29 Mart 2024 Cuma

"Medenî Kanun Sil Baştan Yazılamaz!"

Bursa Barosu Kadın Hakları Merkezi tarafından düzenlenen ve MEF Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Av. Nazan Moroğlu tarafından verilen bir konferanstaydım bugün. BAOB Ortak Salon'da gerçekleşen konferansın konu başlığı "Medeni Kanun, 6284 Sayılı Kanun ve Kadınların Kazanımları" idi ve konferansta "Kadının İnsan (OLMA) Hakları" konuşulacaktı.
Av. Nazan Moroğlu
Av. Nazan Moroğlu'nu daha önce Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği'nin İstanbul'da düzenlenen "Önder Kadın Ödül Töreni"ninde tanımıştım. Bu kez canlı dinleme fırsatını buldum. Sayın Moroğlu, kadın hakları üzerine yaptığı çalışmalarla pek çok saygın kurum ve kuruluş tarafından defalarca onurlandırılan, pek çok kadına ışık olan, pek çok kadına el uzatan, 2021 yılında da Uluslararası Üniversiteli Kadınlar Federasyonu’nun (GWI) 100. yılına özel hazırladığı GWI Pioneers: Dünyanın 100 Öncü Kadını Listesi'nde yer almış, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesi bir kadın, bir kadın avukat ve bir kadın öğretim üyesi. Kadın sıfatını özellikle bastırarak söylüyorum; çünkü o; kadın haklarını savunurken kadınlığından ödün vermeyen ama kadınlığını kimsenin gözüne sokmayan, fikri hür, vicdanı hür, mücadeleci, kazanımların da, henüz kazanılmamışların da, kaybedilmişlerin de farkında, insan gibi insan bir kadın.
Ve ben bugün adeta onun dersinde bir öğrenciymiş gibi büyük bir hazla dinledim kendisini...
Konferansa Bursa Barosu Başkanı Av. Metin Öztosun'un yanı sıra, genç kadın avukatlar katıldı. Avukat hanımlar sordukları sorular ve konulara olan hakimiyetleriyle içimdeki umutları yeşerttiler.

Konu malum: KADIN...
Hani şu, konuşmaktan bıktığımız, hak aramaktan usandığımız ve neden "yok" sayıldığımızı anlamadığımız konu. İnsan seçmediği bir durum için nasıl yüceltilir ya da nasıl aşağılanır değil mi? 
Kadın konusu sakıncalı ancak AİLE KURUMU baş tacı. Kadın olmadan aile nasıl olunacak sorusunu sormayın, cevap yok! 
Yazıma Av. Nazan Moroğlu'nun konuşmasından kısa başlıklar alıntılayarak devam ediyorum:
1990 yılında kurulan "Kadın Bakanlığı" 8 Haziran 2011 tarihinde kaldırılır, yerine "Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı" kurulur, 2018 yılında, "Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı" olarak yeniden yapılandırılır. 21 Nisan 2021'de adında ve politika alanında "kadın olmayan" "Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı" kurulur. 

Kadın yok, aile var!
Kadın ortalarda dolanmasın, erkekten rol çalmasın, insanı günaha sokmasın, haddini bilsin, evinden çıkmasın, kocasına KADINLIK, çocuklarına ANALIK yapsın! Hak mak, eşitlik meşitlik karıştırmasın.

Hele siyasete hiç bulaşmasın!
Moroğlu, konuşmasında siyasette kadın oranına dikkat çekti. 1935 yılında dünya ikincisiyken 2023 yılında 105. sıraya düşmüşüz. Dünya ülkeleri kadın siyasetçi oranlarını hızla yükseltirken biz yerimizi koruyamamışız. Üstelik seçme ve seçilme hakkına dünya ülkelerinin pek çoğundan önce kavuşmuş bir ülke iken...

Nisa taifesi gözü açılmadan erkenden evlensin!
Kadınlarda evlenme yaşı 1926 yılında 18 iken, 1938'de 15 ya da 14'e çekildi. 2002'de 17, olağanüstü şartlarda ise 16 yaşa alındı. Yüz senede epey ilerleriz derken...
Not: 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun (TCK) 6/1-c maddesi uyarınca 18 yaşını doldurmamış kişi çocuktur. Çocuğun "kendi rızası" olmaz!

Evlense ayrılmasın, ayrılsa nafaka talep etmesin!
Halk arasında nafakanın süresiz olduğu algısı söz konusu fakat yoksulluk nafakası ile iştirak nafakası birbirine karıştırılıyor. Hukukta 'süresiz nafaka' yok. Nafaka, kadının çalışmaya başlaması, yeniden evlenmesi veya bir başkasıyla fiilen evli gibi yaşaması durumlarında kesiliyor. Ayrıca nafakayı illa kadın talep edecek diye bir şey yok. Yoksul olan kimse o talep ediyor. Genelde de erkekler eşlerinin çalışmasını (ki bir zaman bu bile kocanın iznine tabiydi) istemedikleri için onları mesleksiz ve gelirsizliğe, yani kendilerine mahkûm ediyorlar. Sonra da taşıdıkları yük ağırlaştıkça bunalıyorlar. Yeni bir hayata geçiş yapmak isteyince kadını kapının önüne dımdızlak koymaya kalkışıyorlar. 
Haliyle kızılca kıyamet kopuyor.  
Mümkünse acıkmasın, susamasın, nefes almasın!
E ya çocuklar? Onlar da mı hiçbir şey talep etmesin?
Evin ihtiyaçları için eve para bırakmaktan ödü kopan erkekler için de çözüm var diyor Moroğlu. "Evin geçimi için gereken parayı doğrudan kadının hesabına yatırtabiliyoruz. Böylece kendisine evin dışında  bir hayat kurmaya çalışan erkek iki evi birden idare edemeyince "el mahkûm" evine, yuvasına(!), dönüyor." diye ekliyor. Eve "el mahkûm" dönen kocaya ne yapılacağı evdeki kadına kalmış artık...

Miras meselesi
Kocası ölen kadın yasal olarak kocasına ait varlıkların dörtte birine sahip oluyor. Mirasın dörtte üçü çocuklarına kalıyor. Çocukları yoksa miras, ölenin ana-babasına, kardeşlerine diye devam ediyor. Moroğlu burada da "katılma payı"ndan söz ediyor. Sağ kalan eşin mirasın yarısına, sonra da yarısının 1/4'üne sahip olabileceğini söylüyor. 

Soyadlarına özgürlük!
Biliyorsunuz, evlenince soyadı değişen kadın oluyor. Aslında bu zorunlu değil. Karşılıklı anlaşmayla kimin soyadının kullanılacağına karar verilebiliyor. Tansu Çiller-Özer Uçuran Çiller çiftini hatırlayın. Soyadının evlilikle değişmesi de şart değil, isteyen bir kişi adını olduğu gibi soyadını değiştirmek için de mahkemeye başvurabiliyor.

Önce önlem, sonra mücadele
Koruyucu sağlık hekimliğindeki gibi, aile içi şiddette de önce şiddeti önlemenin yolları aranmalı, bunun için eğitime çok erken yaşlarda başlanmalı. Eğitimde geç kalınmış vakalarla da yılmaksızın mücadele edilmeli. Ediliyor da. 4320 ile 6284 sayılı kanun ve kadını da erkeği de bu açmazdan çıkarmayı kendine ilke edinmiş hukukçularla edilen mücadeleler başarıya ulaştıkça kadınlar birbirlerine yol gösterir oluyor.

Şiddet Çeşitlerimiz
Şiddet sadece fiziksel değil. Ekonomik, cinsel, ruhsal, sosyal ve dijital şiddet de var. Şahıslar şiddeti ihbar ve koruma kararı almak için karakola, jandarmaya, kolluk amirine, mülkî amirliğe (vali, kaymakam), aile mahkemesine ve baroların Adli Yardım ve Kadına Yönelik Şiddet Bürolarına başvurabilirler. Şiddet mağduru kişilerle karşılaşan sağlıkçılar vakayı hastane polisine bildirmekle mükelleftir. 
****
Hepimizin büyük bir alaka ile dinlediği konferansın sonunda Genel Sekreter Av. Yener Poroy, Av. Nazan Moroğlu'na anı plaketi verdi. Sonra da hep birlikte kameralara böyle poz verdik.
Hukukçuların hukuk diliyle konuştukları, sorunlara kanunlarla çözüm aradıkları bu toplantıda ilerlemeleri ve gerilemeleri bir arada gördük. Bir yasanın 9 yıl çık(a)mamasına şaşırdık. Nazan Moroğlu gibi öncü kadınların ömürlerini kadın haklarına ve eşitliğine vakfetmelerine büyük bir minnet ve saygı duyduk.
Diyanet İşleri'nin "Koca izin vermezse kadın çalışamaz" söylemi, müftülere resmî nikâh kıyma yetkisinin verilmesi, hükümetin hep bardağın dolu tarafını gösterip yapılmayanları söylememesi ve medenî kanunun sil baştan yazılmaya çalışılması bizlere, laik hukukun simgesi devrim yasamıza ve medenî hukukumuza sahip çıkmamız gerektiğini gösteriyor.
Yolumuz, "Medenî Kanun Sil Baştan Yazılamaz!" sloganı ile yola çıkanların yoludur...
29 Mart 2024 / C.E.Y.

KADIN üzerine yazdığım yüzden fazla yazıdan sadece birkaçı:
Hesapta biz de varız! / 5 Aralık 2016
Eşitlik Berekettir / 7 Mart 2017
İzin verme, BEKLET! / 4 Ocak 2018

18 Mart 2024 Pazartesi

'Nisan Balığı' kimi yutacak?

Bursa
Yerel seçimlere çok az bir zaman kalmışken adaylar heyecan içinde kendilerini ve projelerini anlatma derdindeler. Halkta ise aynı heyecanı görmek zor.

O yüzden bu yazı biraz 'gel-git'li, biraz 'amalı çımalı' bir yazı olacak.
Malum; insanlar ne öylesine ne de böylesine inanıyor.
Hiçbirine inanmıyor, çünkü hiçbirine güvenmiyor. Güvenmiyor çünkü kerelerce hayalkırıklığına uğradı ve yine uğrayacağını düşünüyor.
Büyük çoğunluk kendini bir partiye ait hissetmiyor.
İnsanlar adaletsizlik ve hukuksuzluk içinde yaşamaktan yorgun.
İnsanlarda eski coşku ve heves yok. 
İnsanlar seçim değil geçim derdinde.
İnsanların seçimi kazananın geçim derdine derman olacağına inancı yok.
İnsanlar, 'aday dediğin seçilene kadar konuşur, seçilince unutur' diyor.
Şu anda belediye başkanı olup partisi tarafından yeniden aday gösterilenler sanki yıllardır belediyeye hükmetmiyormuş gibi koştur koştur yeni icraat peşinde.
Diğerleri ise daha iyisini biz yaparız deme derdinde.

Bursa'nın Birkaç Adayı
İYİ Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı Selçuk Türkoğlu, "Dip dalga olarak geliyoruz, anket sonuçlarını alt üst edeceğiz!" diyor.
Yeniden Refah Partisi Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı Sedat Yalçın yola, ‘Ahlaklı Belediyecilik’ sloganı ile çıkıyor.
Cumhuriyet Halk Partisi Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mustafa Bozbey, hangi siyasi görüşten olursa olsun halkın sosyal belediyecilik için Bozbey İttifakı’nda buluştuğunu söylüyor ve şimdi de Buralıları gülümseteceğiz diyor.
Ak Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan mevcut başkan Alinur Aktaş "16 bin sosyal konut inşa ediyoruz, vatandaşlarımızı ev sahibi yapıyoruz.” diyor.

İlçelerde de durum farklı değil... 
93'ten bu yana yaşadığım Nilüfer, bir memleketim Karacabey, bir diğer memleketim Mudanya, Osmangazi, Yıldırım, Gemlik, İznik ve diğer ilçeler de tüm ülke gibi hummalı bir dönemde. 
Ramazana denk gelen bu dönemde adaylar, iftar ve sahur davetlerinde kendilerini anlatmaya çalışıyor.
Yani bu aralar büyük katılımlı iftarlar düzenlemek, aniden(!) gidilen evlerde ya da yurtlarda çoğunlukla yerde(!) hazırlanan sofralarda oruç açmak ve sahurda menemen(!) pişirmek pek bir "trend"...
Yaz günü menemeni anlarım da; domatesin kilosu şu kadar, biberin kilosu bu kadarken kış günü menemen pişirmek de ne? Tencereyi koydukları ocak da yanmıyor üstelik... Doğalgaz kesik ihtimal...

Vaat vermek kolay
Size adayların vaatlerini tek tek anlatamam. Üç aşağı beş yukarı hepsi aynı şeyi konuşuyor.
Mesela, muhalefet adayları iktidar belediyelerinden daha iyi çalışacakları üzerine; iktidar adayları da kendilerine muhalefet ederek kendilerinden daha iyi çalışacakları üzerine konuşuyor. 
Her bölgenin hizmet önceliği farklı. Kimi belediyeler ilçede okuma-yazma oranını yukarı çekmeye çalışıyor, kiminde ise vatandaş resim sergisi açacak galeri bulmakta zorlandığı için hayıflanıyor. Düzensiz göçmenler ve mülteciler ise her kentin, daha doğrusu ülkenin en birinci sorunu. Bu konuda kimsenin ağzını bıçak açmıyor.

Bir Nilüferli Olarak
CHP'nin Nilüfer Belediyesi adayı Şadi Özdemir'i, yine CHP'nin Bursa Büyükşehir Belediyesi adayı Mustafa Bozbey'i ve YRP'nin Bursa Büyükşehir Belediyesi Sedat Yalçın'ı değil ama YRP Başkanı Fatih Erbakan'ı canlı dinledim. Adayların tüm davetlerine icabet edemesem de gelen basın bildirilerini okudum. Cumhur İttifakı'nın Ak Partili Nilüfer adayı Celil Çolak'ı Cüneyt Özdemir'in programında Kenan Taş ile yaptığı sohbette izledim. 
* Bozbey Bursa'nın trafiğinden deprem riskine, hava kirliliğinden eğitime, Kent Anayasası'ndan ekonomiye ve Bursaspor'a kadar geniş bir yelpazede yenilikler vadediyor.
Mustafa Bozbey
15 yıl boyunca Nilüfer'i yöneten ve Nilüfer'e bir kimlik kazandıran Bozbey'i daha dingin ve daha kendine güvenli gördüm. Geçen seçimlerde "Mustafa" olarak çıktığı yolda kaybetmiş ve bu kez yola "Bozbey" olarak çıkmıştı. Eğer ki bu seçimi kazanamazsa "Yenilen pehlivan güreşe doymaz" misali mi davranır yoksa elini eteğini siyasetten çekerek kendine yeni bir boyut mu kazandırır bilmem.
* Geçtiğimiz dönem Sedat Yalçın Ak Parti'nin büyükşehir adayıydı. Kendi tabiriyle kendisi "Zor zamanların adamıydı." Bu kez YRP'nin adayı. Basınla buluşmasında yaptığı konuşmayı YouTube üzerinden dinledim. Fatih Erbakan'ın katıldığı toplantıda ise kendisi hiç konuşmadı. 
Fatih Erbakan
Erbakan salona kalabalık bir kitle ile girdi, konuşmasını adeta kıtalar arası bir uzaklıktan ve kimsenin yüzüne bakmadan, tamamladı. Soru soranlarla soru sorarken de, sorulan soruları cevaplarken de kimseyle göz teması kurmadı. Erbakan konuşması boyunca ayaklarını periyodik olarak topukları yerde sabit olmak kaydıyla yukarıya doğru çekti. Galiba kendisi biraz gergindi.
LGBT olayını dış güçlere bağlayarak biz LGBT'ye karşıyız dedi. Sonra geldiği gibi kalabalık bir kitle eşliğinde salonu terk etti. 
YRP Nilüfer'e Zeynep Candan Albayrak'ı, yani bir kadını aday göstermiş. Zeynep Hanım Erbakan'ın toplantısında hepimizle tek tek merhabalaştı. Genç ve güler yüzlü bir kadın. Ardından gelen parti yetkilisi ise kadın olduğumdan dolayı benimle tokalaşmak istemediği için elini göğsüne götürdü. Ben ısrarla elimi uzatınca ben dahil tüm kadın konukların elini sıkmak zorunda kaldı. Eğer ki kendisinin abdesti bozulduysa sebep olan kadınlar olarak solumuzdaki melekler defterlerimize gereğini yazmıştır herhalde. Takdir-i İlahi...
* Celil Çolak'ı dinliyorum; Nilüfer'de yönetim anlayışı değişmeli diyor ve Nilüfer'deki rantı Nilüferlilere dağıtacağız diye ekliyor. Sosyal medya paylaşımlarında yanında Recep Altepe ile birlikte yürüdüğünü görüyorum, Tüm sözleri bir anda anlamını kaybediyor. 
2017 tarihli bir haberde Orhan Sarıbal'ın alt alta sıraladığı, Recep Altepe'nin kente karşı işlediği 18 suç maddesi aklıma düşüyor. Doğduğuna bin pişman Doğanbey konutları, Bursa ovasının imara açılması, yıkılıp yeniden yapılmak istenen sitelere 0,50 emsal artışı ve kat artışı verilmesi, İnegazi'de yeni kurulan ve Kestel'de kapasitesi artırılan çimento fabrikaları, yıllarca bitmeyen ve Mudanyalıyı canından bezdirerek pek çok esnafa dükkân kapattıran Mudanya sahil projesi, Dağyenice'nin Termal Turizm'e açılma onayı, STK'lar tarafından gerçekleşmesine izin verilmeyen DOSAB Termik Santral projesi, Kayapa Çöp Depolama ve Yakma projesi ve daha nicesi... 
En önemlisi de Cumhurbaşkanı tarafından belediye başkanlığından alınarak yerine İnegöl'den Alinur Aktaş'ın atanması...
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demez mi insan? Der... Demeli de... 
Hatta belki bunu tüm adaylar için dile getirmeli...
Onlar bizim balık hafızalılığımıza güveniyolar ama bu teknoloji çağında ve şu devasa "dijital dünyada" hiçbir şey unutulmuyor...

Gülmek Herkese Yakışıyor
CHP'li adaylar "Gülümseme" üzerinden kapsayıcı bir program yürütüyor. 
"Gülümseyin Nilüfer'desiniz"den, "Gülmek Nilüfer'e yakışıyor"a uzanan slogan Bozbey ile "Tüm Bursalıları gülümsetme"ye evrilmiş. 

Şadi Özdemir
CHP'nin içinde gelen, bir dönem CHP İl Başkanlığı yapan ve CHP tarafından son anda aday gösterilen Şadi Özdemir'i halk yeterince tanımıyor. O da kendini tanıtmak için soluksuz çalışıyor.
 Şadi Özdemir "100 Güldüren" 100 projesini şu 10 başlık altında detaylandırıyor:
“Dijital Dünyada Hep Online Nilüfer”
“Depreme, Afete, Krize Direnen Nilüfer”
“Ortak Vicdana İnanıp, Dayanışmayı Büyüten Nilüfer”
“Tohumuna, Toprağına Sahip Çıkan Nilüfer” 
“Yaşattığı Çevresiyle Nefes Alan Nilüfer”
“Kent Hakkı için Söz Hakkını Savunan Nilüfer” 
“Kültürün Başkenti Nilüfer”
“Sonsuz Merakını, Öğrenerek Doyuran Nilüfer”
“Sporun Enerjisiyle Hareketlenen Nilüfer”
“Kendi de Genç Olduğu için Gençleri Çok Seven Nilüfer” 
Şadi Özdemir
Bu on başlığın içinde cinsiyet eşitliği, personel alımında cinsiyet kotası, CHP Osmangazi Belediye adayı Erkan Aydın ve Mustafa Bozbey ile birlikte imzaladıkları "Kadın Eşitliği" projesi, çalışan ya da çalışmayan kadınların çocuklarını birkaç saat bırakabilecekleri çocuk bakım evleri (ki bu tarz evlerin yaşlılar için de birkaç saat ya da birkaç gün bırakılabilecek  şekilde olmasını öneririm), dönüşümde kamu lehine olma önceliği, çok amaçlı kültür merkezi (ki koskoca Nilüfer Nâzım Hikmet KM, Uğur Mumcu KM ve BAOB salonlarına sıkışmış durumda), yurtlar, kent lokantaları, kreşler, barınaklar, soğuk hava depoları gibi 100 adet Yüz Güldüren proje mevcut.
Malum; kentin farklı bölgelerinden Nilüfer'e göç devam ediyor. Çünkü o vatandaşlar Nilüferli profilinde yaşayıp, Nilüferli gibi gülümsemek istiyor. Onlar da kendi semtlerinde gülümseyebilirlerse belki Nilüfer'e akın bir nebze olsun engellenmiş olur. Yoksa yeni Nilüfer eski Nilüfer'i çok aratır ve Nilüferli eskisi gibi gülümseyemez olur...
Dönüşüm curcunası içinde yükselen binalar, artan nüfus ve artan trafik Nilüfer'i Nilüfer olmaktan çoktan çıkardı desek, o da yalan olmaz... 
Bu seçimin sonucunda gülümseme teması yerini "yar saçların lüle lüle, yarim sana güle güle"ye bırakabilir. Onu da az bir zaman sonra öğreneceğiz.

Nisan Balığı
1 Nisan günü pek çok kişi Nisan Balığı ile karşılaşacak. Balık kimine av, kimine avcı olurken, kimi de Nisan Balığı'nın kendisi olacak.
Kimi oltasına takılan 'Nisan Balığı'nı pişirip afiyetle yutacak, kimisi de zokayı kendisi yutup 'Nisan Balığı'nın akşam öğünü olacak. Kiminin yüzü gülerken, kiminin yüzü yerlere düşecek. 
Olsun, varsın düşsün. Seçimlerde aslolan halkın yüzünün gülmesidir. 
Hoş, yıllardır bırakın anamızı, yedi ceddimizi ağlatan bir düzen içinde yaşayıp gidiyoruz. Daha ne kadar ağlatabilirler, daha ne kadar kötü olabilir diyoruz, onu da başarıyorlar. Biz yine de bu kahpe düzene inat gülümsemeye devam ediyoruz.
Ernesto Che Guevara'nın dediği gibi:
Gülmek devrimci bir eylemdir. Dik dur ve gülümse. Bırak neden güldüğünü merak etsinler.” 

Vatanla cüzdan arasında bir yerde
Bir kısım insanın keyfi yerinde, paraya para demiyor.
Bir kısım fakirleşmiş, elindeki üç kuruşla ay sonunu değil, haftayı nasıl çıkartacağını hesap ediyor.
Bir kısım ise "cafelerde kahve içebiliyor duruma yükselmiş olmaktan" memnun yaşıyor.
Anlıyoruz ki onların dolapları yardımlarla doluyor, ceplerine birkaç kuruş konuyor, insanlar üretmeden gelir sahibi olmaya fena alışmış ve "parayı veren düdüğü çalar" mantığı ile hareket ediyor. 
Seçim ve geçim dedim ya yazının başında; kiminin derdi vatan, kiminin derdi cüzdan. 
Ne diyelim... 
Biliyoruz ki bunlar hep uzun soluklu bir politikanın "başarılı" sonuçları...
****
Derdi vatan, vicdan, ahlâk, hak, hukuk, adalet, hizmet olan; komplekssiz, eski kalıpları kırabilmiş, "protokol şeylerine" takılmayan, yola yeni bir anlayışla çıkmışlara ve yeni bir anlayış talep edenlere selam olsun...
1 Nisan'da, yani doğum günümde pastayı üfleyene kadar hoşça kalınız.
18 Mart 2024 / C.E.Y.

Nisan Balığı nedir?
1564 yılında Fransa kralı IX. Charles yılbaşını 1 Nisan’dan 1 Ocak'a aldırır. Bu arada 1 Nisan’ı sene başı olarak kabul etmeye devam edenlerle alay etmek amacı ile yapılan şakalar, bir süre sonra gelenek haline gelir. 1 Nisan’ı yılbaşı kabul edenlere ise “Nisan Balığı” adı verilir. 
Kaynak: Wikipedia

2 Mart 2024 Cumartesi

Bursa'nın Zamansız Kadınları

Tarih araştırmalarını “Kurtuluş ve Kuruluşta Kadın Kimliği” üzerine yapan Araştırmacı Yazar İlknur Güntürkün Kalıpçı, 1919 ve 1938 yılları arasında dünyaya ilkleri yaşatan ve birbirinden farklı alanlarda imzası olan kadınları yurdun dört bir köşesine, hatta sık sık da yurt dışına çıkarak, durmaksızın, bıkmaksızın anlatır. 
Kendisini Bursa'da defalarca izledim, dinledim, yazdım, anlattım.

Bu kez ise izleyici tarafında değil, sahnedeydim...
Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Aylin Sabancı  beni arayıp da bu projede yer almak isteyip istemeyeceğimi sorunca, hemen kabul ettim ve acaba hangi karakteri canlandıracağım diye merakla beklemeye başladım.
Gelen haber tam da benim hayalimdeki kadındı. Çünkü ben bu aralar bir çalışma dolayısıyla kendisiyle sık sık 30'lu yılların gazetelerinin sayfalarında karşılaşıyor, onu dinliyor, onunla konuşuyor, onun yaptığı konuşmalara şahit oluyordum.
O kadın, Zehra Budunç idi...

Tiyatral Konferans
Cumhuriyetimizin 100. yılına ithafen TÜKD Burşa şubesi tarafından ikinci kez sahnelenen "Bursa'nın Zamansız Kadınları Tiyatral Konferansı", bir kez daha Bursa'nın iz bırakan kadınlarını zaman tünelinden geçirip bugünlere getirdi.
Bir ilki başararak dünyada kendisine "Tiyatral Konferans" tanımıyla yer bulan ve litaratüre geçen bu anlatımda, o dönemin kadınlarını bu dönemin kadınları canlandıracaktı.  Günümüzde her biri kendi alanında ayrı bir değere sahip kadınlar, kendilerine atfedilen karakterleri büyük bir gururla sahiplendi.
Dönemin kıyafetleri ve aksesuarları titizlikle seçildi. Kuaförler saçları dönemin modasına göre tasarladı. Bunlarla birlikte, canlandırdığımız kadınların duruşları, bakışları, edaları hepimizin üzerine adeta o dönemin kokusu gibi sindi.

Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Kurucularına TÜKD Bursa Şubesi üyesi kadınlar can verdi. 
* 1928 yılında avukatlık ruhsatını alarak Türkiye'nin ilk avukatı olan, ayrıca kadınların lokantada yemek yiyebilmesinin önünü açan Süreyya Ağaoğlu'nu (1909-1989) Aysel Alpaslan
* Türkiye'nin ilk kadın Roma Hukuku Profesörü Türkan Rado'yu (1915-2007) Hande Özgüven
 Türkiye'nin ilk kadın kimyacısı, Sorbonne Üniversitesini bitiren ve aynı üniversiteden doktora derecesi alan ilk Türk kadını Remziye Hisari'yi (1902-1992) Tevhide Boğazkesenli
* Türkiye'nin ilk kadın gökbilimcisi, İstanbul Üniversitesi kayıtlarında 1 numaralı doktora alan kadın bilimci Nüzhet Gökdoğan'ı (1910-2003) Ruşen Ildız
* Türkiye'nin ilk botanikçisi, ilk kadın Zooloji Profesörü ve Türkiye'nin profesör unvanlarına sahip ilk kadını Fazıla Şevket Giz'i (1903-1981) Feyza Karaaslan
* Türkiye'de okuyarak doktor olan ilk kadın doktorlardan Müfide Küley'i (1904-1995) ise Nuran Özbilgin canlandırdı.
Fotoğraf: Serap Ataş Öztat
* 1919 yılında Bursa'da"Bizim Mektep" adında özel bir okul kuran, Millî Mücadele yıllarında "Muhaberesiz muharebe olmaz" taktiğiyle Bursa'daki istihbarat faaliyetlerinde etkin rol alması sebebiyle savaş sonrası İstiklâl Madalyası ile ödüllendirilen, Türkiye'nin ilk kadın belediye başkan yardımcısı ve CHP Bursa milletvekili (1946-1950) Zehra Budunç'u bendeniz Canan Ekinci Yılmaz
* Türkiye'de mimarlık diploması alan ilk iki kadından birisi (diğeri Münevver Belen) ve İstanbul Mimarlar Odası’na kaydolan “Bursa Evleri” konulu tezi ile doçent unvanını alan, ilk kadın mimar Leman Cevat Tomsu'yu (1913-1988) Ülfet Öztürk
* 1932 yılında katıldığı güzellik yarışmasında, 28 jüri üyesinin 25'inin verdiği oy ile Dünya Güzeli seçilen Keriman Halis Ece'yi (1913-2012) Ece Eker
* Galatasaray Spor Kulübü’nün kürek takımının lisanslı sporcusu (1926), Türkiye'nin ilk kadın spor kulübü başkanı, İnegöl İdman Yurdu Kulüp Başkanı, öğretmen Vahide Birkey'i (1909-?) Benek Bilge;
* Bursa'da ilk araba kullanan, Türkiye'nin ilk kadın sanayicilerinden, iş hayatında 36 yıl başarıdan başarıya koştuktan sonra 80 yaşında Açık Öğretim Fakültesi'ne devam eden Muzaffer Tolon'u (1927- ....) Mine Rana Kahramanoğlu;
* 1933 yılında Cumhuriyet gazetesinin organize ettiği Türkiye güzellik yarışmasına katılmak üzere Bursa’da il çapında düzenlenen güzellik yarışmasını kazanan Leman Sadullah SaydamMediha Aşçıgil
* Bursa'da ilk tiyatroya çıkan, Gürsu'da öğretmenlik yapan ve Türkiye'de bir ilçeye isim veren (Gürsu) ilk kadın olan Muazzez Kutluay'ı (1912-.?) Selma Çetinkaya Türker
* Atatürk tarafından 43 kadın ve 700 erkekten oluşan bir müfrezenin başına getirilen ilk kadın müfreze reisesi (Üsteğmen) Fatma Seher Erden'i, nam-ı diğer Kara Fatma'yı (1888-1955) Selda Tekman
* Çanakkale Cephesi'nde 70. Alay Komutanı olan Halit Bey'in çocuk yaşta annesiz kalan, dört yıl boyunca cephede büyüyen, 12 yaşında onbaşı rütbesi alan kızı Nezahat Onbaşı'yı (1908-1994) Nevra Batı
* Maksem köprüsünü yakmak için kendisinden gazyağı isteyen düşman askerine gazyağını vermediği için yaylım ateşine tutularak katledilen, Bursa'nın ilk şehidesi Atiye Hanım'ı (ölüm: 1922) Ayşenur Sayan; (Küçük bir not: TÜKD Bursa Şubesi üyeleri bu akşamki programdan bir gün önce Bursa'nın şehideleri için 100. Yıl Mahallesinde oluşturulan "Zamansız Kadınlar 100. Yıl Hatıra Parkı"na fidan dikti. Ayşenur Sayan da o mahallenin muhtarıydı.)
* Mimarlık fakültesini ilk bitiren kadınlarımızdan (diğeri Leman Tomsu), şimdiki adı Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu olan binanın ve Bursa PTT binasının mimarı, Bursa Dağcılık Kulübü üyesi Münevver Belen'i (1908-1973) Şule Uyar
* Bursa Posta İdaresi'nin ilk kadın memuru Müveddet Homriş'i (1900- 1986) Şeyda Örçün Şençayır
* Bursa Kız Muallim Okulu'nda okuyan ve öğretmeni Gevher Hanım'ın gayretleriyle bir dönem Eyüp'te bir ilkokula öğretmenlik yapan ses sanatçısı Safiye Ayla'yı (1917-1998) Filiz Furuncuoğlu Başıbüyük;
* Solo Türk Akrobasi Takımı'nın ve Türk Yıldızları'nın mimarı ve annesi, New York'ta toplanan 180 havacı arasında tek kadın pilot olan, Türkiye'nin ilk akrobasi pilotu ve paraşütçü Edibe Subaşı'yı (1920-2011) Nevra Eker
* Bursalıların Hakime Annesi Mürüvvet Yener'i (1913-1994) Sibel Özbudak
* Bursa'da doğan, Bursa Amerikan Koleji'nde Türkçe öğretmenliği yapan, İstanbul'da yapılan 12. Uluslararası Kadın Kongresi'nde görev alan, Malatya'nın ilk kadın milletvekili Mihri İffet Bektaş'ı (1895-1979) Sibel Özer;
* Bursa Kız Öğretmen Okulu'nda resim, Bursa Necatibey Kız Enstitüsü'nde Fransızca öğretmenliği yapan ve dünya çapında pek çok ilkleri olan kadın ressam Hale Asaf'ı (1905-1938) Sabriye Şen bugüne taşıdı.
(* İlknur Güntürkün Kalıpçı'nın "Düşten Düşünceye Zamansız Kadınlar" ve "Bursa'nın Zamansız Kadınları" kitaplarında Bursa'da, Türkiye'de ve dünyada iz bırakmış kadınların öykülerini tüm ayrıntılarıyla okuyabilirsiniz. TÜKD Bursa Şubesi için özel olarak yazılan ve basılan bu kitapları temin etmek için dernekle irtibata geçebilir, üniversite öğrencisi kızlarımıza bu anlamlı vesileyle de destek olabilirsiniz.)
Fotoğraf: Selda Tekman
Canlandırdığımız karakterler olarak sahneye çıkmadan önce İlknur Güntürkün Kalıpçı izleyiciye o karakterleri tanıttı. Bursa'da doğmuş ya da yolu Bursa'dan geçmiş, Bursa’ya katkı sağlamış, iz bırakmış, döneminde ilkleri başarmış ve tarihe adını altın harflerle yazdırmış Bursa’nın Zamansız Kadınları kimdi, neydi, nereden gelip nereye gitmişlerdi, Bursa'ya ve ülkeye nasıl izler bırakmışlardı; hepsini bir bir anlattı... (Bu kez izleyici koltuğunda olmadığımdan o anları fotoğraflayamadım.) 

Sahneye gelişlerimize, unutulmaya yüz tutmuş kadın bestecilerin eserleri eşlik etti. Akdeniz Marşı (Leyla Saz) gibi, Sanatçının Kaderi (Esin Afşar) gibi...
 
Programın başında sahneye ilk sırada çıkan Doğancı Köyü Kadınları Dayanışma Derneği'nden Fatma Şanlı, Meral Aydın Yılmaz ve Habibe Algın, Kurtuluş Savaşı Kadınlarını canlandırmıştı. 

Sahneye son çıkanlar ise Ata'mızın annesi Zübeyde Hanım, başka bir deyişle Zübeyde Anne ve Gazi Mustafa Kemâl Atatürk oldu. Atatürk anasının elini öperek yanına oturdu.
Ana oğul birbirlerinin gözlerine hasretle bakarak, "Ah benim güzel anam, ah benim kahraman oğlum" der gibi hafif hafif konuşmaya başladı. O adam o an hem küçük Mustafa, hem koca Atatürk'tü...
Zübeyde Hanım karakterindeki Füsun Önen ve Gazi Mustafa Kemâl Atatürk karakterindeki Ozan Işık'ın yarattığı duygu yoğunluğu hem izleyiciyi hem de kulisten kendilerini izleyen bizleri sarıp sarmaladı. 
****
Gecenin sonunda İlknur Güntürkün Kalıpçı kitaplarını TÜKD Bursa Şubesi'nin bursiyerleri yararına imzaladı.
O gece Bursa'nın Zamansız Kadınları zamansızlıklarını bir kez daha kanıtladı ve varlıkları ile Bursa'da okuyan üniversite öğrencisi kız çocuklarına yarar sağlandı.
Çünkü bu gecenin geliri tamamıyla onlara aktarıldı...
Gecenin gerçekleşmesine emek veren TÜKD Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Aylin Sabancı'ya, Yönetim Kurulu Üyeleri Burcu Burkay, Ebru Yaycıoğlu Akçalı, Rezan Altunbaş, Şirin Yenginer ve Nalan Tüzel'e;
Bu özel projede yer alan Bursa'nın gelecekteki zamansız kadınlarına;
Ve tabii ki en çok da İlknur Güntürkün Kalıpçı'ya sonsuz teşekkürler... 

Yazımı, 20 Mayıs 2022 tarihinde yazdığım ve "Bursa'nın Zamansız Kadınları" tiyatral konferansını anlattığım, "Zamansız Kadın Anadolu" yazımdan bir paragrafla sonlandırmak isterim:
 
Yansız, Yalansız, Zamansız
İlknur Kalıpçı'nın dediği gibi;
"Onlar, göze girmek ile göze almak arasındaki farkı iyi bilen, yoklukta var olup, yokluktan var eden, yansız, yalansız, zamansız kadınlardı. Doğaları, doğruları ve doğallıklarını yitirmeyen, Kurgu İnsan olmayı kabul etmeyen değerlerimizdi. Yarışan değil kaynaşan, nazik olmanın acizlik olmadığını kanıtlayan, kendini beğenmiş değil kendini beğenilir kılan, zaaflarından çok metanetlerine şahit olduğumuz, kopmak yerine kucaklaşan, durmak yerine koşan, sonuçta değil süreçte çabalayan, bölmeden bölüşen, pay etmeden payidar eden, her şey ile hiçbir şey arasındaki fark olan, kendi benliklerine yakın oldukları için kendi bencilliklerine yabancı olan kadınlardı."

2 Mart 2024 / C.E.Y.

Gözünü aç Türkiye! / 29 Kasım 2016
Hesapta biz de varız! / 5 Aralık 2016
Zamansız Kadın Anadolu / 20 Mayıs 2022

20 Şubat 2024 Salı

"Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir"

Bizim en büyük hatamız kafalarında aklın, kalplerinde vicdanın zerresi bulunmayan insanlara her şeyi akıl ve mantıkla açıklamaya çalışmamız.
Zannediyoruz ki böyle anlatınca anlarlar...
Derdimizi anlatmaya çalıştığımız "AK'a kara dense de alkışlayan, karaya AK dense de alkışlayan" kitlenin bir örümceğin ağını örmesi kadar sabırla ve itinayla oluşturulduğunu anlamamak da bizim zavallılığımız.
Ülke; eline ne geçerse içine atılmış lezzetsiz bir çorbaya dönüşmüş durumda. Farklı tatları bir araya toplayıp ortaya nefis bir lezzet çıkartan Ezo Gelin desen değil, Beyran desen değil, Tarhana desen değil. Aşure desen hiç değil.
****
Başka yol bilmediğimden ben yine akıl, mantık ve yasalar çerçevesinde bir şeyler anlatmaya çalışacağım. Kendi duygu ve düşüncelerimi bir kenara bırakarak T.C. Cumhurbaşkanlığı Mevzuat Bilgi Sistemi'ne bakacağım:

I. Devletin şekli
Madde 1 – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

II. Cumhuriyetin nitelikleri
Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

III. Devletin bütünlüğü, Resmî dili, bayrağı, milli marşı ve başkenti
Madde 3 – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Milli marşı "İstiklal Marşı"dır.
Başkenti Ankara'dır.

IV. Değiştirilemeyecek hükümler
Madde 4 – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

V. Devletin temel amaç ve görevleri
Madde 5 – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

VI. Egemenlik
Madde 6 – Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

VII. Yasama yetkisi
Madde 7 – Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.

VIII. Yürütme yetkisi ve görevi
Madde 8 – Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı (…)[7] tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.

IX. Yargı yetkisi
Madde 9 – Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır. [8]

X. Kanun önünde eşitlik
Madde 10 – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. 
(Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 7/5/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/1 md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (…)[9] kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.

XI. Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
Madde 11 – Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.
****
Şimdi, siz de maddeleri alt alta okurken bu maddelerden hangilerine uyuluyor, hangileri umursanmıyor diye düşünmüşsünüzdür.
Mesela hilafet bayrağı açılıyor, hilafet isteriz diye haykırılıyor, Türkiye Cumhuriyeti'ne ve Cumhuriyet'in kurucularına alenen hakaret ediliyor, şeriat gelsin diye şeriata övgüler düzülüyor, hukukun üstünlüğü de halkın üstünlüğü de hiçe sayılıyor, demokrasi rafa kalkmış, laiklik aşağılanıyor, sosyal devlet olmak dilencilik sistemi yaratmayla eşitlenmiş, adalet desen gözünün bağını açmış ceketine ilik-düğme koymuş, eğitimden sağlığa fırsat eşitliğini ara ki bulasın, kadın doğmuş olmak desen, o zaten en büyük suç, çalışanlar köle, emekliler ise bir an önce ölmesi beklenen kaşık düşmanı müstakbel rahmetliler...

Bu ahval ve şerait içinde iken bu suçları işleyenlere en ufak bir söz söyleyecek olursan (yeni moda) "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama suçu" ile kendini bir anda gözaltında (Bknz Avukat Feyza Altun), hatta parmaklıklar arkasından bulabilirsin.

E ama bak Anayasa ne diyor, Anayasa Mahkemesi ne diyor, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ne diyor?
Bunlara karşı "kim" ne diyor, ne diyor? "Yemişim kanunu da, mahkemeyi de, adaleti de..." mi diyor? Üstelik bir de alkış mı alıyor?
E biz çekilelim o zaman. Evlerimize girelim, camı pencereyi kapatalım, perdeleri çekelim, ölüme yatalım. Meydanı, halkı bir an bile insan yerine koymayan bir rejime öykünen Osmanlıcılara bırakalım. 

Hadi diyelim ki Osmanlı'yı geri getirdiniz. Eee? Padişah kim olacak? Osmanoğulları ailesinden kimi tahta oturtacaksınız? Padişahlık dönemindeki gibi taht kavgaları, kardeş boğdurmaları yine mi başlayacak? 
Sizler padişah huzurunda el pençe durup makam mertebe mi bekleyeceksiniz? En ufak bir hatanızda ise, "Tiz kellesi vurula!". 
Osmanlıyı yurttan sürenlere "soysuz" diyen "pek soylu" şahıs Şevki Yılmaz, bilmez mi ki o dönemde ortada ne Osmanlı kalmıştı ne bir şey. Hepsi birbiri ile akraba olan bütün krallıklar ardı ardına devrilmiş, (İngilizler hariç) hanedanlar birer birer ortadan kaldırılmıştı. Hatta Rus İmparatorluğu'na 300 sene hükmeden Romanovlar arkada tek bir kişi kalmamacasına kurşuna dizilmişti. 
Bilir, bilir ama bilmezden gelir.
Besbelli ki Cumhuriyet rejiminde kendine yer bulamamasının hıncını, Cumhuriyet'in ilanından sonra sürgündeki Osmanlı şehzadelerine "padişahlık" teklif ederek ülkeyi tekrar tekeline almak isteyen "dış güçler" misali, kendine paye teklif edenlere hizmet ederek çıkartmaya çalışıyor. 

Yine akıl ve mantığa dönelim:
Osmanlı bir aileydi ve koskoca bir imparatorluk kurup üç kıtaya hükmetti. Sonrasında sistem bu büyümeyi kaldıramadı, çağlar değişti, nesiller değişti, imparatorluk kendini yenileyemedi, yeniliklere uyumlanamadı ve içine çöktü. İçinden de egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu tertemiz bir Türkiye Cumhuriyeti çıktı. 
Mustafa Kemâl ve silah arkadaşlarının halkla birlikte hareket ederek düşmanı yurttan atması, 19 Mayıs 1919'da başlayan hareketin 23 Nisan 1920'de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin onayları ile devam etmesi, savaş esnasında alınan her kararın Meclis onayı ile alınması, zaferle sonuçlanan İstiklâl Harbi'nin ardından Mustafa Kemâl'in kendini padişah ilan etmemesi, astığım astık kestiğim kestik dememesi, ülke ile ilgili her kararın her zaman tartışmalar sonucunda verilmesi, hatta çok partili sisteme bile Atatürk döneminde (1924) geçilmesi ama henüz hazır olunmadığı için tekrar tek partili sisteme dönülmesi (1925) öğrenmek isteyenler için tek tek tarihi anlatan kitaplarda yazar.

Belli ki onların kitaplarında farklı bir tarih yazıyor. 
"Osmanlı İmparatorluğu en güçlü dönemlerindeydi, lâkin Selanikli Mustafa Kemâl geldi ve koskoca imparatorluğu yerle yeksan etti, herkesi astı kesti, darbe yaptı" falan gibi herhalde...

Mustafa Kemâl Osmanlı İmparatorluğu'na darbe yapmadı.
İmparatorluk zaten sarayda kendi kendine darbe yapıp duruyordu. Aldığı bu darbeler ile de, yabancıların "hasta adam" dediği hâle çoktan düşmüştü... Ya işgale razı olunacaktı ya da birileri bir şey yapacaktı.

O biri bir şey yapmak için Anadolu'ya geçmişken padişah efendimiz uçaklardan halkın üzerine "Yunan'a teslim olun!" broşürleri atıyordu. Zaten Mustafa Kemâl'i Anadolu'ya göndermesinin sebebi de işgale isyan eden halkı sakinleştirmesi içindi. 
Ama artık ne halkın ne de aklıselim hiç kimsenin sakinleşecek hali yoktu.
Halk yalnız ve sahipsiz bırakılmıştı. Halk naçardı. Halk hastalıklıydı, eğitimsizdi, yıllardır savaşta asker, tarlada rençber olmaktan yorgundu. Hem de çok yorgundu...

Mustafa Kemâl bir Osmanlı subayıydı ve geçmişi iyi biliyor, geleceği iyi görüyordu.
Tüm işbirlikçilere rağmen, içeride ve dışarıda büyük bir savaş vererek düşmanı yurttan attı. Darbe değil, büyük devrimler yaptı. Türk halkına bir kimlik ve tarih verdi. 
Ülkeyi ekonomisiyle, üretimiyle, hukukuyla, eğitimiyle yeni baştan ele aldı...

Bakın yine kaptırdım ve hâlâ "kendi kendime" anlatıyorum.
Sanki onlar bilmiyor...
Bilmem, belki biliyor, belki bilmiyor...
Bilmemek değil öğrenmemek ayıp der büyüklerimiz.
Bilmeyen öğrenir, öğrenmeyen tembeldir.
Bilip de bilmiyormuş gibi yapan ise su katılmamış bir haindir...

20 Şubat 2024 / C.E.Y.

14 Şubat 2024 Çarşamba

Felâket Sınır Tanımaz!

Fotoğraf internetten alıntıdır
Erzincan'da felaket...
"Erzincan İliç'te Anagold'un siyanür sızdırmasıyla gündeme gelen altın madeninde devasa toprak kayması meydana geldi. Erzincan Valisi, işçilerin toprak altında kaldığını açıkladı."

Haber sitelerinin yazdığına göre; Erzincan'ın İliç ilçesinde bulunan ve 2008 yılından beri Anagold Madencilik (Kanada-ABD) şirketi tarafından işletilen Çöpler Kompleks Madeni, yıllar içinde kapasite artışlarıyla birlikte sahasını genişletmiş, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) tarafından açılan davalara rağmen proje iptal edilmemiş, uzmanlar, madenin yol açtığı çevresel yıkıma karşı uzun süre mücadele vermiş ve göçük tehlikesi konusunda uyarılar yapmış. Üstelik şirketin büyük bir vergi borcu varmış, o bile silinmiş. (İnternette konu üzerine yüzlerce video, fotoğraf ve yazı mevcut. Bilim insanları tehlikeyi nasıl anlatacaklarını şaşırmışlar. Eski Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, İliç Anagold Altın Madeni'ne açtığı soruşturmadan dolayı tutuklanmış, Zafer Partisi Başkanı Ümit Özdağ İliç'e gitmiş, felaketi görmüş ve açıklamalar yapmış, İliç Doğa ve Çevre Platformu yıllarca uyarmış, doğa aktivisti 
Sedat Cezayirlioğlu kalp krizi geçirecek derecede yalvarmış. An be an haykırmış, anlatmış, Sesimi duyun demiş. Da, duyan kim?)
Ve dün itibarıyla olan oldu...
Devasa bir kütle, adeta koskoca dağ aşağıya kaydı ve kaymaya devam ediyor. 
Siyanür barajı yıkıldı, tonlarca olduğu söylenen saf siyanür serbest kaldı.

Şimdi; 
"Geçmiş olsun İliç" demekle bu felaket geçmez. 
Yıllardır bar bar bağıran, uyarı üzerine uyarı yapan insanlara kulak tıkayıp hatta bazılarını susturup, verilmemesi gereken tüm izinleri fersah fersah verip, atılmaması gereken tüm imzaları güle oynaya atınca ve sonunda da "malumun ilanı" gerçekleşince, "Geçmiş olsun İliç!"
Yok öyle geçmiş olsun diyerek, takdiri ilahi diyerek, ölenlerimiz peygamber efendimize komşu olsun diyerek dönüp sırtını gitmek.
Böyle deyince iki gün sonra her şey unutulup gidiyor.
Kaç felaket yaşadık, kaç can kaybettik, neler neler oldu da hepsini unuttuk.

Çok uzağa gitmeyin, henüz daha bir yıl önce yaşanan depremle 11 il çok büyük yıkıma uğradı, Antakya ise yerle bir oldu. Öyle ki, enkaz altında kalan bir insanı arayıp soracak yakınları dahi kalmadı. İnsanların bedenleri parçalandı, molozlara karıştı, sağ çıkartılanların bazıları kayboldu. Onların hangi meçhulde nasıl yaşadıklarını kimse bilmiyor. Geride kalanlar ise enkaz halinde yaşamaya(!) devam ediyor...
Ya sorumlular?
Kim? Ne? Nerede? Aaa, olur mu hiç öyle? Sorumlu yok. Allah baba yaptı.
Birilerine göre Allah baba Gölcük depremini Gölcük'teki dinsizleri(!) cezalandırmak için yapmıştı. Acaba Hatay'a ve diğer illere bunu neden yaptı? Anadolu'daki ilk cami desen orada, Anadolu'daki ilk kilise desen orada, kardeş kardeş yaşayan, işinde gücünde insanlar...
Onu da Allah bilir değil mi?
****
İliç'teki felakete dönecek olursak, bu felakette can veren her bir birey tarifsiz derecede kıymetli, lakin bu felaket o kadar büyüyecek o kadar büyüyecek ki, bu felaketin en küçük kaybı onlar kalacak. 
Toprak, su, hava zehirlenmişken, toprak altında ve üstünde, suyun içinde ve dışında yaşayanlar, aynı havayı soluyanlar tümden risk altında.
Zehirle yüklenmiş pamuk şeker kadar tatlı ve masum bulutlar taşıdıkları zehri ülkeler arasında dolaştırıp, beğendikleri ülkenin üzerine bırakıverecekler mesela.
Çernobil patladığında yayılan zehir nasıl hâlâ dolaşımdaysa, bu zehir de öyle dolanıp duracak ve asla yok olmayacak. 
Çünkü sular sınır tanımaz, bulutlar sınır tanımaz, toprak sınır tanımaz...

Bu rezalette ve felakette imzası olan şahıs, şimdilerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday gösterilen, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'dur. Hepinizin bildiği üzere Kurum hiçbir imzayı "imzala!" denmeden imzalamamıştır. Çünkü o ve diğerleri sadece birer kalem ve kalemi tutan eldir. O kadar!
Esas kalemi onların eline verenlere ve "imzala!" diyenlere bakmalı.
Neden kendi memleketlerinde yapamadıkları işleri bizim ülkemizde yapabiliyorlar, buna kimler izin veriyor, bunları sormalı...
****
Koskaca dünya küçücük hale gelmişken kimse "sana ne, bana ne!" sözünü söyleyemez. 
Sana ne olan bana çok şey, bana ne olan sana çok şey! Dünyanın en uzak coğrafyasında dahi olsa gerçekleşen bir felaket gelip seni de beni de vuruyor. Doğal afetler, insan eliyle yaratılmış felaketler, savaşlar, kargaşalar tüm dünyayı etkiliyor.
"Aile dizimi" dedikleri şey var ya hani, hani "karma" dedikleri, hani bizim eskilerin de "dede erik yemiş torunun dişi kamaşmış" hikâyesi, dünya da öyle işte.
Bina benim değil mi deyip kolonlarını kesersen bina üzerine çöküyor, dere benim tarlamı daha çok sulasın deyip derenin yönünü değiştirirsen (en basitinden) komşu tarlalar gelip tepene çöküyor, memleket benim değil mi deyip kurutulmuş göle (Amik Gölü) havaalanı yaparsan iki damla yağmurda gelip havaalanını (Hatay Havaalanı) sular altına bırakıyor, uzak coğrafyaların birini ateşe verirsen ateşten savrulan kıvılcımlar gelip dünyanın canını yakıyor (Bknz düzensiz göçmenler ve mülteciler).

Dünyanın evimiz ve bizim de emanetçiler olduğumuzu idrak etmedikçe, aman yeter ki benim evim temiz olsun, sokakları pislik götürse de olur dedikçe, yeter ki para gelsin, gerisi beni bağlamaz dedikçe, boşverdikçe, boş verdikçe, boş verdikçe, dünya da bize boş veriyor işte.
Doğanın aklı yok ama bir mantığı var, uyumu var, düzeni var. 
Ey insan denen minik canlı, aklını kullan ve ona kafa tutma. Onunla dalaşma. Onunla uyumlu ol, onu tatlı tatlı idare et, saldırma, vahşileşme, delirme.
Dünya kendini yeniden ve yeniden var eder.
Ama içinde sen olur musun olmaz mısın onu bilemem...
Bir dahaki Sevgililer Günü'nü kutlar mısın kutlamaz mısın bilmem...

14 Şubat 2024 / C.E.Y.

DOĞAYLA ve ÇEVREYLE İLGİLİ DİĞER BAZI YAZILARIM
Ağaçlarımızı kesmeyin! / 13 Aralık 2010
Ah benim yorgun dünyam / 26 Ocak 2011
Susuz Yaz / 29 Temmuz 2011
Yaz Yangınları / 2 Ağustos 2011
Tarih kitaplarında yer almayan bir tarih / 6 Eylül 2011
Ne zaman çıkacak bu karanlıklar aydınlığa? / 2 Temmuz 2012
Subasmanınızın kotu nedir? / 5 Temmuz 2012
Yeşile düşman Griler… / 30 Mayıs 2013
Bütün hayvanlar çevreci, ya insanlar? / 5 Haziran 2013
Dünyanın renklerine dokunmayın… / 30 Ağustos 2013
Dünya itinayla cehenneme çevrilir! / 27 Ekim 2013
Dünyanın sahibi değil, emanetçisiyiz / 24 Aralık 2013
Zeytinin dalı budağı girsin gözünüze! / 8 Kasım 2014
Sizin yarattığınız cehennemde biz de yanıyoruz! / 2 Temmuz 2014
Bursa’dan bir Ediz Hun geçti… / 1 Mart 2015
Her Bursalı’nın bir dikili ağacı olmalı / 8 Ekim 2015
Artvin Cerattepe’ye bakar / 24 Şubat 2016
Doyuyoruz ama açız! / 28 Ekim 2016
“Japonlar yapmış ağbi!” / 17 Ağustos 2017
Bunun sonu açlık! / 8 Ağustos 2018
Çok Bilmiş Beceriksizler / 10 Ağustos 2018
Adam rolü yap, Ridley efendi! / 5 Kasım 2018
Servetin ne renk? / 2 Ağustos 2019
Önce Tedbir, Sonra Emanet / 4 Ağustos 2019
Susamam, Susmam! / 7 Eylül 2019
Tavşan Kaç / 13 Ağustos 2019
Süphaneke dinimiz amin! / 25 Ocak 2020
Aziz Türk Milleti’nden, Çaylar Şirketten’e / 2 Eylül 2020
Afet Değil Cinayet! / 3 Kasım 2020
İşimiz Zor! / 27 Temmuz 2021
Dip! / 13 Ağustos 2021
İnşaat Ya Resulallah! / 5 Nisan 2022
Dağınık Değil, Merkeziyetsiz / 3 Aralık 2022
Gidip de Dönmemek, Dönüp de Bulmamak Var / 10 Aralık 2022
Felaket Sınır Tanımaz / 14 Şubat 2024