyorsa o zaman yalan tarihe geçecek ve gerçek olacaktır.” dediği gibi.)
* İstersem unuturum istemezsem unutmam. Bazen istesem de unutamam. 
* Rahipler yalnızca zenginlerin getirdiği armağanlarla ilgilenir. 
* İnsanlar kendinden zekileri asla bağışlamaz. 
* Bugün beni lanetleyenler yarın ilginç biri olduğumu düşünmeye başlar, bir yıla kalmaz beni sever, beş yıl sonra bana taparlar.
* Paranı kaybedersen deneyim kazanırsın, sağlığını kaybedersen kaçamak yapmanın keyfini kazanırsın, karını kaybedersen özgürlüğünü kazanırsın. Ama umudunu kaybetmemelisin. Umudunu kaybedersen her şeyini kaybedersin.
* Yazarlıktan kim para kazanmış? Bu zamanda insanlar okumaya para mı harcıyor?
* Erkekler büyük bir sevdaya tutulursa tapınak yaparlar, yakmazlar.
* Yangın vergisi koydum. (Aman kimse duymasın!)
* Hak ve hukuk yürüsün diye büyüklere güç bahşedilmiştir. (Bunu herkes duysun!)
* Halk aptaldır, Tanrıça akıllı. 
* Yasalara krallar hükmeder. Krallara ise Tanrılar.
Herostratus Artemis'i yakarken Tanrılar neredeydi?
* Tapınak İşleri Başkanlığı mı burası?
* İnsan hayatının hangi çağda değeri oldu ki?
* İnsanın edepsizliği, kurnazlığı ve hayasızlığı tüm tanrılardan güçlüdür.
* Ya tanrılar yoktur ya da ben bir Tanrı'yım!
* Tarihi istediğin gibi değiştiremezsin. Tiyatro mu bu?
* Zeus çarpar, soldan alır sağa çakar! 
* İşimiz Zeus'a kaldı...
Oyunun sonundaki selamlama sahnesi bildiğimiz gibi değildi
20 Yılda 20 Oyun • Tiyatro Advocato
Yirminci yılını kutlayan Bursa Baro Tiyatrosu Tiyatro Advocato bu yirmi yılda yirmi oyun oynadı. 2004 yılında 45 avukat ile kurulan ve çalışmalarına tiyatro sanatçısı ve yönetmen Özer Tunca ile başlayan ekip 2005 yılında ilk oyununu sahneledi. 2006 yılından bu yana Avukat İzzet Boğa yönetmenliğinde oyunlarını izlediğimiz ekibin gençlerden oluşan ve sürekli yenilenen kadrosu Tiyatro Advocato'yu hep zinde ve hep diri tutuyor. Tiyatro genç kalır da yönetmeni yaşlanır mı, o da yaşlanmıyor. Tiyatroya olan aşkı ve bu yola baş koymuşluğu İzzet Boğa'yı yaşsız kılıyor...
* Tiyatro Advocato'nun oyun takvimini Instagram hesaplarından takip edebilirsiniz.
Metin Öztosun • İzzet Boğa
Bir Efes Masalı oyununun sonunda sahnede Yönetmen İzzet Boğa, Bursa Barosu Başkanı Metin Öztosun, Bursa Barosu eski başkanları Ali Arabacı ve Ekrem Demiröz, oyunun müziklerinin bestecisi Nedim Yıldız ve oyuncular bir arada...
4 Temmuz 2025 / C.E.Y.

Oyuncular:
Tisafernes: Murat Özdemir
Klementina: Tuğce Alsaç - Feyza Cicioğlu
Erita: Selin Yanmaz Çetin - Ece Kula
Kleon: Kemal İltaş
Herostratus: Batuhan Çağrı Sevik
Krisipus: Said Başpınar
Gardiyan: Hızır Hakkı Coşkun
Günlükçü: M. Barış Haçan
Günlükçü: Serhat Çınar
Vatandaş-Nöbetçi: İshak Emre Kalaycı
Vatandaş-Nöbetçi: Oğuzhan Seymen
Vatandaş: Nihat Onur Altun

BURSA BARO TİYATROSU TİYATRO ADVOCATO yazılarımdan:
Hora Hora Barışa / 20 Haziran 2019
Artemis'i Yakan Adam! / 4 Temmuz 2025