20 Ocak 2025 Pazartesi

Ezel Akay'ın Bursa'sı, Hepimizin Bursa'sı

Her sabah ve her akşam yollarına revan olunan okullarında okuduğun, teneffüs zili çalar çalmaz okul bahçesine fırladığın, okul sıralarına ismini kazıdığın, sıra arkadaşların, okul arkadaşların, sevdiklerin sevmediklerin, mahalle bakkalı, komşu anne, komşu baba, mahallenin ağabeyleri ablaları, ilk aşkın, "bilmem kim" amcaların yaşadığı şimdi viraneye dönmüş konak, "bilmem kim" teyzenin eline tutuşturduğu yağlı ekmek, bir komşuya gelen ilk televizyon, diğerinin aldığı ilk buzdolabı, ilk müziklerini dinlediğin "karışık" doldurulmuş 60'lık ya da 90'lık kasetler, trafik diye bir şeyin olmadığı caddeler, tek tük arabalar, tangur tungur giden at arabaları, Arnavut kaldırımlı taş sokaklar, taş evler, ahşap evler, akşamlara kadar ter içinde top oynadığın henüz otopark ya da apartman olmamış boş arsalar, başını hafifçe kaldırınca görünen gökyüzü, şehrin ışıklarının gökyüzünü aydınlatmadığı o koyu karanlığın içinde ışıldayan yıldızlar, tabak gibi mehtap, incecik hilâl, yüzülebilen deniz, içilebilen su, solunabilen hava...
Her şeyin senin olduğu, adeta senin doğumunla dönmeye başlamış bir dünya. 
Sana doğan ay, göğü kızıllıklara boyayarak senin için batan güneş, senin sokakların, senin seslerin, senin kokuların, senin şehrin, kısacası, senin zamanın. 
Geçmiş günleri anlatırken gözlerinin ışıldadığı, bir şehrin eski zamanlarını olduğu kadar, saçlarına ak düşmüşlerin ya da artık saçı kalmamışların o genç, o deli dolu, o fişek gibi hallerini biliyor olmanın verdiği aidiyet duygusu. 
Senin için bir şehri değerli kılan işte bunlar. İçinde yaşadığın o zamanlar. Yani senin dönemin...

Ezel Akay'ın Bursa'sı
Bursa Büyükşehir Belediyesi Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi Başkanlığı Kent Tarihi Araştırmaları ve Arşiv Şube Müdürlüğü tarafından, geçmişten günümüze kaybolan kültürel mirası kayıt altına alma çalışmaları kapsamında başlatılan, ‘Bursa Bellek- Kent Söyleşileri’nin ilk konuğu, 19 Ocak 2025 Pazar günü Bursalı bir isim olan yönetmen, senarist, yapımcı, seslendirmen ve oyuncu Ezel Akay oldu.
Moderatörlüğünü Gazeteci Sibel Bağcı Uzun’un üstlendiği ve Merinos Bursa Müze Galeri Alanı’nda gerçekleşen söyleşide Ezel Akay bizlere, aslen İnegöllü olduklarını, anne babasının Bursa'da evlendiğini, babasının görevi dolayısıyla Anadolu'da bulunduklarını, o yüzden Bursa'da değil Kastamonu'da doğduğunu ama daha sonra Bursa'ya taşındıkları için Bursa'da büyüdüğünü söyleyerek, çocukluk ve gençlik günlerinin Bursa'sını anlattı. Çekirge Mutlu Evler'den Setbaşı'na, oradan Yeşil ve Emirsultan'a yatay, Aşıklar Kahvesi'nden Acemler'e dikey uzanan güzergâhta biriken anılara yazları eklenen Burgaz (Güzelyalı değil, Burgaz) anıları, Bursa hamamları, Bursa sinemaları, Bursa fotoğrafçıları, Erkek Lisesi erkekleri, Kız Lisesi kızları derken izleyicilerle karşılıklı konuşulmaya başlandı. 
Nihayetinde 1971-1978 yılları arasındaki Ezel Akay'ın Bursa'sı hepimizin Bursa'sıydı..
1961 doğumlu Akay ilkokulu Çekirge'deki Murat Hüdavendigar İlkokulunda, Ahmet Sevim'in sınıfında, liseyi Bursa Erkek Lisesi'nde okumuştu. İlk gençliği 70’li yıllarda geçmişti. Yazının girizgâhında anlattığım ne varsa hepsini o da yaşamıştı. Daha sonra üniversite için Bursa'dan ayrılmış, Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesinden makina mühendisi olarak mezun olmuş, ardından da Amerika'da Villanova Üniversitesi'nde tiyatro öğrenimi görmüştü. Reklam metin yazarlığı, tiyatro yönetmenliği ve oyunculuğu, yapım asistanlığı ve amirliği yapmıştı. Daha sonra İFR'nin kurucu ortağı olarak film prodüksiyonu sektörüne girmişti. 1996 yılından günümüze kadar, yapımcı, yönetmen, senarist, seslendirmen ve oyuncu olarak pek çok filme imza atmıştı.

Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?
Bursalılar onu en çok ‘Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?’ filmi ile hatırlayacaklardır.
Ezel Akay söyleşide, çekimleri Bursa'nın Orhaneli ilçesinde yapılan ‘Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?’ filminin hikâyesini anlattı. Plato ya da film köyü Orhaneli'ye kurulmuş, Orhaneli Belediyesi imkânlarının azlığı dolayısıyla filme yetecek desteği sağlayamamış, filmin maliyeti hesaplananın kat be kat üzerine çıkmıştı. Maalesef ki Beyazıt Öztürk ve Haluk Bilginer'in oynadığı bu unutulmaz film hak ettiği dönüşü sağlayamamıştı. 
Ve "batış"!

Şehir Film Ofisleri
Laf lafı açarken Şehir Film Ofisleri ile Uluslararası Komedi Filmleri Festivali projesine geldi söz. Öncelikle, Türk halkı olarak neşemizi ne kadar kaybettiğimiz, gülmeye ne kadar muhtaç kaldığımız gerçeğin ta kendisiydi. Şehir Film Ofisleri de kentte çekilecek filmlerde film ekibinin her gereksinimine cevap verebilecek, her konuda danışmanlık verip, yardımcı olacak ve yönlendirebilecekti. İzmir'de İzmir Sinema Ofisi, Mersin'de Mersin Sinema Ofisi vardı. Kasım 2024'te de Manisa'da Manisa Sinema Ofisi açılmıştı. Bursa'da da açılmalıydı.
Dağıyla deniziyle, tarihiyle kültürüyle, güçlü iş ve sanat dünyası ile Bursa, uluslararası boyutta bir şehir olmalıydı. 

İncir Yağı
Ezel Akay hafızasındaki yemekleri anlatırken, incir yağından bahsetti. İncir çekirdeği yağını duymuştum ama incir yaprağı yağını şimdiye kadar hiç duymamıştım. İnternete şöyle bir göz attığımda cilt güzelliğine iyi gelen "Dikenli İncir Yaprağı Yağı" ile incir yaprağının sızma zeytinyağı içerisinde demlenmesiyle elde edilen ve yemeklerde lezzet verici olarak kullanılan İncir Yaprağı Yağı'na rastladım. 
Anne ve babasıyla
Bursa'yı Tanımlama Soruları
Söyleşinin sonunda moderatör Sibel Bağcı Uzun, Ezel Akay'a, gençlik dönemlerimizin anket defterleri soruları misali sorular sordu.
* Bursa'nın hangi köşesi size "İşte buradayım dedirtiyor?
Aşıklar Çay Bahçesinin olduğu, Uludağ'a tırmanan yerleri çok seviyorum.
* Bursa bir renk olsaydı, sizin için hangi renk olurdu? 
Artık yeşil değil...
* Bursa'nın kokusunu tarif etseniz sizin için nedir?
Nişasta ve zamk kokusu. (Çocukluğunda kutucuda çalıştığını ve çocukluğuna dair hatırladığı kokunun nişastadan yapılan zamk kokusu olduğunu anlatmıştı.) 
* Bu şehir size bir şarkı söyleyecek olsa hangi şarkıyı söylerdi?
Zeki Müren şarkıları.
* Bursa'da bir şeyi değiştirme gücünüz olsa neyi değiştirirdiniz?
Taassubu ortadan kaldırırdım. Daha neşeli ve daha eğlenceli hayatlar olsun isterdim. 
* Sizce Bursa hangi mevsim olurdu, neden?
İlkbahar...
* Bursa'nın sesi sizin için nedir?
Rüzgâr hışırtısı, kar ve Uludağ.
* Şehir size bir insan duygusunu öğretecek olsa Bursa size hangi duyguyu öğretirdi?
El alem ne der?
* Şehrin size bir hikâye anlatmasını isteseniz ilk cümlesi ne olurdu?
Kadın işçiler... (1910 Bursalı İpek İşçilerinin Grevi ile Bursa, tarihin ilk grevlerinden birinin yaşandığı bir şehir. Grevi anlatan belgesel filmi izlemek için tıklayınız.)
* Bir yerin adını değiştirme şansınız olsaydı nerenin adını değiştirirdiniz?
Çekirge'nin adının değişmesini asla istemezdim.  
* Bursa bir hikâyenin ya da bir masalın kahramanı olsa nasıl biri olurdu?
Yine kadın geliyor aklıma. Bursa kadın-erkek ilişkisi bakımından liberal bir gelenekten geliyor. O dönemlerde Rum kadınları Türkmen kadınlarından daha mutaassıp mesela.
****
Söyleşi izleyicilerle Ezel Akay arasında kâh soru-cevap, kâh sohbet olarak devam etti.
                        
 Müzeler Şube Müdürlüğü Şb.Md. V. Dilek Yıldız Karakaş, Kent Tarihi Araştırmaları ve Arşiv Şb.Md. Deniz Dalkılınç, Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi Başkanı Güney Özkılınç, Bursa Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Mehmet Ali Saldız, Sanatçı Ezel Akay, Bursa Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Yıldız, Gazeteci Sibel Bağcı Uz
Programın sonunda  Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanvekili Mehmet Aydın Saldız, Ezel Akay'a günün anısı olarak bir hediye takdim etti. Ancak bitmedi. Akay'ı bir değil iki sürpriz bekliyordu. 
İlki, 20 Ocak doğum günü olduğu için büyük bir pasta, ikincisi "Lise Not Karnesi". 
Gelen pastanın mumları üflendi. Karneyi de Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Yıldız takdim etti.
Bu söyleşiler her ay tekrarlanacak. Böylece Bursa'nın farklı boyutlarını, farklı zaman dilimlerden ve farklı gözlerin bakışından yakalamaya çalışacağız.
Önümüzdeki konuklardan ikisi şimdiden belli. Burcu Kara ve Halil Ergün...
21 Ocak 2025 / C.E.Y.


1930'LU YILLARIN SONLARINDA BURSA
Yazımın sonunda Bursalı Gazeteci-Yazar Musa Ataş'ın 1930'lu yılların sonlarında yazdığı ve benim (hiçbir satırına dokunmadan) gazete küpüründen yazıya döktüğüm şu üç yazıyı okumanızı isterim. 
Yazılardan ilki Karagöz-Hacivat üzerine. Diğer ikisi de, Ezel Akay'ın "Kadın işçiler" sözüne istinaden hatırıma geldiğinden dolayı, Bursa sokaklarında işe ve okula gidenlerin yarattığı uhrevî hava üzerine.

KARAGÖZ'E MEZAR DEĞİL, ÂBİDE YAPTIRMALIYIZ
Konya mebusu doktor Osman Şevki Uludağ ile bu mevzu etrafında yeni bir mülâkat yaptık
"Son günlerde gazetelerde, mecmualarda ve hatta radyoda bile sık sık yine Karagöz’den bahsediliyor. Hatta, radyoda çocuklara Karagöz oyunu oynatılıyor. Geçenlerde maruf terbiyeci İsmail Hakkı Baltacıoğlu, radyoda Karagöz’e dair bir konferans bile verdi.
Şehrimizde, Çekirge yolu üzerinde bulunan Karagöz’ün mezarını tamir ve ihya etmek isteyenler de var. Zaman zaman tazelenen bu mevzu üzerine, sekiz sene evvel Halkevimizde, ilk defa olarak Karagöz’ün yaşamış bir şahsiyet olmadığını ortaya atan Konya mebusu doktor Osman Şevki Uludağ’a başvurduk. Muhterem doktor, Karagöz’e mezar değil, bir âbide yaptırılmasının daha doğru olacağını bildirerek şunları söyledi:
“Sekiz sene evvel Bursa Halkevi’nde açılan Karagöz bahsinde, ona bir mezar yaptırmak tasavvuru üzerine konuşuluyorken ben şu hakikatleri söylemiştim:
Evvela Karagöz’ün yaşamış bir şahsiyet olup olmadığını anlayalım, mezarın şeklini sonra düşünürüz.
O vakte kadar bazı kitaplarda yazılmış olan bir hakikati ben ilk defa bahse mevzu edince etrafımda bulunanların gözleri açılmış, benim her ne pahasına olursa olsun herkesin sözüne aykırı hareket etmek için bir yol tuttuğuma hükmolunmuştu. Fakat ısrarım üzerine ertesi gece kendi aralarında toplanan Bursa Halkevi’nin tarih kolu, kendilerinden beklediğim şu kararı verdi: Karagöz yaşamış bir şahıs değildir. O Türk edebiyatında en büyük rollerden birini oynamış olan Şeyh Tüsterî’nin ibda ettiği bir tiptir. Meselâ edip Halit Ziya’nın (Aşkı memnu)undaki (Behire) gibi.
Havadis ertesi günü İstanbul gazetelerinde yer bulmuştu. Günün meselesi olmuştu. Evvelâ günlük yazıları için mütenevvi bahisler üzerinde duran muharrirler bahsi kendi görüşlerine göre mütalaa ettiler, hatta birisi (Biz Tahtakale tornalarında odundan adam çektirmek istiyorken, dünyada öyleleri var ki, yaşamış olanları da öldürüyorlar) diyecek kadar millî kültürden, millî tarihten uzak bir dava için bayrak açtı. Sanki Türk milletinin tarihinde adam yokmuş gibi odundan adam istiyordu.
Biz, açtığımız bahiste elbette susmayacaktık. Senedimiz kuvvetli oldukça öne sürdüğümüz davayı kazanmadan geri dönmek yaradılışımızla da tezat teşkil ederdi. Karagöz’ün yaşamış bir şahsiyet olmadığını muhtelif delillerle söyledik, yazdık. Tarih ve kültür bahsinde hakikaten hürmet edilmeğe lâyık âlimlerimiz, üniversite profesörlerimiz de bahse iştirak ettiler ve beni teyit ettiler. Fakat sekiz senedir bahsin bulandırdığı sular hâlâ durulmadı. Karagöz bugün de günün meselesidir. Gazeteler ve radyomuz bununla meşguldür.
Karagöz’ün yaşamış bir şahıs olmadığı hakkındaki eski sözleri tekrar etmeyeceğim. Fakat şu Karagöz hakikaten yaşamış bir adam olsaydı bundan Türk milletinin faydası ne olurdu? Bence şu olacaktı: vaktin birinde (komik Şehir. K. Hasan Ef.) gibi veya ondan üstün alâka uyandıran bir adam çıkmış, herkesi güldürmüş, kendisine göre terbiyevî bir gaye üzerinde de yürümüş. İyi ama, bir millette her devirde bu nevi insanlar yetişebiliyor. Ve bunların ömürleri söndükten sonra bıraktıkları değer nispetinde olarak ayrıca halkın yüreğinde yaşar. Bence bir millet arasında bu neviden bir adamın yetişmiş olması büyük bir sevinç mevzuu değildir. Fakat büyüklük şahsın fani hayatında değil de devrin edebiyatında ise işte büyük olan odur. Bunun aksi de söylenebilir. Meselâ Nasrettin Hoca gibi. O yaşamış bir adamdır, onun da sözlerine gülünür. Fakat onun sözleri bir felsefe kaynağıdır ki Karagöz’le mukayese olunamaz.
Hakikatte hürmet gösterilecek kimse Karagöz değil, onu icat eden Şeyh Tüsteri’dir. O halk arasından bir tip çıkarmış, adına Karagöz demiş, devrin devlet memurları veya allâmeleri arasından da bir tip seçmiş, ona da Haceyvat demiş. Ve bu muhayyel adamları konuşturarak asırlardan beri Çinlerde, Hindistan’da ve Orta Asya’da Türkler arasında yaşayan hayal oyununa yeni bir çeşni vermiş, sevk, neşe içinde herkese edep, terbiye, hayâ telkin etmiş.
Tahtadan, bezden, boyadan, yapılan kuklalar, onu oynatanın elinde ne ise Karagöz ve Hacivat da Şeyh Tüsteri’nin elinde odur ve başka bir şey değildir.
Bu gibi bir bahiste başka milletlerde de misaller vardır. Meselâ İspanyol edibi Servantes’in Don Kişot’u. Dört asırdan beri yaşayan bu tip bütün dünyada meşhurdur ve o tipin maceraları her lisanda yüzlerce defa basılmıştır. Halbuki Don Kişot diye bir adam dünyaya gelmemiştir. Onu Sevantes icad etmiştir. Şimdi bahsin can alacak noktasına gelelim: Ben Karagöz yaşamış bir adam değildir hakikatini söylediğim vakit, sözleri ters ve aykırı anlamak itiyadında bulunanlar bunu Karagöz oyunu aleyhine söylenmiş bir söz saydılar. Halbuki mesele hiç de öyle değildir. Ben şahsen ilk zevkli kahkahayı Karagöz perdesi karşısında attım ve ilk içtimaî dersleri orada aldım. Karagöz oyununun terbiyevî tesirleri vardır. İyi idare olunursa Karagöz perdesi bütün millete hitap eden bir kürsü yerine geçebilir.
Bu kanaatta olan bir adamın sözleri anlaşılmayıp da (Karagöz oyununu kaldırmak cinayettir) diye ömründe fitil pompasiyle sivrisinek bayıltmaktan başka cana kast etmemiş olan bize karşı fazla bir iftira etmiş olurlar. Biz yaşamayan şahıslara mezar değil, yaşayan edebiyata âbide dikmek davasındayız. Yine İspanyollardan aynı misal alayım.
İspanyollar Madrid’te Don Kişot heykeli dikmişlerdir. Bununla Servantes’in namını ebedîleştirmişlerdir. Biz de Karagöz heykeli yapabiliriz ve Şeyh Tüsteri’nin namını ebedîleştirebiliriz. Zannederim ki hurafelerle karışıp parmaklığına bez parçaları bağlayacak bir mezar yerine beş müddetle içtimaî hayatta mühim roller oynamış olan edebiyat namına bir âbide yapmakta daha terbiyevî, daha içtimaî, faydalar vardır.
Şurasını da kaydetmeliyim ki en mezar aleyhinde katiyen değilim. Bir millete hizmet etmiş büyük adamın mezarı onun tezahür etmiş şahsiyetidir. Mazi bir millet üzerinde mutlak bir nüfuzu haizdir. Herkes bir irsiyetin tesiri altındadır. Mezar put değildir, ama, eslâfının kabirlerine hürmet edenler mutlaka ahlâklı insanlardır. O halde fırsat düşmüşken bizi maksadımızı anlamadan mezar aleyhinde zannedenlere bir şey tavsiye edeyim. Eğer Bursa-Çekirge yolunda mutlaka mezar şeklinde bir âbide yapmak isteniyorsa bu mezar yaşamamış olan Karagöz için değil, Türk âleminden harice bile taşıp hürmetle okunan mevlüdün sahibi Süleyman çelebi için olmalıdır. Süleyman Çelebi asırlar görmüş yazılariyle hâlâ bizim ahlâkımıza, ruhumuza nüfuz ediyor. Bin bir meşgale içinde bunalan dimağlar bir an için dahi olsa hırslardan, didinmelerden tecerrüt ederek başka bir âlemde yaşamak ihtiyacı duydukları vakit Süleyman Çelebi’nin mevlüdünden yardım bekliyorlar.
Mezar bu zat için yapılır ve böyle bir mezarı yapmak hisse, dimağa, ruha muvvaffakiyetle hitap eden büyük Türk edibine karşı bizim için borçtur bile."


ŞEHİRDEN REPÖRTAJ / SABAHLARI MERİNOS FABRİKASINA AKAN İNSAN NEHRİ...
Karacabey’den sabaha karşı Bursa’ya dönüyoruz. Tan yeri henüz ağarıyor, Uludağ, şehrin üstünde haşmetli bir silonet halinde yükseliyor. Bursa derin bir sessizliğe gömülmüş uyuyor... 
Yalnız Merinos fabrikasına giden asfaltın üstünde bu sessizliği bozmayan sessiz bir insan nehri akıp gidiyor. Kadın, erkek genç, ihtiyar yüzlerce ameleden mürekkep karmakarışık bir insan yığını yürüyor... Bunlar fabrika işçileridir. 
Kiminin koltuğunda çantası, kiminin nevalesini saklayan bir paketi var. Sabahın ayazında pardesülerinin yakalarını kaldırmış kimseler, alaca karanlık içinde zor seçilen tipler, sabah uykusunun tatlı mamurluğunu bozmaya çalışır gibi ağır ağır ilerliyorlar... Altıparmağı dönüyoruz, Kuruçeşme’ye çıkıyoruz. Elân bu insan nehrinin arkası alınmamış bulunuyor. Evlerinde yavrularını uykuda bırakmış genç analar, belli ki: Onların maişetini kazanmak için uykularını terk etmişler... Fecirle birlikte fabrikaya gidiyorlar. Manzara görülecek haldedir. ;
Merinos fabrikasının, bu memlekete hiç bir şey kazandırmadığını farz etsek, yalnız orada çalışan yüzlerce insanın geçindirdiği binlerce nüfusun bu yüzden mayişetlerini kazanması bile bu muazzam devlet müessesesinin kuruluşunda Bursa lehine kaydedilen hikmeti işarete kâfidir. Kaldı ki: Bursa’dan Çanakkale’ye kadar uzayan engin meralarda yetiştirilen Merinos sürüleri mevcudiyetlerini sadece bu fabrikaya medyun olmasınlar.  ;
Büyük sanayide devletle birleşmenin memlekete temin ettiği en büyük kazanç da budur. Çünkü: Böyle milyonluk fabrika kuracak aramızda kaç vatandaş vardır? 
Nehir akıyor ve ben bunları düşünüyorum. Bursa, bu manzarasile hakiki bir sanat şehri yaşıyor... Yolunuz düşer ve sabahın o saatinde uyanabilirseniz Merinos asfaltının başında durup bu azametli tabloyu siz de seyredersiniz."

GÖRÜŞLER DÜŞÜNCELER / SABAHLARI ŞEHİR
"Bursa’nın en hareketli ve hummalı faaliyet saati sabahın yedisile sekizi arasıdır. Ve bir yabancı Bursa’yı işte bu saatte görmelidir. Çünkü bu saatte Atatürk caddesinden sağa sola doğru siyah önlüklü mektepli kızlar seli akar. Kaskenli kurdeleli (lohusa kurdeleli), elleri çantalı, küçük büyük binlerce genç, sanki bir karınca kesafetile bu caddeyi kaplar.
Fabrikalarına giden işçiler, işleri başına koşan dükkâncılar ve memurlardan başka şehir haricindeki fabrikalarda çalışanları taşıyan otobüsler, İstanbul’a gidenleri Mudanya’ya götüren diğer otobüslerin hareketleri, yolcularını uğurlayanların kalabalığı şehirde baya canlı bir hareket sahnesi doğurur… Zaten her şeyin sabahı böyle ateşli ve hareketli değil midir ya!;
Gönül ister ki; Bursa’nın akşamı da böyle olsun… Mamafih buna, gayet tabiî olarak imkân yoktur. Akşam, yorgun bir hareketin ifadesidir. Sabahın ceyadetini (Ceyyid’den geliyor olabilir. İyi/Güzel anlamında) akşamda arayıp bulmak mümkün değildir. Tevekkeli değil, eskiler akşamın hayrından sabahın şerri iyidir dememişler…"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder